Uyandım hayatımda gördüğüm en güzel uykudan… Rahmet, merhamet, hidayet, muhabbet ikliminden reca ettim isyanların, nisyanların yurduna… İnsanın memleketine, anasına, babasına, eşine, dostuna kavuşması onu garip bırakır mı? Ona kendini yalnız, kimsesiz hissettirir mi?
Dünyanın en emin beldesinden sonra kavuştuysa insan bunlara, hissettirir… Rasulullah’ın (s.a.v) huzurundan ayrılıp da kavuştuysa insan bunlara, kendini garip hissetmesinden daha doğal ne olabilir?
Rabbimizin beytinde, dünyanın en kıymetli, en şirin iki beldesinde, her şeyden önemlisi Rasulullah’ın (s.a.v) huzurunda geçirilen günler… Yaşanan bir ay… Öyle bir ay ki yaşanmış ayların en güzeli, en özeli…
İnsanın bağışlanma lütfuna mazhar oluşunun verdiği rahatlık… Edeceği duaların müstecab olacağını bilmesinin verdiği huzur…
Ve en önemlisi ev sahibinin yaradanımız oluşu… “ O” nun misafiri olmak… Mümkün mü bu hisleri satırlara sığdırmak, kelimelerle anlatmak?
Rasulullah’ın (s.a.v) huzurunda kubbe-i hadrasının karşısında insanlara onu anlatmak… Onu yad etmek, selamlamak. İşittiğine emin olarak: “Esselamü aleyke ya rasulallah!” demek… Onun ayak bastığı yerlerde dolaşmak… Gözlerinin ışıltısını aramak gözlerimizin iliştiği her mekanda… Ezanı Hz. Bilal okuyormuş gibi dinlemek… Namazı Rasulullah (s.a.v) kıldırıyormuşçasına eda etmek ve sonra geri dönmek…
Giderken mi daha çok ağladın dönerken mi diyor bazen insanlar… Her ikisinde de elbette… Giderken Allah’a (c.c) ve Rasulüne (s.a.v) hicretin heyecanıydı bizi ağlatan… Dönerken beytullahtan ve Rasulullah’tan (s.a.v) ayrılışın hüznüydü gözlerden akan…
Ve ilk Medine-i Münevvereye gitmek… Rasulullah’la helalleşmek… “ Hakkını helal et ya rasulallah” diyerek hac yolculuğuna devam etmek rabbimizin lütuflarından sadece bir tanesiydi.
Mekke’de olmak; İslamın ve İslam peygamberi Hz. Muhammed Mustafa’nın (s.a.v) doğduğu şehirde bulunmak, Arafat, Müzdelife, Mina… Hepsi bir ayrıcalık, hepsi farklı bir güzellikti…
Ve bir gün… Sanki hiç yaşamamışız gibi o bir ayı veda vakti geldi, çattı… Gözlerden akan yaşlar oluk oluk… Kabe-i Muazzama’nın etrafındaki sevda denizinde bir damla olup Rabbimize doğru akmak… Ve Kabe-i Muazzama’ya bakarak son duayı yapmak… Öyle müthiş anlardı ki bu anlar daha önce hiç yaşamadıysak da son olmaması rabbimizden en büyük temennimiz…
Son tavaf…
Son nazar…
Son dua…
Dilimden dökülen o son duam için şükürler olsun rabbime ki ettiğim duaların hepsine bedel oldu. Acizane son duam şuydu:
“Rabbim beytini gören gözlerimin iliştiği-gördüğü, ilişeceği-göreceği her canlıyı güzel eyle, beytin kadar özel eyle…”
Ve şimdi Mescid-i Nebevi ve Mescid-i Haramdan uzakta evimdeyim. İnsanın evinde, kendi yurdunda, eşinin çocuklarının yanında kendini garip ve yalnız hissetmesi tuhaf değil mi? Hayır… Tuhaf değil. Beytullah’tan ve Rasulullah’tan ayrı düşmüşse kişi bilakis çok doğal. Öyle bir ay yaşattı ki rabbim bizlere bir rüyaydı sanki zira yaşadığımız hiçbir gerçeğe denk değil. Yaşandı ve bitti…
Rabbimiz hayat denilen şu kısacık uykuda her zaman böyle hayırlı rüyalar görmeye layık etsin bizleri ve gördüğümüz bu tatlı rüyanın tesiri aydınlatsın ufkumuzu, ömrümüzden bir lahzacık silinmesin izleri…