RAHMAN'IN MİSAFİRLERİ, ÜMMETİN TEMSİLCİLERİ

Prof. Dr. Ali Akpınar

Bir hac mevsiminin gelmesi ile birlikte, hacılarımızı gönderiyoruz. Hacılarımız.. Onlar Rahman'a gidiyorlar ve O'nun misafirleridirler. Ve onlar ümmetin temsilcileri olarak Hicaz’a gidiyorlar. Bizim selam ve dualarımızı oralara ulaştırmak ve dönüşte bizlere, Tevhid merkezlerinin güzelliklerini getirmek üzere gidiyorlar. Hem hüzün, hem sürur içerisinde gidiyorlar. Dünyevî her şeylerini geride bırakıp gidiyorlar, bu yüzden biraz hüzünlüler. Gidip gelememek var, gelip görememek var. Sevinçlidirler, çünkü ait oldukları Yüce Allah'a doğru gidiyorlar. Zira Biz, Allah'a aidiz ve O'na döneceğiz.

Onlar, Şehirlerin Anası (Ümmü'l-Kurâ) Mekke'ye gidiyorlar. Yeryüzünün ve Tevhidin merkezine. Vahyin kalbi Ka'be'ye gidiyorlar, Allah'ın evine. Arafat'taki atamız Adem ile Havva'yı ziyarete gidiyorlar. İbrahim ile İsmail peygamberin hatıralarını görmeye gidiyorlar. Hacer anamızın elini öpmeye, seçkinlerin duasını almaya gidiyorlar. Yüce Allah'ın en seçkin kullarıyla, meleklerle buluşmaya gidiyorlar.

Ve Tevhidin son halkası Hz. Muhammed'e gidiyorlar, O'nun medenî şehrine gidiyorlar. Tevhid bayrağının göndere çekilip dalgalandığı yerlere gidiyorlar. O kutlu bayrağı dalgalandıran sancaktarlarla kucaklaşmaya ve onları tebrik etmeye gidiyorlar. Bedrin aslanlarını kutlamaya, Uhud şehidlerini muştulamaya gidiyorlar. Mekke ve Medine’de yaşamış olan tevhidin temel taşları sahabeyi selamlamaya gidiyorlar. Gönül Kabelerindeki putları kırmaya, beyinlerdeki şeytanları taşlamaya, nefis kurbanlarını kesmeye gidiyorlar. Günahları için zemzemle yunmaya ve Rahmet tepesinde tevbeye durmaya gidiyorlar.

Tevhidin merkezi olan Hicaz, müminler için şarz kaynağıdır. O kaynaktan dolan Müslümanlar, tüm yeryüzüne dağılıp oradan aldıkları enerjiyi tüm insanlıkla paylaşırlar. Bu nedenle hacılar, Müslümanların temsilcileri olarak orada bulunmaktadırlar. Onlar, bu temsilcilik görevini en güzel şekilde yapma bilinci içerisinde olmalıdırlar. Orada dünya Müslüman temsilcileriyle tanışmalı, onlarla müminlerin dertlerini konuşmalı, gelecekle ilgili planlar yapmalı ve öyle dönmelidirler memleketlerine. Dil bilmeseler bile, gözleriyle ve vücut dilleriyle kardeşleriyle kucaklaşmalı, anlaşmalıdırlar. Mümin kardeşlerinin kendisine emanet edilen selamlarını, o kutlu mekan ve makamlara sunarken, onlara gönülden dua etmeyi de unutmamalıdırlar. İki milyona yakın hacı, iki milyon ağız, iki milyon dua ve göz yaşı. Bu manevî yoğunluğun karşısında hangi güç durabilir ki?!

Hacılar dönüşte, kardeşlerine Kur'ân ve Peygamber ahlakı getirmelidirler. Onların dönüşü ile Kur'ân ayetleri, yeniden inmeli hayata. Peygamber, sünnetiyle yeniden misafir olmalı evlere. Onlar Hz. Peygamberin davet elçileri gibi dönmelidirler ülkelerine. Yüreklerinde ve dillerinde Peygamber mesajları olduğu halde.. Bize Ebu Bekirler, Ömerler, Osmanlar, Aliler, Haticeler, Fatımalar, Sümeyyeler, Aişeler .. kısaca sahabe ahlakını getirmeli hacılarımız. Zira bizim en çok onlara ihtiyacımız var.

Öte yandan onları buruk bir şekilde uğurlayan bizler de en kısa zamanda o kutlu görev yerlerine gidebilmenin hazırlıkları içerisinde olmalıyız. Büyük İmam Ebû Hanife'nin bir rivayete göre, seksen yıllık ömrüne elli beş haccı sığdırdığını düşünerek o mübarek merkezlere gidebilmek için çabalamalıyız. Hz. Peygamberin "Sizden biriniz hacca gidecekse elini çabuk tutsun, zira yarın başına ne geleceğini bilemez. Hastalanabilir, eline geçen imkanları kaybedip muhtaç duruma düşebilir." buyruğunu göz önünde bulundurmalıyız.

Hicaza gitmeden önce maddî hazırlıklar yaptığımızdan daha fazla manevî hazırlıklar yapmalıyız. Yapacağımız özel çalışma, okuma, ibadet ve taatle gönlümüzü, beynimizi, ruhumuzu oraya hazırlamalıyız. Hac ibadetinin ruhunu ve uygulamasını öğrenebilmek için yazılmış kitaplar okumalı, hazırlanmış filimler izlemeliyiz. Gidip gelmemek var, gelip görmemek var düşüncesiyle dostlarımızla helalleşmeliyiz. Orada kardeşlerimizle daha kolay anlaşabilmek için İslam’ın dili Arapça ile ilgili pratik bilgiler edinmeliyiz. Kısaca hazırlıklı gitmeli, donanımlı gelmeliyiz.

Hacının sloganı ve Tevhidin özü olan Telbiye duasını iyice ezberleyip hazmedelim:

Lebbeyk, Allahümme Lebbeyk. Lebbeyke lâşerike leke lebbeyk. İnnel hamde vennimete leke velmülk. Lâ şerîke lek.

Buyur Allahım buyur! Sana geldim Allahım, Sana döndüm Allahım! Ey eşi ortağı olmayan Allahım, bütün varlığımla tekrar tekrar Sana icabet ediyorum, emrine amadeyim! Elbette tüm övgüler Sana, tüm nimetler ve tüm her şey Senin. Mutlak hükümranlık da Senin. Senin asla eşin ortağın yok Allahım.

Evet, bu dua, tevhidin özetidir. Her şeyi ile Yüce Allah’a teslim olmuş olan kulun O’na bağlılığının itirafıdır. Kulun her şeyi ile Yaratıcısına gidişinin, O’nun oluşunun ifadesidir.

Elinde hacca gidecek imkânı olmayanlar ise, her namaza durduklarında yöneldikleri Ka'be'yi düşünerek manen haccı yaşamaya gayret etmelidirler. Kabe'ye gidecek imkan bulamıyorlarsa, Kabe'yi gönüllerine kurmaya çalışmalıdırlar. Zira bizler her namazda günde beş öğün haccın merkezi Ka’be’ye yöneliyor, bu yönelişle tevhide bağlılığımızı yeniliyoruz.

Bir de hacca gidecek imkânı olmayanlar, bu imkânı elde edebilmek için gayret etmelidirler. Zira bugün, çok değişik amaçlı gezilere ve lüzumsuz yerlere sorumsuzca harcama yapan pek çok kimse, hacca gidecek maddî imkandan yoksun olduğunu söyleyebilmekte yahut sanki hac ibadeti belli bir yaştan sonra yapılmalıymış gibi, onu sürekli tehir etmektedir. Oysa Kur’ân, Yoluna gücü yetenlerin evi haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır, kim inkâr ederse bilmelidir ki, Allah âlemlerden müstağnidir[1]buyurmaktadır. Ayetteki güç yetme, yolculuğa ve yolculuk masrafına güç yetme olarak anlaşılmıştır. Onu yalnızca sağlıklı olmak diye anlayanlar da olmuştur. Buna göre oraya gitmeye güç yetiren kimseye hac yapmak farzdır. Hacca gitmeye imkân bulanlara, haccın hemen mi yoksa geniş zamanlı olarak mı farz olduğu da tartışılmıştır. Bir kısım ilim adamı, geniş zamanlı olarak farzdır, derken; bir kısım ulema imkân bulduğu sene farzdır hükmünü vermiştir. En güzeli, insanın ne kadar yaşayacağını bilemeyeceği ve eline geçen imkânların ilerde elinde kalmayabileceği ihtimallerini göz önünde bulundurarak hac borcunu ödemesidir.

Ayetin sonunda yer alan kim inkâr ederse ifadesi de oldukça dikkat çekicidir. Hac ibadetini terk etmenin dehşetini anlatmak için kim inkâr ederse ifadesi kullanılmıştır. Nitekim Peygamberimiz Hac yapmadan ölen kimse ister Yahudi olarak ölsün, ister Hıristiyan olarak ölsün[2] buyurarak hac ibadetini terk etmenin dehşetine işaret etmiştir. Yine peygamberimiz hac yapamayacak duruma düşmeden haccınızı yapınız buyurmuştur.[3]

Hac mevsimi, tüm ümmete mübarek olsun; Hacılarımız hepimize bereketler getirsin. Yüce Allah, anamızdan doğduğumuz gün gibi bağışlanacağımız hac ibadetleri yapmayı bizlere nasip eylesin.

 

[1] 3 Âlu Imran 97.

[2] Tirmizî,, Hac 812, Darimî, Beyhakî.

[3] Zemahşerî, el-Keşşâf, s, 184-185.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.