Perde

M. Faik Özdengül

Toprak patikada sarsıla sarsıla giden bir aracın içinden baktı yola.

Göz kamaştıran güneş yukarı bakmasını engelliyordu. Cam kapanmıyordu. Yüzüne sadece toz değil sıcak ta değiyordu. Yokuşlarda geriye doğru düşüyor, yol düzleşince yeniden etraf görünür hale geliyordu. Sormaktan vazgeçmişti ne zaman diye. Sorunca zaman kısalmıyordu ki.

Tek tük ağaçlardı sadece yola eşlik eden. Kim bilir kaç zamandır oradaydılar? Yola düşünce düşünürdü insanlar hiç aklına gelmeyenleri. En çok yolda gelirdi aklına insanın hayatı. Ne zaman başladı? Nasıl başladı? Neden başladı? Nereye doğru genişledi? Nerelerden saptı? Hangi ayırımlar nereye sürükledi? Nereye döneceğine, nereden sapacağına nasıl karar verdi? Kimler eşlik etti ona? Nerelerde yalnız başına kaldı? Neyi aradı? Neyi bekledi, beklediği zamanlarda?

Yolda da hayatta da aynıydı insan. Bulunduğu yerden çok ya geçmişe ya da geleceğe dönüktü seyahati. Her renk, koku, dokunuş, sarsılış, tat ya da ses hemen geçmişe götürür, bulunduğu andan koparır onu, kim bilir hangi anısını bilmem kaçıncı kez yeniden ve yeniden yaşar, kaçlarca kez hissettiği duyguları yeniden ve yeniden hisseder hayıflanırdı. Hayıflanırdı diyorum çünkü genellikle olumsuzlardır daha çok götüren geri. Anı yaşayanlar, yaşayıp bitirenler geri dönmezler. Bitenle ilgilenmek yerine bulundukları anı yaşayıp bitirmekle meşguldür onlar.

Ya da gelecek düşüncesindedir insan. Gelecek kaygısında. Geçmişi pişmanlıklarla dolu olanlar, keşkelerini yük edip sırtına alanlar, sırtlarında çuvallarla iki büklüm yaşayanlar, yeniden keşke dememek için, yeni pişmanlıklar yaşamamak için bu kez, önceden geleceğe gidip olabileceklerle ilgilenir ve akıllarınca önlem almakla meşgul olurlar.

Ya geçmişin pişmanlıkları ve kederi ya da geleceğin kaygısı. İşte asıl iki ağır çuval. İki ağır yük. Bir türlü yaşatmaz anı.

Toprak patika bitmek bilmiyordu. Pişmanlık başladı yeniden. Neden gelmeye karar vermişti? Neden kalmamıştı evde? Neden diğerleriyle birlikte diğer yolculuğu tercih etmemişti? Yine ne istediğini söyleyememişti. Başına ağrılar girdi. Eliyle ensesini oğuştururken öndeki çocuğu fark etti. Oyuncak arabasını koltuğa doğru tutuyor bir ileri bir geri sürerken, ağzından da çocukca sesler çıkarıyordu. Ne zamanla ilgileniyordu, ne geçmişle ne de gelecekle.

Geçmiş ve gelecek yükünü taşımıyordu çocuklar. Bir şeye ihtiyaç duyduklarında ya söylüyor ya ağlıyorlardı. Anne ya da babası kim varsa eteğini tutuyorlardı o kadar. Ebeveynlerine güveniyor ve anda kalıyorlardı.

Neden bir çocuk gibi düşünüp yaşamayasın ki? Sesin dışarıdan geldiğini sandı. Tekrar sarsıldı aracın içinde. Neden? Yine aynı ses. Ses içerdendi. Dinledi. Sadece yola çıkma kararını verdin ve bindin araca dedi. Ne gitmeyi kontrol edebilirsin, ne yolu ne duracağın yerleri? Sürücüye bal gibi de güvenmek zorundasın. Öfkelendirdi duydukları. Bağırıp çağırmak istedi. Aracı durdurmak, inmek belki de. Sonra saçma buldu düşündüklerini, duygularına engel oldu. Doğru söylüyorsun dedi neden sonra. Çocuğa baktı yeniden. Bal gibi de güveniyordu ebeveynine ve ebeveyninin güvendiklerine ve mutluydu. Aklı ve duyguları, alışkanlıkları, öğrendiği kalıplar dirense de, olabilir dedi. Olabilir. Geçmiş ve gelecek yükünden kurtulmak çocukça düşünerek mümkün olabilir. İyi de onun ebeveyni var? Sese döndü. Ben kimin eteğinden tutacağım? Kime ağlayacağım? Kimden isteyeceğim?

Cevabını biliyorsun dedi. Binlerce kez duydun. Güvenene tek başına yeteni. Dilediğine hesapsız vereni. Yaşatanı, öldüreni, isteyene istediğini vereni. Mülkün kainatın sahibini. Tehlikelerden emin kılanı. Her şeyi görüp gözeteni, her varlığın yaptıklarından haberdar olanı. Varlıkların geçireceği halleri takdir edeni. Karşılıksız nimetler vereni. Her türlü sıkıntıları gidereni. Varlığı hiç değişmeden duranı. Kendisine tevekkül edenlerin işlerini en iyi neticeye ulaştıranı. Kendisinden hiçbir şey gizli kalmayanı…

Biliyorum dedim. Hepimiz O nun ailesiyiz. Biliyorum da hep unuturum.

Bu dünyanın direği gaflettir dedi. Onu da biliyordum. Durdum sonra ve:

Güvenmeyi seçiyorum dedim.

 O zaman gevşedi avuçlarım ve iki ağır çuval gürültüyle terk etti omuzlarımı. Hafifledim. Direnen sesler duymaya başladım bu kez yine içimde: aptal olma, yaşadıklarını düşün, dayanamazsın….

Dinlemedim onları.

Böyle zamanlarda yaptığım gibi elimdeki kitabı öylesine açtım. Sayfa 128. İbn-i Arabi. Bir Sufi’nin portresi. Okudum ve gülümsedim. Şöyle yazıyordu: üç şey Allah’a güven alametidir. Elde mevcut olan kadar cömertlik. Elden kaçmış olanın gönülden de silinmesi. Gerçek mevcut olanın fazl ve ihsanına güvenmek.

Sesler arttı. Başımı kaldırdım kitaptan. Araç durdu. Tozlu yollar geride kaldı. Güneş uzaklaştı. Akşam yaklaştı. İndim. Hafiflikten belki yüzüme bir gülümseme oturdu. Hoş geldin dedi yaşlı adam. Elimi tuttu. Tebessümünden sonra su ikram etti ve yanına oturttu.

Şöyle duyardım dedi eskilerden: geçmişi zikretmek ve gelecek endişesi taşımak, Allah’la senin aranda perdedir. Her ikisini de yak. Ateşe ver.

Donup kalmıştım. Başka dedim. Başka?

Ve şöyle dua et dedi: geçmişe kederlenmekten ve gelecek için kaygı duymaktan sana sığınırım…

Dediği gibi yaptım. Niyaza durdum. Geçmiş ve gelecek kaydından kurtulmayı da O’ndan istedim.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.