Mevlana'nın başörtüsü ile görüşleri

Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası’nca hazırlatılan "Hamdım, Yandım, Piştim" adlı kitapta, Mevlana hakkında detaylı bilgilere yer veriliyor

Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası (MESS), Mevlana yılı dolayısıyla ''Mevlana Celaleddin Rumi: Hamdım, Piştim, Yandım'' isimli bir kitap yayımladı. Yazar Ahmet Kardam'ın Mevlana'nın hayatına, eserlerine, kişiliğine ve felsefesine dair anlatımlarının Ender Dandul'un çizimleriyle sunulduğu kitapta, Mevlana hakkında detaylı bilgilere yer veriliyor.

Asıl adı Celaleddin Muhammed olan Mevlana, ailenin ikinci erkek çocuğu olarak 1207 yılında Afganistan sınırları içindeki Belh kentinde doğdu. Babası kentin önde gelen din bilginlerinden Muhammed Bahaeddin Veled, annesi de soylu bir aileye mensup olan Belh Emiri Rükneddin'in kızı Mümine Hatun'du.

 

Celaleddin Muhammed'e ''Efendimiz'' anlamındaki ''Mevlana'' adı sonraki yıllarda Konya'da din adamı olarak sivrildiği tarihlerde verildi. Adının sonuna ''Anadolulu'' anlamına gelen ''Rumi''nin eklenmesiyle Celaleddin Muhammed, ''Mevlana Celaleddin Rumi'' yani ''Anadolulu Efendimiz Celaleddin'' olarak anılmaya başlandı.

Bahaeddin Veled, Cengiz Han'ın liderliğindeki Moğol akınlarının Belh'i de tehdit etmeye başlaması üzerine 1219 sonralarında ailesi ve sevdiği müritleriyle kitaplarını da yanına alarak Anadolu'ya gitmek üzere Belh'ten ayrıldı. Veled ailesi Nişabur, Bağdat, Kufe, Mekke, Medine, Şam, Malatya, Erzincan üzerinden Karaman'a vardı.

    

İKİ KEZ EVLENDİ

    

Mevlana, babasının isteği üzerine Belh'ten göçen Semerkantlı Hoca Şerafeddin Lala'nın kızı Gevher Banu ile 1225 yılında evlendi ve Sultan Veled ve Muhammed Alaeddin adlı iki oğlu oldu. Gevher Banu'nun vefat etmesi üzerine Mevlana, Konyalı İzzeddin Ali'nin kızı Kerra Hatun ile hayatını birleştirdi. Bu evliliğinden de Emir Muzaffereddin Alim Çelebi ve Melike Hatun adlı iki çocuğu oldu. Kerra Hatun Mevlana ile evlendiğinde duldu ve önceki kocasından Emir Şemseddin Yahya adlı bir oğlu vardı. Günümüzde Mevleviliği temsil eden Çelebiler, Mevlana'nın büyük oğlu Sultan Veled soyundan geliyor.

 

Mevlana, 1232 yılında Belh'ten Konya'ya gelen hocası Burhaneddin Tırmızi'ye öldüğü güne kadar müritlik etti ve onun eğitiminden geçti. Mevlana, zamanın en iyi medreselerinin bulunduğu Halep'te Halaviye Medresesi'nde fıkıh, edebiyat, yazı, hadis, rical alanlarında ünlü Kemaleddin İbn-al-Adim'den ders aldı. Mevlana ayrıca dönemin ünlü bilgin ve sufileriyle görüştü, onlarla tartıştı, sorularına yanıtlar aradı. Sonra Şam'a geçerek Makdisiyye Medresesi'nde kaldı. Mevlana, Halep ve Şam'da geçirdiği 6 yılın sonunda 1240 yılında Konya'ya döndü.

    

ŞEMS İLE HAYATI DEĞİŞTİ

    

Burhaneddin Tırmızi'nin yönlendirmesiyle pişip olgunlaşan, vaazlar, fetvalar, dersler veren ünlü bir sufi, binlerce müride sahip bir şeyh olan Mevlana'nın tüm hayatı 23 Ekim 1244'te İslam tasavvufunun varlık birliği, inanç ve düşüncesinin güçlü temsilcisi Tebrizli Şemseddin (Şems) ile karşılaşması sonucu değişti, Mevlana'yı tüm dünyanın bildiği Mevlana haline getirdi.

 

O dönemin en yüksek tefsir, hadis, fıkıh, felsefe ve kelam bilgileriyle donanan Şems, ayrıca Arap edebiyatı ve filolojisine çok hakimdi. Mevlana, Şems ile birlikte sadece elini kollunu sallamakla yetindiği semaya başladı, hem de Şems'in gösterdiği gibi dönerek, rebap eşliğinde kendinden geçerek, gazeller söyleyerek... Mevlana, Şems'in isteği ve ısrarıyla babasının Maarif'i de dahil kitap okumayı ve incelemeyi bıraktı, ders vermeyi, vaazda bulunmayı kesti.

    

RUHUNDAKİ HAZİNEYİ BULDU

 

Mevlana, Şems'te ruhunun derinliklerinde saklanan hazineyi buldu. Mevlana, Şems ile birlikte başka bir aleme daldı. Her ikisi de birbirini tamamladı, birbirini zenginleştirdi. Bu ilişki, şeyh-mürit ilişkisi değil, seven-sevilen (aşık-maşuk) ilişkisi olarak tanımlandı.

Mevlana'nın Şems ile geçirdiği değişim, özü bakımından, Tanrı'ya varmada izlenecek yol veya yöntem değişikliği oldu. Mevlana, Şems'i tanıyınca Tanrı'yı kitaplarda, bilgide, ilimde değil, kendi gönlünde aramaya başladı.

 

Şems'in gelişiyle Mevlana'nın önce uzun bir süre onunla baş başa kalıp kimseyle görüşmemesi, ardından ders ve vaaz vermeyi bırakıp müzik ve semayla uğraşması, müritleriyle ilişkilerinin Şems'in denetimi altına girmesi, müritleri arasında şaşkınlık ve öfke yarattı. Hatta Şems'i öldürme planları bile yapıldı. Şems, kendine karşı tepkilerin yoğunlaşması üzerine Konya'ya gelişinden 14 ay sonra ansızın ve sessiz sedasız Konya'yı terk etti. Şems, Konya'dan ayrılınca Mevlana çevresinden büsbütün koptu. Bir gün Şems, Mevlana'ya Şam'dan mektup yolladı. Bunun üzerine Mevlana, büyük oğlu Sultan Veled'i Şems'i getirmesi için iki bin dinar ve bir mektupla Şam'a gönderdi. Şems, ''Muhammed huylu Mevlana bizi altınla, gümüşle ne diye aldatıyor? Onun dileği yeterli'' diyerek dönmeyi kabul etti. Şems, 5 Aralık 1247'de Konya'da bıçaklanarak öldürüldü.

    

MESNEVİ NASIL YAZILDI?

    

Mevlana ölümünden sonra Şems'in yerine önce Kuyumcu Selahaddin'i, onun ölümünden sonra da Çelebi Hüsameddin'i koydu. Hüsameddin, Mevlana'nın Kuyumcu Selahaddin ile ulaştığı dinginliğin verime dönüşmesini sağladı ve en büyük eseri olan altı ciltlik Mesnevi'yi kaleme aldı.

Mevlana'nın deyişiyle ''Vahdet Dükkanı'' olan Mesnevi, akla gelebilecek her yerde ve neredeyse hiç durmadan yazıldı. Bazen evde otururken ya da oda içinde dolanırken, bazen sema yaparken, bazen sokakta yürürken, hatta bazen hamamda yıkanırken, bazen akşamdan sabaha kadar... Mevlana söyledi, Çelebi Hüsameddin yazdı. Mevlana hiçbir kitaba veya nota bakmadan şiir halinde söz etti, öyküler anlattı, bunları ayet ve hadislerle delillendirdi.

Mevlana, Şems'e yazdığı bir kaç mektup ve Mesnevi'nin ilk 18 beyiti hariç hiç bir şiirini ya da konuşmasını kendi yazmadı.

    

NEDEN HALA İLGİ ODAĞI?

    

Kitabın yazarı Ahmet Kardam, doğumunun üzerinden 800 yıldan fazla bir zaman geçmesine rağmen Mevlana'nın bugün hala ilgi odağı olmaya devam etmesinin nedenini kitapta, ''Mevlana'nın, insanı her şeyin üstünde tutan insan sevgisi ve hümanizmine'' bağladı. Kardam, şu görüşleri dile getirdi:

''Bu hümanizm ne insanı tanrılaştıran ne de Tanrı'yı insanlaştıran bir hümanizmdir. O İslam tasavvufunun varlık birliği inancına sıkı sıkıya bağlıdır. Bu inancını melamiliğe özgü aşk, cezbe ve insan meselesine verdiği ağırlıkla birleştirerek kendisine özgü bir sentez yaratmıştır. Mevlana'nın hümanizmi, gücünü tanrı aşkından alan bir sufi hümanizmidir.''

    

''GENE GEL, GENE... NE OLURSAN OL''

    

Kardam, 800 yıl öncesinin Selçuklu Anadolusunun Hristiyanların, Yahudilerin, Ermenilerin, Müslümanların, Rumların, Türklerin ve daha nicelerinin bazen barış, bazen savaş içinde yaşadığı bir coğrafya olduğunu hatırlatarak, şunları kaydetti:

''Mevlana'nın Mesnevisi'nde insanlara verdiği mesaj şuydu: 'Gene gel, gene... Ne olursan ol. İster kafir ol, ister ateşe tap, ister puta, ister yüz kere tövbe etmiş ol, ister yüz kere bozmuş ol tövbeni. Umutsuzluk kapısı değil bu kapı. Nasılsan öyle gel.' O çağda insanları bölen temel unsur ırk, etnik köken ve dilden çok din ve mezhep ayrılıklarıydı. O nedenle Mevlana'nın derin insan sevgisini yansıtan bu 'gel' çağrısının ağırlık ve önceliği de bu ayrıma yönelikti.''

 

Mevlana'nın ''Biz pergel gibiyiz. Bir ayağımız İslam'da sağlamca durur. Öteki ayağımız 72 milleti dolaşır'' sözlerinin, İslam'ın bütün inançlara, dinlere, mezheplere hoşgörüyle yaklaştığını ortaya koyduğunu vurgulayan Kardam, Mevlana'nın hümanizminin temel taşının ''Evrenin en değerli varlığı olan insan, kendini yaratmış olan Tanrı'ya aynadır'' inancını benimseyen ''ayna'' metaforu olduğunu anlattı.

    

KADINLARIN ÖRTÜNMESİ İLE İLGİLİ GÖRÜŞLERİ

    

Mevlana'yı tanıtan öykülere de yer verilen kitapta, ''Mevlana'nın kızı Melike Hatun'un, Mevlana'nın çok sevdiği ve ölümünden sonra yemekten içmekten kesilen ve ancak 7 gün yaşayan kedisini kefenleyip Mevlana'nın mezarının yakınlarında bir yere gömdüğü ve kedi için helva pişirip Mevlana'yı sevenlere dağıttığı'' rivayeti dikkati çekti.

 

Mevlana'nın, ''Erkek, fizik olarak kadından ne kadar güçlü olursa olsun, onun tutsağıdır'', ''Söylediği sözlerle bütün dünyayı sarhoş edebilen bir erkek bile karısına 'ne olur benimle konuş' diye yalvarır'' sözlerine yer verilen kitapta, ''Fihi Ma Fih'' adlı eserinde yer alan kadınların örtünmesi ile ilgili şu bölüme de yer verildi:

''İnsanlar, men edildikleri şey konusunda aç gözlü olurlar. Sen ne kadar kadına 'kendini sakla, örtün' diye emredersen, onda kendini gösterme arzusu o kadar fazlalaşır. Erkeklerde de örtünüp kendini gizlediği için, o kadını görme isteği artar. Şu halde, sen 'örtün' demekle her iki tarafın da görmek ve görünmek arzusunu kamçılamış oluyorsun ve bununla da kadını yola getirdiğini sanıyorsun. Bu yaptığın şey, bozgunculuğun ta kendisidir.''

    

MEVLANA'NIN GELİRİ

    

Kitapta yer alan bilgilere göre, Mevlana'nın geliri, verdiği fetvalara karşılık aldığı çok küçük paralar ile sarayın bilgin, din adamı, şeyh gibi kişilere bağladığı günde yarım dinarlık maaştan ibaretti.

Çok küçük bir evde yaşayan Mevlana, gece aydınlanmak için zenginlerin kullandığı mum yerine bezir yağı kandilleri kullanırdı.

 

Seyrek ve az yiyen Mevlana'nın sofrası da yoksuldu, çoğu zaman yoğurda sarımsak ezip pide ekmeği ile yerdi.

Mevlana için oruç ve namaz, diğer müminlerin sadece Allah'ın rızasını elde etmek için bir vazife olarak yerine getirdikleri ibadetler değildi, tıpkı sema gibi Tanrı ile buluşma yoluydu.

Müritleri, her etnik köken, din ve mezhepten insanlardan oluşuyordu. Mevlana'nın düşünceleri, her dinden, mezhepten, etnik kökenden toplumun bütün katlarından insanları kucaklayan insan sevgisi, müziği, semayı ve şiiri bir ibadet haline getirmesi, mütevazı yaşam tarzı Konya ileri gelenleri arasındaki yobaz kesimi rahatsız etti. Doğrudan Mevlana'yı hedef alamayan bu kesim, müritlere yöneldi, ama Mevlana müritlerine de sahip çıktı.

    

VEFATI

    

Mevlana Celaleddin Rumi, 1273 yılının sonunda hastalandı. Hastalığı boyunca devrin en ünlü hekimleri Ekmeleddin ve Gazanferi başucunda hastalığına bir teşhis koymaya çalıştı. Hekimler, sonunda çaresizlik içinde nesi olduğunu sordukları Mevlana'nın, sessiz kalmasından ölmeyi arzuladığını anladılar.

 

Mevlana, 17 Aralık 1273 Pazar gecesi 66 yaşında büyük bir özlemle, büyük bir aşkla kavuşmayı beklediği ''mekansızlık alemine'' döndü.

Mevlana'nın üzerinde sağlığında giydiği hırkasıyla örtülü tabutunun medrese kapısında görülmesiyle birlikte kıyamet koptu. Din alimleri, sufiler, ahiler, rintler, ileri gelen devlet adamları ve Hristiyanlar, Müslümanlar Yahudiler, Türkler, Araplar, Rumlar, Ermeniler ve herkes cenaze namazına geldi. Cenaze alayı normal olarak çok kısa bir zamanda varacağı camiye ancak gün batmak üzere ulaşılabildi. Mevlana, babasının gömülü olduğu yerde toprağa verildi. Konya halkı, her gün mezar başında ağlayarak kırk gün yas tuttu.

Yazar Ahmet Kardam, Mevlana'nın, ölüme dair bir gazelinin sonunda ''Ölüm hak aşıklarından uzaktır, onlar ne ölürler ne de yok olurlar'' sözlerini anımsatarak, ''Gerçekten ölmemiş olmalı ki, onun bu topraklarda yeşerttiği din, mezhep, ırk, etnik köken, dil, sınıf ve cinsiyet farkı gözetmeden sınırsız insan sevgisi ideali, aradan geçen 734 yıla rağmen, dünyamızda hem de onun adıyla hala yankılanıyor'' dedi. AA

    

Kültür Sanat Haberleri

'Acı(n)mak için Değil, Anlamak için Down Sendromu Tarihi' kitabını Şule Uzel anlattı
BU YIL İLK KEZ KARAMAN'DAN BAŞLADI
PAPA BİR GELDİ PİR GELDİ
TÜRKİYE ARTIK KÜRESEL SAHNE
Kurtlar Vadisi müzikleri çalıntı mı yoksa esinlenme mi?