Manşetlerdeki Başkan

Ümit Savaş Taşkesen

Onu manşetlerden tanıyorsunuz. Ben de önceki gün tanıdım. Gülümsedim. Düşündüm. Şaşırdım. Beni şaşırtan neydi diye düşündüm. Bulmak biraz zor oldu. Bir zamanlar sosyal devlet, sosyal belediyecilik diye bir uygulama vardı. Tarih öncesi zamanlarda kalmış gibi duran bu kavramları hatırlattığı için şaşırmış olmalıyım dedim kendime. Olacak şey mi bu şimdi? Bu çağda, bu dönemde, bu döngüde, bu nasıl olabilir demiş olmalıyım, demiş olmalılar. “Dikili Belediye Başkanı Osman Özgüven’den bahsediyorum. Hani on tona kadar suyu halka ücretsiz veren, bu yüzden de, ücretsiz verdiği için de hakkında dava açılan başkan. Bakın başkan neler yapmış: “Dikili’de belediye otobüslerini ücretsiz yapan, otobüse binen öğrencileri evlerinin önüne kadar bıraktıran, Belediyeye ait sağlık merkezinde1 doktor, 1 röntgen uzmanı, 1 laborant çalışıyor. Kış aylarında günde 30, yazları 100, yıllık ise yaklaşık 12 bin hastaya bakılıyor. 1 YTL’ye muayene, 6 YTL’ye röntgen çektiren, parası olmayandan bu ücretleri de almayan, belediye fırınında ekmeği de ucuza satan Özgüven, ayda 10 tona kadar su kullanandan de ücret almıyor. Ancak Özgüven’in ’sosyal belediyecilik’ adına yaptığı bu hizmetler, soruşturmaya uğramasına neden oldu.”

 Sizi bilmem ama beni burada şaşırtan şey şu oldu. Thomas Kuhn’un “Bilimsel Devrimlerin Yapısı” adlı kitabında anladığı ve anlattığı anlamda “paradigma”nın dışında bir uygulama yapmış olması. Yaşadığımız dönemin hakim paradigması küresel-liberal ekonomik sistem ve bunun beraberinde getirdiği ahlak, politika ve uygulamalardan oluşuyor. Bu tür politikalar zımni, bilinçaltında temel ve vazgeçil-e-mez, aksi düşünülemez, bilimin, aklın ve ekonomik verilerin desteklediği, önünde durulamaz ve herkesin mecburen uyguladığı/uygulaması gerektiği icraatlar olarak karşımıza çıkıp bize kendisini dayatıyor. Hakim bir paradigma oluyor bu. Herkesin hep birlikte uyguladığı, alternatifinin dahi olmadığı düşünülen bir kabul görmüşlükle, insaniyet adına ne varsa –ahlak, din, değer, duyarlılık, vd.- paraya tahvil edip içeriğini boşaltan bir yığın uygulamalar bütünü doğanın, bilimin ve aklın, rasyonel politikanın gereği olarak bizi sıkıştırıyor, bunaltıyor. Zihnen de bize başka türlüsünün mümkün olmadığı, buna mecbur olduğumuz kabullendiriliyor. ‘Küreselleşmenin gereği bu, ne yaparsın! Başka türlüsü mümkün değil.’ İtirazı dillendirebilecek haklı bir psikolojik zeminin dahi olmuyor. Herkesten önce sen de inanmış-inandırılmışsın. Böyle bir durumda seçme, seçilme işi de alternatifler üzerinden yürümüyor. Uygulanacak, kendisine tabi olunacak ‘tek bir politika, tek bir paradigma olduğu için’ bu tek tip politikayı kim daha iyi uygular, kim daha iyi icra edebilir üzerinden bir tercih yapıyorsun. Yoksa bakıyorsunuz herkes aynı şeyi söylüyor, tek iddia biz daha iyisini yaparız iddiasıdır. Osmanlı bankası metaforu yani. Hasılı kelam, böyle bir tek tipleşme içerisinde bir başkan çıkıp farklı bir şey yapıyor. Bu dünyada, bu çağda yaşamıyormuş gibi birkaç uygulama yapıyor. Farklı bir şey düşünmenin, bunun mümkün olduğunun göstergesi olarak bir “gösterge değeri” niteliği taşıyor Osman Özgüven. (Uygulamaları, politikaları nedir ne değildir bunu bilmiyorum. Çok da önemli değil. Benim açımdan bu gösterge değeri niteliği önemli.)

Bizim “biz dediğim her kim ise?” bir farkımız olmalı. Bir alternatif değer olmalı üretmeliyiz. İyi uygulayıcılar olmanın ötesinde alternatif üretici olma vasfı, öncü ve farklı olmayı da beraberinde getirmektedir. Farklı sesler, renkler duymaya ihtiyacımız var.

Aferin SHP’li başkana. Gündeminde din, başörtüsü, ezan, İslam, demokrasi, laiklik vd. dışında yoksulluk ve yoksunluk bulunan, çözmek için icraat yapan başkana. Osman Özgüven’in bu uygulaması CHP’nin de nerede kaybettiğini gösteriyor aynı zamanda. Manşetlerdeki başkan değil “Gösterge Başkan” demeliymişiz meğer. Bizim Büyükşehir ve merkez ilçe belediyelerinin sosyal belediyecilik uygulamaları nelerdir? Bilmiyorum. Bilgi edinebilirsek, bilgi gönderilirse onu ele alıp kıyaslayalım haftaya da.

***

YAZMASAM OLMAZ!

Şu bir gösterge olmamalı tabii, sen kalk Bosna’da KOMEK şubesi açılışı için özel uçak tut, gidecekler listesine kültür kuruluşlarından temsilcilere yer verme, özel olarak tuttuğun uçakta otuz kişilik koltuğu boş bırak, sonra da en alakasız yerde “savaştan şehitlerden söz edilirken hayvan sayılarını, hayvancılığı, belediye bütçesini soracak, akşamları odalara çekilip okey oynayacak elemanlarla, Konya’yı en iyi şekilde temsil et. Ben olsam uçaktaki boş koltukları Bosna’ya taşımak yerine TYB’nin Yazılacak Çok Şeyimiz Var gezi ekibinden durumu müsait olanlarından bir seçme yapardım. Dönüşte yazılan yazıları ve resimleri alıp da küçük bir Bosna izlenim kitabı ortaya çıkartırdım. Boş koltuğun kaybettirdiği şey budur işte.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.