Kur’an’da “ıslah (islâhân)” kelimesi

Doç. Dr. Murat Kayacan

Kur’an’da “ıslah (islâhân)” iki Medeni surenin birer ayetinde geçmektedir. Daha önce Kur’an’da “ıslah ve muslih” kelimelerine dair iki yazı kaleme almıştık. O yazılarda geçen “ıslah” kelimesinin orijinali “اِصْلَاحَ” şeklindeyken bu yazıda ele alacağımız “ıslah” kelimesinin orijinali “اِصْلَاحًا” (islâhân)” şeklindedir. Dolayısıyla iki yazı arasında bir tekrar söz konusu değildir. Bu yazıda söz konusu iki ayet, içlerinde bulundukları surelerin iniş sırasına göre ve büyük oranda Muhammed Abduh ve Reşid Rıza’nın “Tefsîrü’l-Menâr” adlı tefsirindeki yorumlar bağlamında ele alınacaktır.

Muhammed Abduh’a göre iddet süresi bitmeden önce, ric`î (karı-kocanın barışıp birbirlerine dönmeleri ile gerçekleşen) talak ile boşanma süreci başlatan koca, hanımını geri almada önceliklidir. Bu öncelik, boşanmaya konu olan anlaşmazlıkları giderme ve onunla güzel bir hayat sürme durumunda söz konusudur.[1] Konu ile ilgili ayet şöyledir: “Boşanmış kadınlar, kendi başlarına (evlenmeden) üç ay hali (hayız veya temizlik müddeti) beklerler. Eğer onlar Allah'a ve ahiret gününe gerçekten inanmışlarsa rahimlerinde Allah'ın yarattığını gizlemeleri kendilerine helal olmaz. Eğer kocalar ıslah kastında bulunurlarsa bu durumda boşadıkları kadınları geri almaya daha fazla hak sahibidirler. Kadınların da ödevlerine denk belli hakları vardır. Ancak erkekler, kadınlara göre bir derece üstünlüğe sahiptir. Allah azîzdir, hakîmdir.” (el-Bakara 2/228). Abduh, hanımını tekrar uhdesine almak suretiyle başvurulan barışma arzusunun, karı-kocanın karşılıklı bir şekilde birbirlerine olan hak ve sorumluluklarını yerine getirmekle gerçekleşeceğinden dolayı yüce Allah’ın, insanın ıslahının önemli rükünlerinden biri olan çok veciz bir ifadeyle ayette şöyle buyurduğunu belirtir: “Kadınların da ödevlerine denk belli hakları vardır.” Ona göre bu cümle, ciltlerle ifade edilemeyecek anlamları içerir. Ayet, kadının hak ve sorumluluklarının bilinmesini ve belirlenmesi konusunu toplumun din, inanç, ahlak ve geleneklerine bağlı olan örfe bırakmıştır.[2] Kadının kocasına yönelik yerine getirdiği her sorumluluğun karşılığında erkeğin kadına karşı bir görev ve sorumluluğu vardır.[3]

Abduh, İslam ile Avrupa’yı kadınlara verilen haklar açısından karşılaştırır. İslam’ın kadınlara verdiği değerin kendisinden önce  de sonra da hiçbir dinin, şeriatın ya da toplumun vermediğini, Avrupalıların kadına değer vermesinin ise daha önce benimsedikleri dinden değil, geçen asırda (19. yüzyıl) gerçekleştirilen modern medeniyetten (Avrupa) kaynaklanan bir sonuç olduğunu ifade eder.[4] Kadınların siyasal katılımına dair de Abduh şöyle der: “Nebi (s), erkeklerle olduğu gibi kadınlarla da biatlaşmıştır.”[5] Kadınlar madem dünya ve ahirette yaptıklarından sorumludur o halde Rablerine, beylerine çocuklarına, yakınlarına, bütün ümmete ve dine karşı olan hak ve sorumluluklarını öğrenme olanağı sağlayan ilimden yoksun bırakılması mümkün değildir. Aksi takdirde özetle ya da ayrıntılı olarak bilinmeyen hak ve sorumluluklar yerine getirilemez. Toplumun yarısını oluşturan kadınların cehalet içinde bulunduğu toplum kurtuluşa eremez.[6]  Kadın sağlık bilimlerini ve kurallarını bilmiyorsa ve ilaç isimlerinden haberi yoksa eşini veya çocuğun tedavi edip ona hasta bakıcılık yapamaz.[7] Görüldüğü gibi Abduh’un ıslah çabalarında aile, önemli bir yer tutmaktadır. Onun kadın hakları açısından Batı karşısında bir kompleksi yoktur.

Abduh, Hz. Peygamber’in (s) kendi kızıyla damadı arasında verdiği hükmün (Hz. Fatma’nın ev, Hz. Ali’nin ev dışı işlere bakması) fıtratın öngördüğü bir işbirliğinin ve insanların maslahatının gerektirdiği bir şey olduğunu belirtir.[8] Yani o, kadınla erkeği eşitlik yarışına sokmaz, onların faydasına olan şey yarışmak değil, işbirliği yapmaktır. Yukarıdaki ayette (el-Bakara 2/228) bulunan “Ancak erkekler, kadınlara göre bir derece üstünlüğe sahiptir.” cümlesini yorumlarken Abduh şöyle der: “Evlilik sosyal bir yaşam ortamıdır ve her sosyal öbeğin de bir yöneticisi vardır; çünkü bir arada yaşayanlar bazı konularda farklı görüş ve eğilimlere sahiptir. Dolayısıyla bunların maslahatı ihtilaf durumunda görüşüne başvurulacak bir yönetici ile temin edilebilir. (…) Yöneticilik erkeğe daha uygundur; çünkü o, söz konusu maslahatı daha iyi bilir ve gücüyle malıyla onu uygulamaya muktedirdir. (…) Erkeğe bu hakkın verilmesi yani onun yöneticiliğinin caiz görülmesi, evlilik hayatının maslahatı ve karı-koca beraberliğinin yürümesi içindir. Nitekim askeri yönetici ile halife veya padişaha ümmetin mashahatı için aynı türden yetkiler verilmiştir.”[9] Yani Abduh, ailenin maslahatını sağlamak konusunda sorumluluğun büyüğünü kocaya vermektedir.

Muhammed Abduh, ailevi sorunları çözme konusunda hakem tayinin vacip (zorunlu) mi yoksa mendup (bağlayıcı değil) mu olduğu ile ilgilenenlerin, tahkimin pratik yönüyle (karı-koca arasını ıslah) ilgilenmemelerini şu ayet bağlamında eleştirir: “Eğer karı-kocanın aralarının açılmasından korkarsanız, erkeğin ailesinden bir hakem ve kadının ailesinden bir hakem gönderin. Bunlar ıslah etmek isterlerse Allah aralarını bulur; şüphesiz Allah her şeyi bilen, her şeyden haberdar olandır.” (en-Nisa 4/35). Ardından da eşlerin arasının açılması tehlikesi karşısında Allah’ın hakem tayini getirirken kulların durumlarını, ahlaklarını ve onları ıslah edecek çözümü bildiğini ve aralarında ortaya çıkan anlaşmazlıktan, onun gizli ve açık nedenlerinden haberdar olduğunu dolayısıyla karı-koca arasını düzeltecek araçlara dair hiçbir şeyin Allah'tan gizli olmadığını belirtmektedir.[10] Yani Kur’an’ın hikmetli tavsiyeleri fıkhî kalıplara kurban edilmemeli, Müslümanların ilişkilerini ıslah konusunda istihdam edilmelidir.

Görüldüğü gibi “ıslah (islâhân)” kelimesinin yer aldığı iki ayette boşanmış kadınların tekrar evlenmek için üç ay hali süresince beklemeleri gerektiğinden, ricî talakla boşanma gerçekleştiyse eşinin onu tekrar almakta önceliği bulunduğundan, kadınların sorumluluklarıyla denk oranda hakları olduğundan, eşler arasında anlaşmazlık çıktığında aile içi çözüm üretme çabalarının önceliğinin mevcudiyetinden söz edilmektedir.

 

 

[1] Rızâ, Tefsîrü’l-Menâr, 2: 297.

[2] Rızâ, Tefsîrü’l-Menâr, 2: 297-298.

[3] Rızâ, Tefsîrü’l-Menâr, 2: 298.

[4] Rızâ, Tefsîrü’l-Menâr, 2: 298.

[5] Rızâ, Tefsîrü’l-Menâr, 2: 299.

[6] Rızâ, Tefsîrü’l-Menâr, 2: 299.

[7] Rızâ, Tefsîrü’l-Menâr, 2: 300.

[8] Rızâ, Tefsîrü’l-Menâr, 2: 301.

[9] Rızâ, Tefsîrü’l-Menâr, 2: 301, 302.

[10] Rızâ, Tefsîrü’l-Menâr, 5: 65.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.