Kur’an’da “emeden” kelimesi

Doç. Dr. Murat Kayacan

 

Kur’an’da süre ve uzak mesafe anlamında kullanılmış olan “emeden” kelimesi, iki Mekki ve bir Medeni surenin birer ayetinde yer almaktadır. Bu yazıda söz konusu ayetler, içlerinde bulundukları surelerin iniş sırasına göre ele alınacaktır.

Dinde elçiye düşen şey, tebliğdir. Kötülükten uzaklaştırma amaçlı tebliğ yöntemlerinden birisi de Allah’tan gelecek bir azaba karşı insanları uyarmaktır. İnsanların vahiy doğrultusunda bir inanç ve pratiğe yönelip yönelmemeleri ise tebliğciyi değil, kendilerini ilgilendirir. Muhtemelen ilahî azap konusunda Resulullah’a (s) alaycı bir soru sorulmuş ancak Kur’an, bu soruyu belirtmeksizin doğrudan onlara verilmesi gereken yanıtı aktarmıştır: “De ki: Tehdit edilegeldiğiniz (azap), yakın mıdır, yoksa Rabbim onun için uzun bir süre mi belirler, ben bilmem.” (el-Cin 72/25). Resulullah (s), kavmine yönelik olarak azap tehdidinde bulunsa da o azabın ne zaman geleceği bilgisine sahip değildir. Kötülük yapanların azaba uğramaları konusunda yetkisi yoktur. Bu konuda kendisine vahiy yoluyla bildirilenlerin ötesine geçip gaybî bilgileri elde edemez. Bilgi konusundaki bu acizlik ile kâfirlerin şeytanî amaçlarla kurdukları tuzaklar birleşince tebliğin ne kadar zorluk içinde yapıldığı ve sabır gerektirdiği de kendiliğinden ortaya çıkar.

Ashâb-ı Kefh,[1] dinleri uğruna içinde yaşadıkları toplumdan uzaklaşmak zorunda kalmış, bir mağaraya sığınmış ve -Allah’ın dilemesi sonucu- orada uzun süre uyuyakalmıştır. O gençler, uyandıklarında ne kadar mağarada kaldıklarını hesaplamaya çalışmışlardır: “Sonra da iki guruptan hangisinin kaldıkları süreyi daha iyi hesap edeceğini görelim diye onları uyandırdık.” (el-Kehf 18/12). Ayette söz edilen “hesaplama” çabası içinde olan kimseler, Ashâb-ı Kehf olabileceği gibi onlarla birlikte onları mağarada bulan kimseler de olabilir. Yine ayetteki “görelim diye” ifadesi, genellikle “insanlar görsün diye” tefsir edilmiştir. Böyle yorumlayanların niyetleri, yüce Allah’ın her şeyi yarattığı düşüncesiyle O’nu eksikliklerden uzak tutmaktır. “Allah’ın sonradan bilmesini mümkün gören” Müslüman yorumcuların niyeti ise -Allah bilir.- Allah’ın önce kulların her yapacağını planladığı sonra da onları ellerinde olmayan fiilleri nedeniyle cehenneme ya da cennete gönderecek olduğu anlayışından Allah’ı tenzih etmektir.

Melekler insanların yaptığı iyi ve kötü her işi kayıt altına alır. İşi fitne fesat olanlar, ahirette kendilerini temize çıkarmak isteseler de çaresizdirler: “Herkesin, iyilik olarak yaptıklarını da kötülük olarak yaptıklarını da karşısında hazır bulduğu günde (insan) isteyecek ki kötülükleri ile kendisi arasında uzun bir mesafe bulunsun. Allah, kendisine karşı (gelmekten) sizi sakındırıyor. Allah kullarına çok şefkatlidir.” (Al-i İmran 3/30). Ayette; dünyada haksızlığa uğrayıp haklarını alamayanlara bir müjde, kötülük yapanlara da bir tehdit vardır. Yeryüzünde tağutlar, kendilerine itaat edilmesini sağlamak için korku yayar; ancak korkulması gereken onlar değil, onları da yaratan Allah’tır. Dünyada kötülük yapanlar, tövbe edip Allah’a yönelirlerse onları bekleyen şey ilahî azap değil, şefkattir. Bu ayet ile azap öncesi uyarıda bulunulması, Allah’ın kullarına karşı pek merhametli olduğunun göstergesidir.

Görüldüğü gibi Kur’an’da süre ve uzak mesafe anlamında kullanılmış olan “emeden” kelimesinin geçtiği ayetlerde; ilahî azabın ne zaman inkârcıları kuşatacağını Resulullah’ın (s) bilmediğinden, Ashâb-ı Kehf’in uzun süre uyumalarının ardından ne kadar süre o halde kaldıklarını kendi aralarında ya da onları bulan kimselerle birlikte hesaplamaya çalıştıklarından, dünyada iyi işler yapanların ahirette ödüllendirileceğinden ve kötü işlerin peşinde koşanların cezalandırılacağından söz edilmektedir.

 

[1] Ashâb-ı Kefh kıssasındaki gençlerin Hz. İsa’nın yolundan giden müminler olduğu şeklinde yaygın bir kanaat olsa da Yahudi din adamlarının yönlendirmesiyle Resulullah’a Ashâb-ı Kehf hakkında sorular sorulduğu şeklindeki nüzul bilgisi dikkate alındığında onların Hz. İsa’dan da önce yaşamış müminler olma ihtimali daha kuvvetlidir. Söz konusu rivayet için bkz. Ebu’l-Fida İsmail b. Ömer İbn Kesir, Tefsîru’l-Kur’ani’l-azim (Beyrut: Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1419), 5: 123.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.