Taraf'tan Temel İskit'in "Açılım" başlıklı yazısı (1 Eylül) MHP'nin yürüttüğü siyasete ilişkin yerinde tespitler içeriyor. İskit, CHP'nin son dönemdeki tavrına değindikten sonra şöyle devam etmiş:
"Buna karşı MHP'nin duruşu sahici ve ilkesel. Bahçeli'nin üslubunun sertliği, Kürt açılımının, partisi ve zihniyeti için ne kadar ölümcül olduğunu fark etmesinin delili. Zira, MHP lideri sürecin aşırı milliyetçi söylemini ne kadar boşlukta bıraktığını görüyor. "
Elinizdeki yazının başlığını İskit'in bu tespitinden hareketle attım. Eğer süreç İskit'in gözlemlediği gibi işliyor ise, siyaset sahnesinde "Kim korkar 'bozkurt'tan?" diye sormanın zamanının gelip de geçmekte olduğunu söyleyebiliriz.
İsterseniz şimdi de bu soruyu şimdiki zamana uyarlayalım: Bugün, siyaset sahnesinde "Bozkurt'tan kim korkuyor?"
Ve de buna ek olarak şu soru: Ve bu "korku" ne zamana kadar sürecek?
AK Parti'nin attığı adımlarda gözlemlediğimiz tereddütten hareketle, bu partinin "Bozkurt'tan korkmayı" hâlâ üzerinden atamadığını söyleyebiliriz.
CHP'nin durumu biraz daha karmaşık: Bu parti her ne kadar "ayrı telden çaldığı" izlenimi vermeye çalışsa da, MHP'nin savunduğu fikriyata çok yakın bir çizgide. Ancak, ülke tarihinin tekrar tekrar analiz edilmesi gereken özel nedenlerinden dolayı, CHP'nin, "seçmenine göz koymak" açısından "Bozkurt"tan çekindiği ileri sürmek doğru olmaz sanıyorum.
Yeri gelmişken şunu da ilave edelim: AK Parti'de gözlemlenen bu "korku"nun sadece "seçmen kaptırmak korkusu"ndan kaynaklandığı da söylenemez herhalde. Çünkü AK Parti içinde MHP'nin temsil ettiği "pre-politik" (politika öncesi) bir millet-milliyetçilik anlayışını paylaşanların sayısı az olmasa gerek.
İskit'in yazısına devam edelim:
"Cumartesi günkü 'konferansdaki' ifadelerinden de görüldüğü gibi Bahçeli daha da sertleşecek. (…) Sürece katılmasının partisinin sonu olacağını biliyor çünkü. MHP artık ulusalcılıkla özdeşleşmiş olan benliğini yitirmemek için daha radikalleşme yolunda. Sonunda MHP ve muhtemelen bir Kürtçü partinin AB ülkelerindeki marjinal aşırı sağcı siyasi oluşumlara indirgenmesi olası."
İskit'in şu son cümlesi de altı çizilecek cinsten:
"Zaten siyaset yelpazemizde öyle partilerin de bulunması Türkiye demokrasininin ileri bir aşamaya ulaştığının göstergesi olacak."
Bu tespitlere de katılıyorum. Eğer –maazallah- önümüzde açılan ve açılacak olan "süreçler"in önüne bir takım siyaset dışı gelişmeler dikilmez ise.
MHP Genel Başkanı'nın hiddetle savunduğu millet-milliyetçilik anlayışını biraz önce "pre-politik" olarak niteledim.
Gerçekten de, İskit'in hatırlattığı o "konferans"ın metnini önünüze koyduğunuz zaman, bu ad, bu sıfat yerine çok iyi oturuyor.
Bu kanaate bir kez daha nasıl vardığımın yöntemini de söyleyeyim isterseniz.
Bahçeli'nin partisinin 40. kuruluş yıldönümü münasebetiyle verdiği 2 saatlik bu konferansın tam metnini önüme koyup satır satır okudum. Evet öyle idi; başkanın ağzından dinlediğimiz MHP politikası aslında tam da "pre-politik" karakterdeydi.
Konferans metnini okuyup bitirince, Devlet Bahçeli hakkında özellikle gönülleri hâlâ MHP'de kalmış birçok köşe yazarı tarafından sıklıkla dile getirilen yoruma katılmamakta haklı olduğumu da gördüm. Bu yorum, esas olarak, MHP'nin koalisyon ortağı olmasından sonra genel başkanın partisini –burada "ülkücüler" kastediliyordu- nasıl bir dirayetle olayların dışında tutmayı başardığı –tabii ki övgü ile- anlatıyordu.
Bunları söylerken Bahçeli'nin "konferans"ta birkaç kez altını çizdiği bir hususu unutuyor değilim. Bu, genel başkanın "ülkücüler"den "meşru ve yasal imkân ve çizginin kullanılması"nı istediği cümlelerdi. "Demokratik yönetimin sunduğu imkânlar, bölücülere ayrılma talepleri doğrultusunda fırsatlar sunduğu kadar, buna direnecek milliyetçiler için de aynı imkânları fazlasıyla sunmaktadır" diyordu Bahçeli.
Bu iyi, yerinde bir uyarı tabii ki; meseleler "fikir beyan etmek" çerçevesinde kaldığı müddetçe "milliyetçiler" de tabii ki fikirlerini açıklayacaklardı.
Ancak bana göre, "konferans"a "ruhunu" veren "söylem" pek çok yerde –sanki?- bu uyarı-hatırlatmayı aşıyor, hatta aşındırıyordu.
Bir kere her şeyden önce, Meclis'te grubu olan bir partinin genel başkanının salondaki dinleyicilere "dava arkadaşlarım" şeklinde hitabı.
Siz ne düşünürsünüz bilemem ama bana göre bu şekilde bir hitabın bir demokrasi de yeri yoktur. Hele de –söylediğim gibi- bu ifadeyi ülkenin üçüncü büyük partisinin başında bulunan bir siyasetçi sarf ediyor ise. Yoktur, çünkü demokrasinin sunduğu belki de en büyük "hediye" toplum da artık "davalar"ın son derece marjinalleşmiş olmasıdır. Ayrıca "demokrasi"nin kendisi de çağrı yapılacak bir "dava" değildir. Ve –kimse kızmasın-kırılmasın ama- demokraside bu şekilde toplumun bir bölümünü bir "dava"ya çağırmak bize ister istemez "totaliter bir dil"i çağrıştırmaktadır.
"Konferans"ta karşılaştığımız gibi, seçimlere katılan ve hiç de küçümsenmeyecek sayıda seçmenin teveccühüne şayan olan bir siyasal partinin genel başkanının sadece "ülkücüler"e hitabı da –bence- çok problemli idi. Bu cüssede bir siyasal partinin genel başkanının fikirlerini "Aziz dava arkadaşlarım" yerine "Aziz vatandaşlarım" hitabıyla açıklaması gerekmez mi?
Bahçeli'nin "konferans"ta sarf ettiği şu sözler de bende hiç de hoş olmayan bir çağrışıma neden oldu:
"Yozlaşmış bürokrasi, tekelci sermaye ve batıcı elitlerin koalisyonundan oluşan ittifak, küresel sermayeyle işbirliği yaparak, milli olan her şeyi tahrip etme gayretindedir."
Bilmem anlatabildim mi? Bu tasvir –sanki- bir zamanlar yenik düşmüş bir ülkede birilerinin yaptığı bir tasviri hatırlatmıyor mu?
Uzatmayacağım daha çok. Özetle söylemek gerekir ise, Bahçeli'nin "Türk, Millet, Milliyetçilik, Davamız" gibi konferansın temel kavramlarına ilişkin yaptığı açıklamaların tamamı "pre-politik" karakterdeydi.
Duygulu ama "pre-politik"; heyecanlı ama "pre-politik", hiddetli ama "pre-politik". Yani politikayı sırtını dönmüş bir "politika".
Ben Temel İskit'in yazının başında aktardığım tespitlerini bu çerçeve içine yerleştirerek yerinde buldum. Türkiye bir "açık toplum" (Soros ile ilgisi yok!) olmak yönünde ilerleyip "politika"yı keşfettikçe, bu "pre-politik" söylemin ve teşkilatın marjinalleşmesi kaçınılmazdır. Dolayısıyla siyasal partilerin "bozkurt"tan korkmamaları gerekir, yeter ki daha gelişmiş bir demokrasinin peşini bırakmasınlar
Kürşat Bumin Yeni Şafak