Kardeş Olmanın Sorumluluğu

Haşim Akın

Kur’an-ı Kerîm’de Rabbimiz müminleri “kardeş” olarak tanımlar ve bu kardeşlik için iman etmiş olmanın dışında başka hiçbir şart koşmaz. Irk birliği, kabile yakınlığı, akrabalık, siyasi görüş benzerliği ya da aynı zevk ve hobileri paylaşmak bu kardeşliğin ön şartı değildir.

Müslümanlar Kur’an’ı çok iyi okuyamasalar veya ayetler konusunda derin bir vukufiyetleri olmasa da, “müminlerin kardeş olduğu” gerçeğini ifade eden bu kısa ayeti bilirler. Hemen herkes bu ayeti duymuş, ezberlemiş ya da en azından telaffuz etmiştir.

Kur’an-ı Kerîm, iman ile kardeş kıldığı bu insanları aynı zamanda “insan” olarak kabul eder. İnsani zaaflarını, beşerî hallerini yok saymaz. Bu nedenle aralarında problem yaşanmasını da tabii görür. Bizim çoğu zaman kabul etmekte zorlandığımız birçok olumsuz haslet kökten yasaklanmaz; bilakis sınırlandırılır ve disipline edilir.

İslam, kardeş olan müminlerin zaman zaman anlaşmazlığa düşmesini yasaklamaz. Bazı ihtilafların yaşanmasını doğal karşılar; ancak onları kendi hallerine de bırakmaz. Çünkü başıboş bırakılan beşerin nerede duracağını ve nasıl davranacağını kestirmek zordur. Nitekim Nisâ Suresi 65. ayet bu konuda nihai ilahî hükmü bildirir:

“Hayır! Rabbine yemin olsun ki, aralarında anlaşmazlığa düştükleri konularda seni hakem kılıp, verdiğin hükme içlerinde en küçük bir burukluk duymaksızın tam bir teslimiyet göstermedikçe iman etmiş olmazlar.”

Yani ihtilaflar, keyfî yöntemlerle değil; hakemlik ve adaletle çözüme kavuşturulacaktır.

Peki, kardeş ilan edilen bu Müslümanlar kavga edebilir mi? Bu da bütünüyle yasaklanmış değildir. Allah Resûlü’nün (s.a.v) terbiyesinde yetişmiş sahabenin dahi zaman zaman beşer sıfatıyla bu tür durumlara düştüğünü görmekteyiz. Ancak bu kavgaya da sınırlar getirilmiştir:

  • Öfkeyi yutmak gerekir:
    “Onlar bollukta da darlıkta da Allah yolunda harcarlar; öfkelendiklerinde öfkelerini yutar, insanların kusurlarını bağışlarlar…” (Âl-i İmrân, 134)
  • Sınır koymayı ve susmayı bilmek gerekir:
    “Boş söz işittikleri zaman ise, ondan yüz çevirirler ve: “Bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz de sizedir; size selâm olsun; (biz) cahilleri (arkadaş edinmek) istemeyiz” derler.” (Kasas, 55)
  • Tartışmayı uzatmamak esastır:
    Resûlullah (s.a.v.) buyurur:
    “Haklı olduğu hâlde tartışmayı terk edene cennetin kenarında bir köşk; şaka bile olsa yalanı terk edene cennetin ortasında bir köşk; ahlâkı güzel olana ise cennetin en üstünde bir köşk garanti ederim.” (Ebû Dâvûd)
  • Zulüm dışında saldırganlık ve çirkin söz yasaktır:
    “Allah, çirkin sözlerin açıkça söylenmesini sevmez; ancak zulme uğrayan başka.” (Nisâ, 148)

Kardeşlik devam ederken kırılmak, darılmak, küsmek yasak mıdır? İslam bunu da kökten yasaklamaz; ancak süre koyar. Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurur:

“Bir müminin din kardeşiyle üç günden çok dargın durması caiz değildir. Üç gün geçtikten sonra, onunla karşılaşırsa, ona selam verip hatırını sormalıdır. O kimse selamını alırsa, birlikte, sevaba ortak olurlar. Selamını almazsa günaha girer. Selam veren de küs durma mesuliyetinden kurtulmuş olur.” (Ebû Dâvûd)

Hiç kimse “ama ben haklıydım, onun yaptığını unutamadım ki…” gerekçesiyle ömür boyu küsmeye, bu küskünlüğü çocuklarına miras bırakmaya hak sahibi değildir.

Hucurât Suresi’ndeki “Müminler ancak kardeştir” ayetinde Rabbimiz, onlara “Öyleyse kardeşlerinize kavga etmeyin, birbirinizi kırmayın, incitmeyin” diye bir emir vermediğini ve hemen devamında üçüncü kişilere dönüp onlara yeni bir görev ve sorumluluk yüklediğini görüyoruz. Bu emir; sebep ve sonuç ilişkisi kurmadan tüm kardeşlere karşı uygulanılması gereken bir husustur. Yani ıslah hareketi başlayacak ve küslerin arası barıştırılacak.

Bu emir, taraf olmadan ve ayırım yapmadan tüm Müslümanları kapsar. Akraba, komşu, arkadaş ya da iş arkadaşı fark etmeksizin; aralarında sorun bulunan kimselerin ilişkisini ıslah etmek toplumun ortak görevidir. Müslümanların “seyirci kalma” ya da “zamanla geçer” deme lüksü yoktur.

Hucurat suresindeki kardeşliği ilan eden ayeti kerimenin bir üst ayetinde rabbimiz, kavga ve problem yaşayan iki kişi veya grubun nasıl barıştırılacağı ve hangi yolların izlenmesi gerektiğini de detaylarıyla anlatıyor. Zamanında ıslah edilmeyen ve kendi haline bırakılan böylesi olayların nasıl da kangren olduğunu hayattaki birçok tecrübeden biliyoruz.

Dünyaya bir kardeşlik manifestosu ilan eden ayeti kerime muhtemel problem ve anlaşmazlıklara bir çözüm olarak hemen üçüncü şahısları devreye koyuyor. Zira insanın o kızgınlık veya kırgınlık haliyle bunu kendi başına düzeltme imkânı veya fırsatı olmayabilir. İslam bir cemiyet dinidir. Bireysel olarak yaşanan İslam, toplumu ıslah etmez. İslam, insanı sadece kendi nefsinden sorumlu tutmaz. Asıl ıslah ve dönüşüm tüm bireylerin görevlerini yapmasına bağlıdır. Mümin sadece kendinden değil, çevresinden de sorumludur.

Bu noktada en büyük suç; “Bana ne!” diyerek kenara çekilmektir. Taraflara şirin görünmek, herkese haklılık payesi dağıtmak da ıslah değildir. “Onlar kocaman adamlar, akılları var, onlar da ne yapmasını gerekeni biliyor, ben işin içine girersem ben de kötü olurum, bırakalım ve zamanı gelince çözülsün…” diyerek işi akışına bırakmak büyük bir hatadır. Islah; adaletle, hikmetle ve cesaretle olur.

Resûlullah (s.a.v.) “insanların arasını bulmayı, nafile namaz ve oruçtan daha faziletli bir ibadet olarak nitelemiştir.” (Ebu Davud) Akrabalık bağını koparanların cennete giremeyeceğini de açıkça bildirmiştir. (Buhari)

Demek ki kardeş olup kimseyi kırmadan yaşamak yetmez. Aynı zamanda kırılanları onarmak, safları sıklaştırmak ve toplumun dirliğini korumak da imanımızın bir gereğidir.

Allah cennet yolculuğumuzu kolay kılsın.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.