İstiklal Marşı Derneği Genel Başkanı şair ve yazar İsmet Özel, İstiklal Marşı Derneği Konya Şubesinde, dernek üyeleri, şair ve yazarlar başta olmak üzere seçkin bir dinleyici topluluğuna bir konuşma yaptı.
Konuşmasında, İstiklal Marşı Derneği olarak reçete-çözüm-senaryo adını taşıyan istiklal yürüyüşü yaptıklarını söyleyen İsmet Özel sözlerine şöyle devam etti:
Bu topraklar üzerindeki mevcudiyetimizin iki buutu (boyutu) var. Hiçbir şey kendi tabiatı gereği olmuyor yani dünyadaki insan mevcudiyetinin bir türevi olarak bazı hadiseler vuku buluyor. Dünyadaki insanların mevcudiyeti tabiat şartlarının bir kaçınılmaz sonucudur diye düşünüyorsak eğer bütün diğer şeyleri olacağı olduğu için oldu diye düşünmemiz lazım ama insan, dünyada bulunmasının gereğini yerine getirmeyi kabul veya reddediyorsa başımıza gelenler zaten gelecek şeyler değildir.
Tarih geçmişte olmuş şeylerin hikâyesi değil, bundan sonra yaşayacağımız şeylerin izahıdır. Dernek olarak Türkiye’nin varlığı ve yokluğu meselesi ana konumuzdur. Biraz önce belirtmiş olduğum buutlardan birincisi katkıda bulunduğumuz ikincisi de maruz kaldığımızdır.
TÜRKİYE DARULİSLAM OLDUKTAN SONRA VATANLAŞTI
Bu topraklarda yaşayanlar olarak biz neye katkıda bulunduk? Tabii ki toprakların bir vatan olmasına katkıda bulunduk. Türkler bu toprakları vatan yapmadan önce kimsenin vatanı değildi. Tabii ki devletler kuruldu ama bu toprakların birilerinin vatanı olması vakası “darulislam” olduktan sonra oldu. “Türkiye” ismine katkıda bulunanlar buralarda yaşayanlar değil Venedikliler gibi dışarıda yaşayanlardır. Bu topraklar darulislam olmakla Türk toprağı oldu. Bu bir hâkimiyetten önce burada bir yaşama mücadelesinin yükselmesiyle bu topraklar vatan oldu.
Ne zaman ki bu topraklarda yaşayanların rahatı başkalarının rahatsızlığı hâline geldi o zaman birileri bunların çaresine bakma yolları aradı. İstiklal Marşı Derneği, dünyadan Türk varlığının silinmesi, dünyada Türk varlığından bahsedilmemesi meselesi en canlı olduğu sırada doğdu.
ŞU ANDA SENARYONUN OYNANMASIYLA MEŞGULÜZ
Dünya güçlerinin şark meselesini çözmek için harekete geçmesiyle birlikte aranan reçete çözüm olarak takdir edildi ve sonunda bize kala kala senaryo kaldı. Yani senaryoyu yaşar hâle geldik. Biz şu anda senaryonun oynanmasıyla meşgulüz ve bundan da keyif alıyoruz. İsrail’e karşı çıkıyoruz.
Türkiye bir şey olmak üzere harekete geçmediği müddetçe hiçbir şeyliği kabullenmiş sayılır. Türkiye bir şey olmayı göze alarak harekete geçmelidir. Bir süreci kabul etmek gerekir: Türk oldu, vatan oluyor, millet olacak süreci. Türkiye’de yaşayanların önemli bir kısmı hatta çoğunluğu Türkiye’nin geleceği meselesini tamamen kendi kimlik meselesi ile çelişir görmektedir. İnsanların öyle açık fikirleri vardır ki bunlar Türkiye’nin geleceği konusunda açık fikirler edinmeye engeldir.
NÜFUS MÜBADELESİNDEN KURTULANLAR
Cumhuriyet ilan edildikten sonraki nüfus mübadelesinde Ege bölgesindeki bazı köyler mübadeleden etkilenmemek için kendilerinin Müslüman olduğunu söylediler. Bu köylerden bazıları 1960 ihtilalinden sonra pişman olarak durumu devlete bildirdiler ve kendi Rum Ortodoks kimliklerini geri almak istediler. Bu basit bir belirtidir. Kısa süre önce Doğudaki bazı Alevi-Kürtlerin aslında Ermeni oldukları söylendi hemen tepkiyle karşılandı. Bunun kabulü bile geriye kalan Sünni nüfusun nereden mürekkep olduğunu düşündüreceği için bunun fazla üstüne gitmediler.
KÂFİRİN TASALLUTUNDAN KAÇIRILMIŞ TOPRAKLAR
Bugün Türkiye’nin geleceği benim geleceğim değildir, diyenlerin olduğu bir ortamda yaşıyoruz. İnsanlar bir şeyin değilse başka bir şeyin müşterisidir. Ama hepsi müşteridir. İkinci bir mahiyetleri yoktur. Önce üzerinde yaşadığımız toprakların özelliğini anlamamız gerekir. Bu özellik insanlardan mı geliyor? Bu soruyu sormak lazım. Bir imparatorluğun elde kalan son parçasında yaşıyoruz, diyorsanız üzerinde yaşadığımız toprakların karakteri hakkında bir şey bilmiyorsunuz demektir. Biz, elde kalan son topraklarda yaşamıyoruz. Birinci Dünya Savaşında tarihten silinmeyi reddeden topraklarda yaşıyoruz. Türkiye Cumhuriyeti son toprak değildir. Türkiye Cumhuriyeti Tük varlığının tarihte kovulmak istenmesinin reddi ile ortaya çıkmış bir ülkedir. Türkiye Cumhuriyeti kâfirin tasallutundan kaçırılmış topraklardır. Türkiye Cumhuriyeti bugün 1923 şartlarına geri gelmiştir. Bunun asli cevheri itikada ilişkin olanıdır.
HER ALANDA KÜFÜR-İMAN ÇATIŞMASI VAR
Dünyada bir küfür düzeni hâkimdir, dediğimizde bunu kabul etmek insanların hoşuna gider ama “Bu düzenin ayakta durmasına hizmet etmek de kâfir olmanın bir ucudur.” desem bu herkese dokunacağı için “Olmaz.” derler. İnsanlar, “Küfrü yüceltiyorum ama kâfir değilim.” der gibidirler. Her alanda küfür-iman çatışması olduğu akla yakın ise modern zamanlarda bu iman-küfür çatışmasının büründüğü biçim para hâkimiyeti ve ihlâsın gücü şekline girdiyse yani bir tarafta ihlâs diğer tarafta paranın her dediğini yaptırması varsa yani para sadece muhlislere bir şey yaptıramıyorsa o zaman Türkiye’de yapılacak şeyler konusunda bir fikir kafamızda doğmuş değildir. Türkiye’de bir dalganın yükseldiği sonra alçaldığı düşünülebilir.
MİLLET OLMA VASFI ÖNLENMİŞTİR
Türkiye’nin geleceğinin olmadığını söyleyenler, “Bütün devletler sona erer, Osmanlı da bunlardan biridir.” diye düşünürler. Oysa hiçbir devlet kendiliğinden yükselip çökmez. Bunların sebepleri vardır. Osmanlının çöküşünün binlerce yıl önceki devletlerden farklı bir çizgide olduğunu görürüz. Mesela bir devlette hiç duraklama devri diye bir şey olur mu? Burada bir aldatmaca var. Bunun sebebi şu: Ne Osmanlı Devleti kendi yapı özellikleri sebebiyle yükseldi, durakladı-çöktü ne de Osmanlı’nın yükselmesinden, duraklamasından ve çökmesinden istifade eden unsurlar aynı unsurlardır. Bu toprakların akıbeti konusunda birileri bir faaliyet yürütmüşler ama bu açıkça ifade edildiği zaman ilerleyemeyecek bir plan olduğu için çok çarpık ve biçimsiz siyasi ilişkiler manzumesi karşımıza çıkmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığı birilerinin kazanç kapısı olduğu sürece devletin varlığının muhafazası yoluna gidilmiş ve millet vasfına sahip olma özelliği önlenmiştir. Bu bugünkü bütün hastalıklarımızın çıkış yeridir.
“Din asıldır, devlet onun fer’i olarak kurulmuştur.” ilkesi olmasaydı Osmanlı fazla yaşayamazdı. Ama Tanzimat Fermanı’ndan itibaren dinin asliyeti temel prensip olmaktan çıkınca vakıa ile beyan arasında mesafe oluştu. Bunu söylemiyorlardı ama bunu böyle yapıyorlardı. 1826 yılında Yunanlılar bağımsız olunca Ermeniler “Biz tebe-yı sadıkayız, Osmanlı’ya bağlıyız, Yunanlıların yaptığını yapmayacağız.” dediler. Osmanlılarda birinci sınıf insanlar kılıç ehli olan Müslümanlardır. Onları Grekler, Ermeniler ve Yahudiler takip ediyorlardı. Tanzimat’tan sonra Grekler “Biz Yahudilerle eşit mi olduk?” dediler. O dönemde de Yahudiler dünya ekonomisinde söz sahibi idiler. O dönemde Avrupalı gibi olmanın eski kuvvete kavuşturacağı görüşü kabul ettirilmişti. 17. asır başlarında dünyada askeri güç olarak ve refah seviyesi bakımından Avrupa’dan daha parlak yaşama alanı yoktu. Osmanlı lale devrinde kendisini olduğundan daha farklı göstermek için şişirme ve şatafat devri yaşadı. Bu dönemde de geriye dönmeyi iyi olarak gören bir mantık vardı. Gerçeği anladıktan sonra kısa günün kârı ile uğraşmaya başladılar. Artık, reçete çöküşü yavaşlatmaktı. Böylece 1908’e gelindi.
1908’DEN SONRAKİ SENARYOYU YAŞIYORUZ
İkinci Meşrutiyet ile beraber Türk dünyası dünya sisteminin bir yerine irtibatlandırılarak ömrünü tamamlayabilir, görüşü savunulmaya başlandı. Şu anda biz 1908’den sonraki senaryoyu yaşıyoruz. Bu topraklardan bir güç neşet etmeyecek, dolayısıyla bu topraklardaki hayat hangi teatral aşamaları geçirir görüşü yaşanageldi. Kendimizin ne kadar komik duruma düşürüldüğünü anlayabilecek bir mevkide değiliz. İstiklal Marşı Derneği olarak biz benimsenen bu müşteri özelliğini ne yapıp da insan olma kıvamına getirebiliriz? Bunu düşünmemiz lazım.
BU TOPRAKLARDA İTİKADİ ZENGİNLİK OLMADI
Acaba bizler seçme imkânı ellerinden alınmış insanlar mıyız? Yoksa bizim adımıza yapılan seçmelerin kaynağı konusunda şuur sahibi insanlar mıyız? Bizim için bazı seçmeler yapılıyor, bunların kaynağı nedir? Karşımızdakilerin sıvasını nasıl dökebiliriz? diye uğraşıyorum. İyi cilalanmış. Bunlar dökülünce konuşacağımız çok şeyler var. Yaşadığımız topraklarda İslam, 700 sene boyunca bir iktidar ilişkisi olarak devam etti. Dolayısıyla bu ilişkinin yaydığı ne varsa bizimle beraberdir. Bu topraklarda itikadi zenginlik olmadı. Sen suça iştirak ediyor musun etmiyor musun? Öncelikle suçun ne olduğunu tespit etmemiz lazım.
1950’DE CHP TASFİYE EDİLDİ
İlk defa halk 1950 yılında fikir beyan etmiştir. 1950’de CHP bir daha hiç kazanamamak üzere seçimi kaybetmiştir. Aslında halk DP’yi seçmedi, CHP’nin ülkeyi yönetmesini istemedi. Şu anda ise insanlar bu fikir beyanında bulunamıyor. Onu yok ettiler. Şimdi, şu soru aslında herkes içindir: Suç ortağı olmayı kabul mü ediyorsun, ret mi ediyorsun?
Kâfirler, Ben doğru tercih yapıyorum” der. Müslüman ise tercihlerin kaynağını öğrenmek ister. Müslüman “Benim için seçilenleri Rahman mı seçti, şeytan mı seçti?” diye sorar. Bu senin itikadının nerede olduğuyla alakalıdır. İşte suç ortaklığı burada başlıyor.
Bugün Arap matbuatında kullanılan Rik’a harfleri İstanbul’da icat edilmiştir. Kapitalizm denilen şey meblağ sebebiyle insan münasebetlerinin tanzimidir. Marks’la ortaya çıkan bir şey değildir. 1950 yılında DP iktidara gelince ezanın asli şekliyle okunması için harekete geçti ancak DP’nin içindeki kâfirler bunu savsakladılar. Bunun üzerine Menderes istifa dilekçesini yazarak Mersine gitti. Daha sonra Başbakanı getirmek için kanun teklifi hazırladılar.
Entelektüel seviye ile ahlaki seviye arasında irtifa farkı yoktur. Bir insan için çok entelektüel ama ahlaken düşüktür, denemez. Eğer bir insan parlak bir entelektüel ise bütün parlaklığını ahlakından almaktadır.
İSTİKLAL MARŞI’NIN BUGÜNKÜ DURUMU
İstiklal Marşı’ndaki 41 mısra eğer bu topraklarda yükseliş yaşanacaksa ona güç verecek bir donanımdır. İstiklal Marşı 1921’de kabul edilen, 1922 sonlarında rafa kaldırılan, 1923’te dondurulmuş, 1933’te mahfaza altına alınmıştır. Bugün biz bırakın buzlarını çözmeyi mahfazasını bile kaldırabilmiş değiliz. İstiklal Marşı’nın kendisi M. Âkif’in edebi hayatının bir anını teşkil etmez. Âkif, açıkça söylemiştir “Bu şiiri ben bile yazamam, kimse yazamaz.” diye. İstiklal Marşı’na bakarak seni nelerin beklediğini görebilirsin. İstiklal Marşı’nda siyasi, sosyal ve iktisadi bir program vardır. İstikal Marşı’na en bariz itiraz Nazım Hikmet’ten gelmiştir. Nazım kahramanın ağzından “Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın” mısraındaki vaadin reddini ister.
İSLAM’IN DIŞINDA HİÇBİR İYİLİK YOKTUR
Türkiye’de gâvurlaşmak veya Müslüman kalmak sorunu var. Aslen gavur olanlar da gavurlaşmayı savunuyorlar. İslam’ın içinde hiçbir kötülük yoktur, İslam’ın dışında da hiçbir iyilik yoktur.
Mustafa Durdu / Memleket
Özel’e arabaşı ikramı
İsmet Özel ve beraberindeki KOSKİ Genel Müdürü Ahmet Sorgun, şair Osman Özbahçe, Vural Kaya ve Hikâyeci Abdullah Harmancı’nın da bulunduğu topluluğa İM-Der Konya Şubesi Yönetim Kurulunca Konya Kültür Evinde arabaşı ikramı yapıldı. Burada da sohbetini sürdüren Özel, çeşitli konulardaki fikirlerini beyan etti.