İLAHÎ YASALAR VE TABİÎ AFETLER

Prof. Dr. Ali Akpınar

Peygamberimizin oğulları Kâsım ve Abdullah küçük yaşlarda Mekke’de vefat etmişlerdi. Hicretin 8. Yılında Medine’de onun İbrahim isimli bir oğlu daha oldu, Peygamberimiz onun doğuşuna pek sevindi, ancak İbrahim daha süt emerken vefat etti. Onun ölümüne peygamberimiz çok üzüldü, müminler de üzüldü. Onu defnederken Peygamberimiz ağlıyordu. Hz. Peygamberin hüzünlü olduğu o gün, Medine’de güneş tutulması olmuştu. Bazı Müslümanlar, işte bakın güneş de peygamberin oğlunun ölümüne yas tutuyor demişlerdi.
Arkadaşlarının bir kısmında gördüğü bu yanlış anlama ve yorumlar karşısında Peygamberimiz, hüzünlü olmasına rağmen hemen kalktı ve şu uyarılarda bulundu: Ey insanlar, biliniz ki güneş ve ay Allah’ın ayetlerinden iki ayettir. Sizden birinizin doğumu yahut ölümü sebebiyle tutulmazlar!
Yaşadığı her olayı doğruları anlatma için bir fırsat olarak değerlendiren peygamberimiz, acılı gününe rağmen insanların yanlışlarını tashih etmek için harekete geçti. Evet o, hüzünlüydü, oğlunu kaybetmişti. Ancak, güneş ve ayın doğup batması, tutulması tamamen İlahî yasaların gereği olarak gerçekleşen tabiat olaylarıydı. 
Bugün, yaşadığımız kimi tabiat olaylarını, birilerinin duasına, bedduasına bağlamaya çalışan Müslümanlar bu nebevî duruşu bir kez daha hatırlamalılar. Evet, yeryüzünde her zaman iyiler de vardır, kötüler de. Bunun sonucu olarak iyilikler de olacaktır kötülükler de. Meydana gelen bir hadiseyi siz doğrudan işlenen bir kısım kötülüklere bağlarsanız, aynı zamanda dünyanın bir başka yerinde yaşayan iyiler ve onların iyilikleriyle bağdaştıramazsınız. Zira insanın olduğu yer ve zamanda iyilikler de kötülükler de olacaktır. Bir yerde tabii afet olurken, bir başka yerde nimetler yağmaktadır. Özellikle iyilerle kötülerin karma olarak yaşadığı bir dünyada bulunuyoruz. Tabiî bir afet bir yere geldiği zaman, ondan iyiler de kötüler de etkilenebilmektedir.
Kur’ân ve Sünnette yer alan, bazı kavimlerin işledikleri günahlar yüzünden helak olmaları, tamamen ayet ve hadislerdeki açıklamalarla ilgilidir. O ayet ve hadisler açıkladığı için öyledir. Dolayısıyla hakkında açık bir nass varsa, olayın sebebini anlatan, ona inanılır. Ancak hakkında ayet hadis olmayan konularda, falanlar şunu yaptılar, başlarına da bu geldi denemez. Denirse gaybe taş atmak olur. Gaybı ise Allah’tan başka kimse bilemez. Hiç kimse de Yüce Allah’ı dolduruşa getiremez. Zira insanlar Allah’a mahkumdur, Allah ise hiç kimseye bağlı ve mahkum değildir. Neyi ne zaman yapacağına, kimi neyle ve nasıl cezalandıracağına ancak Yüce Yaratıcı karar verir. Şayet dünyada işlenen günahlar sebebiyle insanlar hemen cezalandırılsaydı, yeryüzünde tek bir canlı kalmazdı.
Dolayısıyla meydana gelen tabiî afetleri, imtihanın bir gereği olarak görmeli, onu başarıyla karşılamasını ve sabırla savmasını bilmelidir. Elbette her zaman, herkes için hayır dilemeli, Rabbimizin nimetlerine şükretmeliyiz. Zaten Müslüman, nimete erince şükretmesini bilen, külfetle karşılaşınca sabreden, böylece hem nimet halini hem de külfet halini hayra dönüştüren kimse değil midir?

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.