Hilal Kaplana soru...

Mustafa Yiğit

Hilal Kaplan’a soru: Bebek masumiyeti bu kadar ayaklar altına alınabilir mi?

Yeni Şafak yazarı Hilal Kaplan’ı zaman zaman takip ederim. Yeni Şafak’ta pek çok yazarın orta yolcu tavrının aksine Hilal Kaplan genelde “sert” yazılar yazıyor.  Bu yazıların hiçbiri öyle laf olsun diye yazılan yazılar değil. Dikkatlice seçilmiş içinde daha çok “yönlendirme, ikna etme” olan yazılar.

Hilal Kaplan bir misyon sahibi.  Bu misyon  muhafazakar bir  iktidarın;  muhafazakarlara,  mütedeyyin insanlara,  tabanına söyleyemeyeceği, kabul ettiremeyeceği  şeylerin “tesettürlü” yani muhafazakar  bir yazar tarafından anlatılması, gazetelerin  “ikna köşelerinde” ikna ettirilmesi  misyonudur.

Neden Hilal Kaplan diye soracak olursanız, herşeyden önce onun bir “Taraf” geçmişi var. Sanırım asimilasyon ve inkar söylemli etnik virüs orada Hilal Kaplan’a fazlasıyla bulaşmış.  Diğer bir nedeni de erkek yazarların muhafazakarlığı, mütedeyyin millet üzerindeki etkisi,  tesettürlü kadın bir yazarın muhafazakar görüntüsünden daha güçlü, daha ikna edici  değildir.

Çünkü pek çok yazar da Hilal Kaplan’ın söylediklerini söylüyor, “açılım misyonerliği” yapıyor, ancak hiçbirinin etkisi Kaplan kadar olmuyor, çünkü milletimiz daha çok  görünene itibar ediyor, görünmeyene, şekli donanıma sahip olmayana o kadar  önem vermiyor. Bunun adı muhafazakarlık değil, tesettürle “etnik virüs”ün, etnik talepleri dile getirenlerin  örtülmesidir.  Bu nedenledir ki,   bir çok gazetede yer alan “açılım misyonerlerinin”  en uç örneklerinden biri  olarak Hilal Kaplan, Anadolulu milliyetçi, muhafazakar okur tarafından öyle büyük tepkilerle karşılaşmıyor.

Kaplan yazılarını daha çok iktidarın “ürkek”liğini üzerinden atması üzerine inşaa ediyor.  İktidarın bazı konularda cesur adımlar atamamasını eleştiren bu yazılarında , “cesur çıkışlar” sergileyen iktidar partisinin bazı sözcülerine köşesini açıyor, milletin hiç de haz etmediği bu açıklamaların n gündemde kalmasını sağlıyor.

Kaplan’ın özellikle Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın bir televizyon kanalında  yapmış olduğu değerlendirmeler üzerine yazmış olduğu yazı bu açıdan analize değer.

Bülent Arınç’ın başbakan tarafından da tepkiyle karşılanan sözlerini değerlendiren  Kaplan’ın  “bebek katilinden karanlığın kurbanına” adlı yazısı bu misyonun tipik örneklerinden.

Kaplan, Başbakan yardımcısının “Rakel Dink 'Bir çocuktan bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamamız gerekiyor' dedi. İşte Abdullah Öcalan da aynen öyle. Belki bir karanlığın kurbanı olarak bu yollara götürülmüş, sevk edilmiş. İçinde MİT'in de parmağı olabilecek şekilde başkalarının da desteklemesi suretiyle şimdi İmralı'da 11-12 senedir tecrit halinde yaşayan bir insan. Ama bir çocukluğu var, gençliği var.”

Yıllarca Erbakan Hoca’nın dizinin dibinde oturduğunu söyleyen, mütedeyyin bir siyasetçinin söylediklerinin değerlendirmesini özellikle bu görüşün temsilcileri daha iyi yapacaklardır.

Hilal Kaplan’ın Bülent Arınç’ın söylediği  “Yıllarca 'terörist başı, bebek katili, bölücü başı' vb. sıfatlarla anılarak 'şeytanlaştırılan' Öcalan'ı sadece ilk ismiyle anarak, bir zamanlar namaz kılan, oruç tutan, Allah'a inanan bir 'insan' olarak anlatılmasının”  önemine vurgu yapması az öncede söylediğim “açılım misyonuna”  çok uygun bir tespittir.  Ancak  Hilal Kaplan’ın başka bir yazısında hükümetin  "Kürt meselesi demekten vazgeçilmesinden anlaşıldığı üzere İslâm kardeşliği paydasını ön plana çıkarmasını” eleştirmesi de kendisinin hiç de İslami, muhafazakar  bir yöntemle, kardeşlik meselesiyle bu işin çözülmesini öngörmediğini, meselenin etnik temelde çözülmesi gerektiğine dair görüşleri benimsediğini göstermektedir.

Açılım misyonerlerinin aslında tam olarak neyi istediğini  bilmedikleri bu söylemlerindeki çelişkilerden de ortaya çıkıyor.

Ya gerçekten gizli bir gündemleri var, ya da gerçekten kafaları karışık.

Başörtüsü meselesini İslam’ın merkezine koyup, neredeyse İslam dininin sembolü olarak savunanlar, tesettürlü bir yazar aracılığıyla 30 küsür yıldır ülkede terör estiren,  bebek katili olarak bilinen, kınalı kuzuları şehit etme emrini veren birinin neredeyse “bebek kadar masum” olduğunu, neredeyse “evliya” mertebesinde  olduğunu öğrendiklerinde sizce ne düşünürler?

Bebek katili biri,  bebek kadar masum olabilir mi?  Bebek masumiyeti bu kadar ayaklar altına alınabilir mi?

Muhafazakarlığın dönüşümünün başka şekli de bu olsa gerek.  Muhafazakarlığın, muhafazakar değerlerin  etnik temelli ayrışmaların dayanak noktası, adeta levye olarak kullanılması kendine muhafazakarım diyen bütün insanları incitmektedir.

Abdullah Öcalan  sonradan  tövbe etmiş, hakka hakikate ermiş biri midir ki, “namazlı, oruçlu, bebek masumiyetli” söylemler  tedavüle sokulmuştur! Öcalan’ın hangi düşüncesi değişmiştir? İslamiyet’e bakışı mı, millete bakışı mı hangisi değişmiştir?