Hey gidi günler, hey!

yazar-3

Toprak ana yavaş yavaş uyandı… Tatlı tatlı esnedi… Bir güzel gerneşti… Gözlerini hafif hafif büzerek etrafı süzdü. Güneş, önce Konya Ovası ile merhabalaştı… Bozkır’a “günaydın” dedi… Sonra, Selçuklu’nun, Karamanoğulları’nın ve Osmanlı’nın torunlarının başlarını okşadı, Mevlana Celaleddin’i Rumi’nin, Şems’i Tebrizi’nin, Sadrettin’i Konevi’nin, Alaaddin Keykubat’ın ve sevenlerinin mezarlarını selamladı.Toprak Ana, binlerce yıldır kucakladığı, beslediği Selçuklu başkenti “Şehr-i Konya”nın evlatlarını düşünmeye başladı: “Benim saf, temiz, güzel evlatlarım… Acaba kışı nasıl geçirdiler? Herkesin kışlık zahiresi var mıydı? Her evin odunu var mıydı? Kazaksız, ceketsiz, çorapsız, delik ayakkabılarla kışı geçirenler çok muydu? Hastalananlar oldu mu? Bir sosyal güvenceleri olmayanlar ne yaptılar acaba? Doktor parası, ilaç parası bulamayan, kocakarı ilaçlarından mı derman aradılar? Gurbete gidenler, askere gidenler kazasız, belasız dönebildiler mi? Babalar, analar, gençler ve çocuklar… Benim güzel canlarım… Benim çilekeş evlatlarım… Artık merak etmeyin… Ekinler yeşerecek. Her nevi sebze ve meyveyi sofranıza sunacağım.. Bütün bereketimle sizleri mutlu etmeye çalışacağım..” Aradan fazla zaman geçmeden, mis gibi toprak kokusu Konya’yı sardı. Ağaçlar yemyeşil yapraklarla doldu. Çiçekler açtı. Konya Ovası’nın dört tarafını saran bağların yeşilliği, Meram’ın güzelliği insanlara canlılık getirdi. Bozkır, Hadim,Doğanhisar, Derebucak, Beyşehir, Taşkent ve Seydişehir gibi dağlık bölgelerde hemen hemen her evin bahçesine kumpir, gavenez, ilahana, soğan ve kabak ekildi. Çumra, Ereğli, Karatay, Karapınar, Zıvarık,Cihanbeyli, Ilgın ve Akşehir gibi toprakları yer altı kaynaklarıyla sulanan bölgelerin topraklarına da hububat ve pancar tohumları atıldı. Ova’nın dört bir yanında sebze fideleri boy vermeye başladı, ekinler yeşerdi. Ekinlerin arasında, nadasa bırakılan topraklarda yeşeren otlar toplandı. İnsanların yüzü az-çok gülmeye başladı. “Şehr-i Konya”nın hemen hemen bütün yerleşim merkezlerinde “Hey gidi günler, hey !” dedirtecek dostluklar sergilenmeye başlandı.***Yıllar önceydi… Bozkır’da Zorlular’ın Mustafa’nın ahşap evinin avlusunda, çil horoz erkenden ötmeye başladı. Günlerden Cumaydı. Memiş Hoca Efendi, daha abdest bile almamıştı. Abdest alacak ve sabah ezanını okuyacaktı… Çilli horozu Çat Köyü’nden Zorlular’ın Mustafa, Cuma günü kurulan pazara satmaya götürecekti. Şıppıklı’nın hanımı, pazar günü Aygır’a çıkılacağını kocasına söylemiş ve besili bir horoz almasını istemişti. Cuma sabahı erkenden öten çilli horoz, Zorlular’ın Mustafa’nın Şıppıklı’ya satacağı horozdu. Çilli horoz, köyünü ve köydeki arkadaşlarını özleyeceğinden mi gözüne uyku girmemişti. Bütün horozlardan önce ötmesinin nedeni yalnızlığı mıydı? Kesileceğini mi sezdi? Durmadan ötüyordu. Bir derdi vardı horozun… Zorlular’ın Mustafa, çilli horozun sesi ile uyandı. Etrafına baktı. Eşi ve çocukları uyuyordu. Sabaha çok var diye biraz daha uyumak istedi. Çilli horoz üst üste ötmeye devam etti. “Allah! Allah! Bu horoz neden susmaz, öter durur,” dedi. Yatağından kalktı, dışarı çıktı. Havluya (bölgede avluya verilen isim) baktı. Çilli horoz, pelit ağacının altında başını yukarı kaldırarak “Hayırlı sabahlar emmi” dercesine bir daha öttü. Zorlular’ın Mustafa, toprak ibrikteki suyla abdestini aldı. Ezan hala okunmamıştı. Bu arada uyanan eşine “Ben camiye ineceğim, dönüşümde kahvaltı hazır olsun. Isıcak bastırmadan yola çıkayım” dedi.Sokaklar birkaç köpek ulumasının ve merkep anırmasının dışında sessizdi. Zorlular’ın Mustafa, konu-komşu rahatsız olmasın diye tahta kapıyı yavaşça çekti, kilitledi. 15 cm. boyundaki demir anahtarı kapının altına yavaşça bıraktı. Siyah lastik ayakkabıları ile yere o kadar yavaş basıyordu ki kendi ayak seslerini, kendi bile duymuyordu. Bakırcı Hüseyin’in evini döndü, İkiçayarası’na çıktı. Şafak sökerken kimsenin evinin ışığı yanmıyordu. Kendi kendine “Allah, Allah, kimsenin ışığı yanmıyor” diye mırıldandı. Halkevi’nin üstünden camiye döndü. İmam Memiş Efendi gaz lambasını yeni yakıyordu. Topal İmam camiye girdi. Memiş Efendi ezan okumak için yukarı çıktı. Ezan okundu. 15–20 kişilik cemaatle sabah namazı kılındı. Zorlular’ın Mustafa eve döndü. Sofra hazırdı. Ev halkıyla bağdaş kurup yer sofrasına oturdular. Sıcacık tarhana çorbasına kaşıkları daldırdılar. Hiçbir kahvaltı böyle çabucak yapılmamıştı. Kahvaltı bitti. Sofra aynı hızla kaldırıldı. Bir gün önceden Cuma pazarına götürülecekler hazırlanmıştı. Çilli horoz da merkebin semerine bağlandı. Zorlular’ın Mustafa, yarım saat yürüdükten sonra Cuma pazarına vardı. Aynı telaş Şıppıklı’nın evinde yaşandı. Şıppıklı, hanımının siparişlerine eklediği horozu alabilmek için pazara indi. Bozkır’da çayın başına kurulan pazarda Zorlular’ın Mustafa ile karşılaştı. Karşılıklı hal hatır sormadan sonra sıkı bir pazarlık sonunda Çilliyi bir liraya satın aldı. Pazar erzakını da tamamlayıp fırından aldığı sıcacık somun ekmeklerle yola koyuldu. O da yarım saatlik yürüyüş sonunda evine çıktı. Hanımı ve çocukları heyecanla Şıppıklı’yı bekliyordu. Nede olsa o gün Aygır’a çıkılıp piknik yapılacaktı. Evin hanımı eşyaları çocuklarına dağıttı. Çilli horoz ile bir kilimi Yetiş Ali kaptı. Güle oynaya Aygır’a varıldı.Önce besmele çekildi. Kilimler yere serildi. Erkek çocuklar meşe ağaçlarına çıktılar. Şıppıklı’nın hanımı, kızları ile hazırlığa başladı. Taş ocaklar hazırdı. Ateş yakıldı. Dağlık yerde yaşıyorlardı. Onlar için ateş yakmak çok kolaydı. Ocaktaki bakır tencereye su kondu. Çilli horoza elveda demenin zamanı gelmişti. Şıppıklı, cebinden çıkardığı Çat bıçağını önce eğe ile biledi. Horozu kesti. Kızlar, horozun tüylerini iyice yolup, temizledi. Kaynar suyun içine attılar.Aygır’a beş hane halkı daha geldi. Her hane, gölgesi geniş bir ağacı seçti ve kilimlerini serdi. İki hane horoz, iki hane tavuk bir hane de keçi getirmişti. Birer ateş de onlar yaktı. Tereyağlı koca bir kazan bulgur pilavı pişirildi. Çilli horoz pilavın üstüne kondu. Pikniğe birkaç çocuk yalnız gelmişti. Şıppıklı’nın hanımı çocukları çağırdı. Onlara ilave sofra kurdu. Sonradan gelen ve yemeği daha pişmemiş ailelerin çocuklarına da yemek götürüldü.Şıppıklı ve çocukları da kurdukları sofrada “Bismillah” deyip yemeğe koyuldu. Aygır’da bütün yemekler leziz oluyordu. Yemekten sonra çay demlendi. İçildi. Çocuklar, çelik çomak, birdirbir ve zırk oynadı. Yorulanlar kendilerini kilimlerin üstüne atıyordu. Sonradan gelen beş evin yemekleri de pişti. Karşılıklı yemekler ikram edildi. Yemeklerden sonra erkekler bir araya geldi. Sohbetler koyulaştı. Kadınlarla kızlar bulaşıkları yıkayıp, fazlalıkları topladılar. İşleri bitince de kadınlarla kızlar bir ağacın gölgesinde bir araya gelip dertleştiler. Aygır’a çıkanların hepsi sanki bir aileydi. Karşılıklı sevgi, saygı görülmeye değerdi.Çilli horozu Şıppıklı’ya satan Zorlular’ın Mustafa da diğer erzaklarını paraya çevirip pazarda işini tamamladı. O günkü satışlarından 10 lira eline geçti. Zorlular’ın Mustafa hanımı Sarının Fatma’nın tembihlerini hatırladı. Evde sıvı yağ, şeker, sabun, tuz kalmamıştı. O da bir çırpıda pazarda eksiklerini tamamladı. Şekerciden erzakını alırken 5 kilo da akide şeker satın almayı unutmadı. Çat Köyü’ne girişte Halkevi’nin önünde “Mustafa emmi, pazar iyi mi geçti” diye soran onlarca çocuğu akide şekerleriyle sevindirdi. Evine çıktı. Yol arkadaşı merkebin sırtındaki yükleri indirdi. Yorgunluğunu gidermek için ahşap evin damındaki gölgelikte uykuya daldı…***Hey gidi günler, hey!Konya Ovası’nın Bozkır köşeleri sen cennettin. Şimdilerde bu cennetten eser var mı? Büyüklerimiz, benim temiz, saf, güzel ağabeylerim, ablalarım, sizler birer melektiniz. Sizler dostluğun, dürüstlüğün, komşuluğun, özverinin yani insanlığın en güzel örneklerini yaşayıp yaşattınız. Ne mutlu sizlere… Adam gibi adam arayanlara, övünerek sizleri anlatıyorum. “Şehr-i Konya”da, nerede şimdi sizin gibi özverili insanlar… “Şehr-i Konya’da, nerede şimdi sizin gibi candan insanlar… “Şehr-i Konya”da, nerede şimdi sizin gibi özü-sözü bir olanlar… “Şehr-i Konya”da, nerede şimdi sizin gibi komşular… “Şehr-i Konya”da, nerede şimdi sizin gibi dostlar…Konya bozkırlarının güzel insanları… Sizlere karşı hiçbir zaman saygısızlık yapmayı aklımdan bile geçirmedim. Sizleri dün de çok sevdim. Bugün de çok seviyorum. Mesleğimde “Şehr-i Konya”ya bir şeyler yapmaya çalıştım. Doğru-yanlış, yaptıklarımı tartışmıyorum… Sizlere dertsiz, belasız, kazasız, yoksulluğun “y” sinin bile geçmediği sağlıklı bir yaşam diliyorum. Vefat edenlere gani gani rahmet dilerim… Yaşayan büyüklerimin ellerinden saygıyla öperim. Benden küçük herkese güzel günler, mutlu yıllar dilerim.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.