‘Eşekler’ mescit istemez!

M. Ali Köseoğlu

“Allah” demenin suç olduğu zamanlar...

Necip Fazıl üstadımız Büyük Doğu Dergisi’ni çıkarır...

İlk 3 sayısında ‘Nefs Muhasebesi’ başlıklı bir anket yer alır...

Dönemin önde gelen şair, yazar, gazeteci, akademisyen ve fikir adamlarına “Allah’a inanıyor musunuz?” sorusu sorulur.

Yanıtlar derginin 4. sayısında Necip Fazıl tarafından imbikten geçirilmek suretiyle değerlendirmeye tabi tutulur.

***

“Allah’a inanıyor musunuz” sorusuna Suat Derviş ile Zekeriya Sertel’den başkası “Hayır, inanmıyorum” şeklinde cevap vermez.

Hatta bu soru Rahmetli Peyami Safa’ya sorulduğunda “Bal gibi inanıyorum” der.

***

Bunun üzerine okuyucularından biri, Peyami Safa’ya şu mektubu gönderir:

Koca Peyami!

Allah’tan bahsetmek senin ağzına yakışmıyor. Çünkü kafan çalışıyor ve mantığın sağlamdır... Yoksa sende mi ölümden korkmaya başladın?

Peyami Safa şu şekilde cevap verir:

Ey koca kafalı;

Dünyanın, Eflatun’dan Farabi’ye, İbn-i Sina’ya, Mevlana’ya, Hegel’e, Einstein’a, Bergson’a ve bütün hayatta bulunan doğulu-batılı meşhur bilim adamı ve filozoflarına varıncaya kadar “kafası işleyen ve mantığı sağlam” yüz binlerce dahi ve mütefekkiri, Allah’a inanır.

Allah’ı körü körüne inkâr etmek kolaydır ve kârlı görünür; insanı güya hesap vermekten kurtarır. Fakat Allah’ı metafizik, felsefi ve ilmi delillerle inkâr etmek O’nu ispat etmekten daha zordur. Allah’a inanmak değil inanmamak insanın boyunu aşar. Allahsız filozoflar bile tabiat şuuruna inanmışlardır. Arada, bir kelime ve derece farkından başka bir şey yoktur. Unutma ki insanlar arasında Allah’a inanlar dehalar ve büyük zekâlar pek çoktur. Eşekler arasında ise hiç yoktur.

***

Bizim çok okumuş, bilmiş, entelektüel aydınlarımız(!) (aralarında gazeteciler de var); son günlerde ODTÜ’de mescidin yetersizliğini dile getiren öğrencilere karşı köpürüyorlar...

Bunlardan bir tanesi, “Üniversite medrese değildir, ibadet isteyen ilahiyata gitsin” diye, ne tarafından tutsanız düzeltemeyeceğiniz derinlikli(!) bir mesaj bile atmış.

Gerçekten de üniversitelerin ‘medrese’ olmadığını/olamadığını kabul edecek olursak, o halde Cemil Meriç’in şu sözlerine kulak vermemiz gerekir:

Medresenin dâvâları vardı, üniversitenin yok. Medresenin kökleri vardı, temelleri vardı, dalı, çiçeği, meyvesi vardı, üniversitenin yok. Samimiyeti vardı, sıcaklığı vardı, üniversitenin yok. Cevdet Paşa’yı medrese yetiştirdi, üniversite Özcan’lar yetiştiriyor. Nesillerin idraktan mahrum edildiği, şuurdan iğdiş edildiği bir ameliyathane. Bir büyücü kazanı, bir darülaceze. Bütün felaketlerimizin senaryosu orada hazırlandı. Bina değil, şankr. Memleketi için için yiyen ur. O Babil kulesinde kapıcıdan başka hürmete lâyık canlı yok.”(1.6.1963 Absürt Masalı)

***

Gerçekten de durumun özeti budur.

Medresede yetişmiş hiçbir terörist, hiçbir vatan haini, Allah ve ibadet düşmanı bulamazsınız.

Fakat insanın ibadet özgürlüğüne uygun mescitleri bile onlara çok gören “ODTÜ gibi” üniversitelerde yetişmiş pek çok hain var. (Öyle olmayanları tenzih ederim.)

Biz tüm eğitim yuvalarında -ideal koşullarda- mescit olması gerektiğine inanıyor ve Peyami Safa’yı unutmuyoruz:

-İnsanlar arasında Allah’a inan dehalar ve büyük zekâlar pek çoktur. Eşekler arasında ise hiç yoktur.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.