Emek - adil ücret paradoksu

Şenol Metin

Bir sendikacı için, bir emekçi için adil ücret talebi yalnızca emeğinin maddi karşılığının temini mücadelesi değildir.  Adil ücret talebi, emeğin siyasal karşılığı olarak hakimiyet mücadelesinin de bir unsurudur. ‘Kim Yönetmeli ?’  sorusunun cevabı da burada saklıdır ve bu ülkede ‘ben de varım’ duruşunun tezahürüdür.

Adil ücret talebinin aynı zamanda içsel bir boyutu daha vardır ve bu boyut  Müslüman kimliğimiz tarafından temellendirilmektedir. Bu boyut, ‘Adil ücret talebinin etkili bir şekilde ifade edilmemesi  zulme rızadır. Haksızlık karşısında susan ise dilsiz şeytandır.’ Prensibi ile biçim almaktadır.

Ancak sorunun, adil ücret talebini aşan boyutlarının olduğu da bir gerçektir. Zihniyet planında çok daha derin, gayrı insani, gayrı islami problem alanları mevcuttur.  Bu problemlerden ilki;  Devlet – Çalışan (Memur) arasındaki, devletin  memurundan üstün olduğu varsayımına  dayalı statüter  ilişkidir.  Bu ilişki modelinin sonlandırılarak, akit  temelli (işveren-işgören) eşitler arası ilişkiye tevdisi zorunluluktur. Devletin yurttaşı ile ilişkisini nasıl, bir toplumsal sözleşme olan anayasalar düzenlemektedir. Aynı şekilde bir işveren olarak devletin, çalışanları ile ilişkisini de sözleşme temelli eşitlik ilişkisi ile düzenlenmesi aklın, vicdanın ve çağın gereğidir. Aksi, 19. yüzyıl Kara Avrupasında  örneklerini gördüğümüz üstün devlet (kutsal devlet) anlayışının zihniyet planında yansımasıdır ki 21. yüzyılda örneği  ve geçerliliği  yoktur.

Problem alanlarından ikincisi; devlet bir işveren  olarak çalışanından iş beklerken ‘toplam kalite, maksimum verimlilik, kuruma adanmışlık, idealizm, vatan- millet- sakarya’ ile en üst seviyede üretim- iş isterken beklerken, mevzu iş - üretimin karşılığı-eşiti olan ücret ve haklara  gelince ‘memleketin ekonomik sıkıntıları IMF, işsizlik, açlık,  sizin yerinize bu işi yapacak çok adam var edebiyatı’ ile tam bir çifte standart örneği sergilenmektedir. Taşeron çalıştırma, sözleşmeli memurluk, ders ücreti karşılığı öğretmen istihdamı, kısmi zamanlı çalışma, imalat sanayinde parça başı ücret gibi istihdam usullerinin yaygınlık kazanması, ölümü gösterip sıtmaya razı etme stratejisinin çifte standartlı uygulamalarıdır.

Çalışanlar olarak yurttaşı olmakla şerefyab olduğumuz devletimize, işveren-işgören ilişkisi içinde aynı duyguları maalesef hissed(e)miyoruz. Devletin bir işveren olarak emeğimize ve hak gaspı niteliğinde eylemlerine yönelik bir koruma mekanizması ne yazık ki çalışma yaşamımızda  kurgulanamamıştır. Halbuki medeniyet değerlerimizde hılful fudul ile başlayan zulme karşı örgütlenme, mazlumun hakkını zalimden alan bir geleneğimiz ve kurumlarımız kök olarak mevcuttur. Sendika ise batılı  formundan ayrı değerlendirmek kaydı ile bu misyonu ifa edebilecek bir  araçtır.

Sonuç olarak bir Yurttaş olarak sesleniyorum ve diyorum ki;

Kurarken kanımı akıttığım Ey Devletim; Bir toplumsal sözleşme olan Anayasa ile çerçevesi belirlenmiş bir mihvalde seninde sorumlulukların var, benimde… Sen benden üstte değilsin, ben senden altta değilim…

Gel, adalet ve eşitlik temelinde çalışma yaşamının kurallarını mutad olarak bir masa etrafında toplanıp hak ve sorumluluklarımızı belirleyelim. Ben sana emeğimi arzedeyim, sende benim ürettiğimin karşılığını alın terimi kurutmadan, hakça ver.  Ve bunun çerçevesini medeniyetimizin inşa ettiği  değerler ile özgür, eşit, adil bir biçimde bir akitleşelim.

Ağustos ayında yapılması planlanan 2016-2017 yılları 3. Dönem Toplu Sözleşme Süreci hayırlı başlangıçlara vesile olabilir...

 

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.