Deveyi terk et!

M. Faik Özdengül

Yazık adama.

İşinden gücünden kaldı. Herkes bir yöne yön tuttu. Kimi rızkının peşinde, kimi ikbal avcısı, kimi merhem olmuş yara kapatır, kimi önünde diz çökmüşlerin kulaklarına söz akıtır ki gönüllerine ulaşsın diye. Bunun başı yerden kalkmaz, gönlüne küsmüş, aç, susuz bitap düşmüş.

Ayrılık acısı zordur dedi.

Sonra söylediği beyit sanki önce tavana kadar yükseldi, sonra duvarlarda gezinip birken beş oldu sesi de öylece geldi kulağıma. Ürpertti.

Sevgiyi kolay sanan bir bana baksın;

Halim anlatır ona; korkutur onu elbet.

Sevdiðinden ayrılmış adam. Hikayesini biliyormuş.

Benimle birlikte birkaç kişi daha çevreledi etrafını. Nasıl olmuş? Kimden kaynaklanmış? Kim kimi terk etmiş? Suç kimde? Sebep neymiş?

Bunların önemi yok dedi. Bunu sertçe söyledi. Başka soru soramadılar? Onun başı hala öndeydi. Duymadı mı? Önemsemedi mi? Başını kaldıracak mecali mi yoktu? Bilemedim?

Yas tutuyor dedi. Yas tutmak donmak gibidir. Karalar giymektir. Dünyalar dar gelir. Zindan olur meydanlar. Ayrılık aslanı çıldırırsa kan bile döker. Güneş hiç doğmaz dünyasına. Güneşi kaybetmiştir zira. Gün dönmüş ışık sönmüştür. Göz ışığı almazsa nasıl görür?

En büyük korkulardan birisi ayrılık korkusu. Hani güneş ışığı gibi, sabah oldu da gün doğdu mu günışığı evlere yollara vurur. Gün dönüp akşam olunca kararır etraf ve aydınlık ta kalmaz. Ayrılık korkusunun kalmaması için güneş olmak gerek.(fih-i mafih.12.bölüm)

Cesaret edip sordum yine de. Yardım edilemez mi?

Önce dibe vurur sonra aşağıda gidilecek yer kalmayınca ancak; başını kaldırıp aramaya başlar. Başını kaldırdığında ilk önce dildeş arar. Damdan düşeni sorar. Anlaşılmaktır ilk dileği. Hak verilmektir. Acısına saygı duyulmasıdır. Başını kaldırınca duymak isteyeceği ilk  soru “Neye ihtiyacın var” olmalıdır.

Ayrılıktan parça parça olmuş, kalb isterim ki, iştiyak derdini açayım.
Aslından uzak düşen kişi, yine vuslat zamanını arar.(Mesnevi. 1/3-4)

Anlaşıldığını, hissettiklerine saygı duyulduğunu bilirse yavaş yavaş dumanla dolu gönlünden küçük bir pencere açarak anlatarak dumanı boşaltmaya başlar. Ne nasihat işe yarar ne de akıl vermek öyle zamanda. Zira içerisi doluyken kulaktan gönle giden yer bulamaz henüz orada. Önce boşalmalı içerisi. Anlatmalı, anlatarak boşlatmalı önce.

Konu ayrılıktan açıldı ya. Yine soğan gibi laf ortaya döküldükçe herkes hangi katmanındaysa soğanın, oradan ders çıkarıyordu. Birisi sevgili neredeyse bulup getiriyim dedi. Bir diğeri bakalım ne suç işledi katmanında kaldı. Bir başkası yazık deyip acımakla yetindi. Yanımdaki ne ilk ne son olacak hepimiz yaşadık dedi. Geçer dedi uzaktaki. Her şey geçer. Iyi de kötü de. Zorla kaldırmaya çalıştı kollarından tutarak bir diğeri biraz da kızarak. Hancı hikaye anlattı. Ortaya konuşmak en iyisiydi:

Köyün birinde bir adam vardı. Bir kadını sevdi. İkisinin de evi-otağı birbirine yakındı. Beraberce yeşermeye, birbirinden gelişmeye, birbiriyle büyümeye başladı bunlar. Yaşayışları bile biri birindendi bunların. Hani balık gibi; balık da suyla yaşar ya. Yıllarca bir aradaydılar. Derken Ulu Tanrı, onları zengin etti. Birçok koyunlar, öküzler, atlar, mal-mülk, altın, uşak-köle nasip etti onlara. Malın-mülkün, adamın çokluğundan şehre vardılar, orda yerleştiler. Ikisi de padişahlara lâyık birer büyük konak aldı; adamlarını o saraya yerleştirdiler. Bu, bir tarafa düştü, öbürü o tarafa. Hal bu hadde varınca o yaşayışı, o zevki sürdüremediler. Gönülleri ımıl-ımıl yanmadaydı. Gizli-gizli feryatlar ediyorlardı amma hallerini dile getirmelerine de imkân yoktu. Sonunda bu yanış haddi aştı; onları tümden ayrılık ateşine yaktı. Yanış da son hadde erişince duanın kabul edileceği yere varmış oldular. Atlan, koyunları, azalmaya başladı. Yavaş-yavaş ilk hallerine döndüler. Uzun bir ölümden sonra gene o köyde bir araya geldiler. Yiyip içmeye, koşuşup murat almaya, murat vermeye koyuldular; ayrılık acısını da anarlardı.(Fihi Ma-Fih, 30. bölüm)

Anlayışı yüksek, soğanın orta katmanına yakın birisi: Dünya zaten ayrılık mekanı değil mi? Dedi. Değil mi ki sevgiliden uzaktayız. Daha baştan ayrılık boynumuza yazılmış. En temel acımız ayrılık. İster sevgiliden uzaklaşmak. İster ölümle ayrılmak anadan babadan evlattan. İstersen kaybettiğin alıştığın bir eşyadan ayrılmak. Hepsi bir. Hepsi asıl acıya köprü atıyor. Asıl derdi getirip koyuyor önümüze. Ondan dolayı zor ayrılık. Hancı girdi araya bu kez. Belli ki söylenenler hoşuna gitti. Destek verircesine:

Bu âlemde durmaklığım, ayrılık olmasaydı (öldüğümüz zaman) “Biz, şüphe yok, Tanrı’ya dönenleriz” denmezdi.

Dönen kişi; ayrıldığı şehre tekrar gelen kişidir; zamanın ayırışından kurtulup birliğe erişendir. (Mesnevi, 1/3935-3936)

Ayrılık bile, onun kahrından doğmakla beraber vuslatın kadrini bilmek içindir.

Bu suretle diler ki ayrıldığı, canın kulağını bursun, onu tedib etsin de can, vuslat günlerini bilsin.(Mesnevi, 2/2933-2934)

Başını kaldırmaya başladığını görmüştüm. Biraz kaldırıp kulak kabartıyor. Sonra yeniden içine gömülüyordu. Söylenenler ulaşmaya başlamıştı. Hancı da görmüştü. Bize anlatır gibi yapması ona yardımdı. O da katman katmandı. Derken yüzünü çevirdi yavaşça. Gözü yaşlıydı. Gönlü nasıldı kim bilir. Davet ettik yanımıza. İtaat etti. İhtiyacı belliydi. Hem sırtına hem gönlüne dokunacak bir el, bir ses. Ney gibi ayrılığı anlatan bir yoldaş. Hancı anlıyorum seni dedi ve acıyı anlattı. Anlaşıldığına inandı. Sonra da içerisi aydınlanmaya başlayınca nasihat da kattı sözlerine. Düşünce dünyasında boşalan yerleri yenisiyle doldurdu.

Ayrılık yüzünden bu topraklar bile çoraklaşır… sular bile sararır, kokar, bulanır!

Adamın canına can katan rüzgâr, ufunetli bir hale gelir, veba kesilir… ateş kül haline gelir, savrulur!

Cennet gibi olan bağlar, bahçeler sararır solar, yapraklar kurur, dökülür… bir hastalık yurdu olur!

Her şeyi anlayan akıl bile olsa dostların ayrılığıyla yayı kırılmış okçuya döner.

Cehennem bile ayrılık yüzünden, gençlik çağına hasret çeken ihtiyarın titrediği gibi titrer, yandığı gibi yanar kavrulur.

Kıvılcım gibi insanı yakan, mahveden ayrılığı kıyamete kadar anlatsam yine yüz binde birini olsun anlatamam.

O halde onun yakıcılığını anlatmaya kalkışma sus, ya rabbi, beni sen kurtar, sen kurtar de ancak.

Dünyada neyin visaliyle neşelenirsen o vuslat zamanında ondan ayrıldığını bir düşün hele!

Senin neşelendiğin şeyle çok kişiler neşelendi… fakat sonunda sahibine vefa etmedi, yel gibi geçti gitti!

Gönül, sana da vefa etmez,seni de terk edip gider. O senden vazgeçmeden sen ondan vazgeçmeye çalış.(Mesnevi, 3/ 3690-3699)

Artık sabrın boğazını sık ta aşkın kutlu olsun dedi. Yanındaki Hancı’dan daha önce duyduğunu anlatmaya koyuldu: insanda iki hal vardır ancak; ya ister, ya istemez. Şimdilik hep istememek, insanlık huyu değildir. Kendisinden tümden boşalmış, varlığı hiç kalmamış kişinin halidir bu. Varlığı kalmış olsaydı onda, o insanlık huyu da kalırdı; yâni isterdi. Ulu Tanrı onu olgunlaştırmak istedi mi? Bundan sonra onda öylesine bir hal belirir ki oraya artık ikilik, ayrılık sığmaz, tümden ulaşmak belirir, birlik meydana gelir. Hancı devam eti bu kez: Fakat içine bir istek gelmesin, bir düşünceye kapılmasın; bu, adamın elinde değildir. Isteği, düşünceyi Tanrı cezbesinden başka bir şey gideremez insandan. “De ki: Gerçek geldi, aslı olmayan gitti.”( Fihi Ma-Fih. 30. bölüm)

Deveyi terk et. Dedi ardından ve Gülümsedi. Yanındaki de gülümsedi. Deve de nereden çıktı? Deyince kapının yanında deminden beri hırkasını yamamaya çalışan ihtiyar. Bu kez sohbet Mecnun’un kıssasına vardı dayandı.

Devemin dileği geride, benim dileğim ilerde;

Dilekte onunla benim aramda ayrılık var.

Mecnun, Leylâ’nın bulunduğu yere giderken aklı başında olunca deveyi o tarafa sürerdi. Fakat bir soluk da Leylâ’ya daldı mı kendisini de unuturdu, deveyi de. Devenin de köyde bir köşesi vardı. Fırsat buldu mu geri döner, köye giderdi. Mecnun kendine geldi mi bir de bakar, görürdü ki iki günlük yolu gerisin-geriye dönmüş-gitmiş Böylece üç ay yollarda kaldı da bu deve, başıma belâ oldu diye bağırıp deveden yere atladı, yaya olarak yürümeye koyuldu.

Deveyi terk et dedi yine ardından. Dinleyenlerin iştiyakı gözlerinde görününce  daha da konuştu:

Birisi, bir dostunun kapısına gelip kapıyı çaldı. Dostu “Kapıyı çalan kim?” deyince.

“Benim” diye cevap verdi. Dostu “Git, şimdi zamanı değil. Böyle bir sofra, ham kişinin makamı olamaz.

Hamı, ayrılık ateşinden başka ne pişirebilir, nifaktan ne kurtarabilir? “ dedi .

Adamcağız gitti, tam bir yıl dostunun ayrılığıyla yanıp yakıldı.

Yanıp pişerek tekrar döndü, geldi. Dostunun evinin etrafında dolaşmaya başladı.

Kapıya varıp ağzından edepten dışarı bir söz çıkmasın diye yüzlerce korku ile edepli edepli halkayı çaldı.

Sevgilisi “Kim o?” deyince “Gönlümü alan sevgili sensin” diye cevap verdi.

Sevgili “ Mademki bensin, ey ben, gel içeri gir! Ev dar, iki kişi sığmıyor dedi.

Iğneye geçirilecek iplik iki ayrı iplik olursa geçmez. Mademki birsin, bu iğneden geç!

Ipliğin iğne ile münasebeti vardır, geçer. Fakat deve, iğne yordamından geçmez ki.

Devenin vücudu riyazat ve ibadet maksadından başka bir şeyle incelir mi?

Bu işe Tanrı eli kudreti gerektir. Çünkü Tanrı, her hayali, bir iradesiyle var eder.

Her olmayacak şey, onun eliyle mümkün olur; her serkeş onun kokusuyla sakinleşir.(Mesnevi.1/3056-3068)

Yamadım dedi ihtiyar. Nihayet yamadım. Iddiaya girmişler meğerse. Iğneyi iplikten geçirdim. Sevinçle gülüyordu. Adam önüne konanlardan, yavaşça yemeğe başladığında.

www.pozitifdegisim.com

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.