Defineyi yıkık yerlerde ara

M. Faik Özdengül

Hanın tahtaları eskiydi. Ne zaman yapıldı kim bilir? Bilen de yok zaten. Her geçen üstünden, kendi izini bırakıp gitmiş. İhtiyarlamış besbelli. Esniyor üzerine bastıkça. Ve gıcırtıya benzer çıkardığı ses, eziyet çektiğini gösteriyor. Parmaklarımın ucuna basarak yürüyorum. Anlıyor ki daha az ses çıkarıyor. Her kes aynı özeni göstermiyor. Sertçe ayaklarını yere vuranlar bile var. Onlara da katlanıyor. Yenilense, değiştirilse ya bir külhanda yanacak, ya da bir kenara atılıp bekleyecek, belki de daha hızlı çürüyecek. İyisi mi görevini ifa etmeye devam etsin. Kendi kendine de konuşuyor ki, kimse olmadığı zamanlarda da, gecenin bir yarısı uykuyla örtülünce sessizlik, iniltileri duyuluyor. Arada bir sesi geliyor. Hiç eziyet çekmeseydi de yeni ve parlak kalabilir miydi? Nice zamanlarda kendi değerini defalarca sorgulayıp durdu.

İki gün önce gelen adam dış kapıyı sertçe açtı. Ağzı bir karış havada. Gördüm de böylesini görmedim dedi. Uyarmışlardı da oysa. Buranın terzileri insanı aldatır. Dikkatli ol demişlerdi. Yine de aldandım. Başından çıkarıp takkesini hızla masaya vurup duruyordu. Şimdi masa da eziyet çekiyordu. Saçma dedi. Senin aptallığından, hiç kimse bana kazık atamaz. Arkama döndüm. Ayakta duran uzun boylu göçmen, elinde tespihini sallayarak alay ediyordu. Büyük konuşuyorsun dedi masayı döven. Daha yavaş vuruyordu artık masaya. O zaman iddiaya girelim dedi uzun boylu göçmen. Kimse en oyunlusu söyle bana. İşte atlas kumaşım gidip kendime bir elbise yaptırayım. Yapsın bana oyun da görelim. Girdiler iddiaya. Göçmen atını koydu ortaya. İşte doru atım. Aldatılırsam sizindir. Tarif ettiler. Gitti terziye. Kendinden emin açtı kapıyı. Terzi büyük bir özenle karşıladı göçmeni. İltifatlar etti. İkramlarda bulundu. Kimlere hizmet etiğini anlattı. Senin gibisi görülmedi yiğidim dedi. Dükkanım senindir. Kendi evin bil. Rahat et. Dinlen. İşte kumaş dedi göçmen bana şöyle bir elbise yap ki üstü dar olsun vücudumu göstersin. Altı geniş olsun ama ki savaşlarda ayağıma takılmasın. Hay hay yiğidim dedi terzi. Kumaşı aldı eline bir yandan da duyulmamış hikayeler anlatmaya başladı. Gittikçe gevşedi göçmen. Arkasına doğru daha da genişletti oturduğu yeri. Öyle hikayeler anlatıyordu ki terzi gülmekten yerlere yatmaya başladı. O gülmekten arkası üstü yattıkça terzi kumaştan biraz biraz kesip koynuna koyuyordu. Anlat hele terzi diyordu göçmen bir daha anlat. Anlatıyordu o biraz daha gülüyordu. O gülerken kumaş ta biraz daha azalıyordu. Göçmen bahsi tamamen unutmuştu keyfinden. Daha da anlat deyince. Hırsız bile rahme geldi de. Amma da gülmeye keyfe haris ha dedi.

Ey masal, hikaye olmuş, varlıktan geçmiş adam, masalı ne zamana kadar deneyeceksin? Senden daha ziyade gülünecek masal yok. Yıkık kabrinin başına git de bir güzelce dur.

Ey bilgisizlik ve şüphe mezarına düşmüş kişi, feleğin latifesini, masalını ne zamana kadar arayacaksın? Ne zamana kadar şu cihanın işvesini tadacaksın? Ne aklın düzenin de kaldı, ne canın.

Hor ve zalim olan şu felek senin gibi yüz binlerce kişinin yüzsuyunu döktü. Herkesin terzisi olan felek, yüz yaşındaki ham bebeklerin elbiselerini yırtar, diker. Latifesi bahçelere bir letafet verir ama kış gelince verdiğin şeylerin hepsini yele verir.

Terzi dedi ki: A hadım ağası vazgeç. Bir latife daha söylersem vay haline. Sonra kaftanın dapdaracık olur. Hiç kimse kendi kendine böyle iş işler mi? Gülüyorsun ama gülmenin yeri mi? Ömrünün atlasını, ay makasıyla gurur terzisi kesip parça, parça ediyor. Sense yıldızım, hep beni güldürseydi, hep kutlu olsaydı der, bunu isterdin. Onun terbiyelerine pek kızar, cilvesinden, kininden, aletlerinden hiddetlenirsin. Susmasından, kutsuzluğundan, tutukluluğundan, kinciliğinden incinirsin. Neden zühre çalıp çığırmıyor dersin. Fakat onun kutluluğuna, oynayışına, çağırışına pek güvenme.(Mesnevi.6.cilt)

Hana geldiğinde atı çoktan kaybetmişti.

Ömür dedi. Hancı. Ömür de böyle. Bu kaybın kazanca dönüşsün bundan sonra. Dua etti.

Niye dedi. Niye hilekârlar var?

Hancı dedi ki: Acı emir olmasaydı, dünyada çirkin, güzel taş ve inci bulunmasaydı, nefis, şeytan heva ve heves... Zahmet, meşakkat, savaş olmasaydı, a perdesi, yırtılmış adam; padişah kullarına ne ad takardı?

Nasıl ey sabırlı, ey hilim sahibi, ey yiğitlik, ey hikmet ıssı diyebilirdi? Yol kesen ve melun şeytan olmasaydı sabırlılar, doğrular ve yoksulları doyuranlar, nasıl belli olurdu? Rüstem ve Hamza’yla namussuzu, aynı ve bir olsaydı bilgi ve hikmet batıl olurdu. Bilgi ve hikmet, doğru yolla yolsuzluğu göstermek içindir. Her taraf yoldan ibaret olsaydı hikmet, abes ve boş bir şey olurdu. Sense bu acı sulu tabiat dükkânı için iki âlemin de yıkılmasını hoş görüyorsun.

Hancı mı konuştu yoksa hanın tahtaları mı? Ya da beraberce. Rüzgarın yaprağı titretişi gibiydi. Ne söylediklerini herkes anladı:

Allah’ın “Çok ağlayın” emrini okumuşsundur. Peki, ne diye pişmiş kelle gibi sırıtıp kaldın ya? Mum gibi daima gözyaşı dökersen mum gibi evi aydınlatmış olursun.

Anasının yahut babasının ekşi suratı, çocuğu her zarardan korur. Ey sersem, sersem gülüp duran, gülmenin zevkini gördün, bir de ağlamanın zevkini seyret. O, şeker madenidir. Seni cehennem ağlatırsa onu anmak, sana cennetten hoştur.

Gülmeler, ağlamalarda gizlidir.

Ey saf ve temiz kişi, defineyi yıkık yerlerde ara.

Zevk gamlardadır.

www.pozitifdegisim.com

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.