Bir de bu tarafından bakın…

Serpil Yalçınkaya

-Okul araç gereçlerinizi eksik götürürseniz öğretmeninizden azar işitmeniz gayet doğal Ayşeciğim.

-Abla haksız demiyorum. Tabii ki haklı ama sıra kendisine gelince neden öyle davranmıyor. Doğru ve yanlışlar kişiye göre değişiyor mu?

-Nasıl yani?

-Saat 08.00 de ders zili çalıyor ama saat 08.10’u geçmeden sınıfa girdiğini görmedik henüz. Sınıfa girince de sinirli ve uykusunu alamamış gibi esneyip gerinerek masaya oturuyor. Sonra sana az önce anlattığım gibi defteri, kalemi eksik olanlarımızı azarlıyor. Ders anlatmaya başlayacakken, sanki az önce unuttuğumuz eşyalar yüzünden bize kızan kendisi değilmiş gibi,‘Tahta kalemi olan var mı benimkini evde unutmuşum’ diyor, biz gülüşünce de iyice sinirlenip bağırıp çağırıyor.

-Bir kere böyle bir olayı yaşamış olmanız o dersi ve öğretmeni yargılama hakkı vermez size canım.

-Abla sen beni iyi dinlemiyorsun. Demin dedim ya her haftaki derste tekrarlanan bir durum… Bir gün dayanamadım ve Aynur’un da gaza getirmesiyle ‘öğretmenim bize kızıyorsunuz ama siz de hep unutuyorsunuz’ dedim gülerek. Soluğu müdür beyin odasında aldım. Sonrasını sen düşün…

Bu 8. Sınıf öğrencisi bir çocuktan sıradan bir sohbet esnasında dinlediğim yaşanmış bir olay. Ona rahatsızlık vermeme adına da ismini değiştirerek yazdım. Bu tür konuşmalara  çoğu yerde şahit oluyoruz ne yazık ki. Öğretmen öğrenciden memnun değil, öğrenci de öğretmeninden memnun değil.

*************************************************************************

Bu konuya nerden mi girdim derseniz birkaç hafta önce “Akran Zorbalığı “ başlıklı 3 haftalık yazı dizisi sonrasında öğrenci velisi olan okuyucularımızın biraz da öğretmenlere  değinseniz olmaz mı istek ve serzenişleri… Burada görevini hakkıyla yapan çok ama çok değerli eğitimcilerimizi tenzih ederek başlıyorum anlatmaya…

Merkezi sınav sisteminden alınan puanlar ya da öğrencinin çıkardığı net sayısı neden sadece o çocuğu ilgilendiriyor da o çocuğu yetiştiren öğretmeni ilgilendirmiyor? Sorgulanması, irdelenmesi gereken oldukça mühim bir konu bu. Mühimin de ötesinde belki de asıl konu bu…  A. Öğretmen fedakârca, dişini tırnağına takarak pek de parlak olmayan öğrencilerini birkaç basamak yukarı çıkarmaya uğraşırken; B. Adlı öğretmen aynı nitelikteki diğer çocukları anlatımıyla daha doğrusu anlat(a)mamasıyla daha aşağılara çekiyorsa bunun vebalini sadece öğrenci ve ailesi çekmemelidir.

Özelleştirmenin her daim yanında olan biri olmasam da milli eğitimde böyle bir durum olsaydı eğitim- öğretim sistemimiz daha iyi olur muydu gibi ütopik düşünceler de zihnimden geçmiyor değil.      Hele ki yarış atına dönüştürülen, ne çocukluğunu ne de gençliğini doyasıya yaşamalarına izin vermediğimiz pırıl pırıl yavrularımızın ışığını derslere, testlere, etütlere, özel derslere boğarak istemeden de olsa karattığımızı gördükçe… Özellikle son yıllarda ev ortamında ebeveyn-çocuk ilişkisi sadece ve sadece okul başarısı üzerinden yaşanılıyor. Okuldan gelen çocuk yemeğini yiyip biraz dinleniyor ve anne zaten yemek esnasında “ Günün nasıl geçti, hangi derslerin vardı, kaç soru çözdün, ne kadar ödevin kvar v.s, v.s… “ sorularıyla evladını boğuyor, lokmalarını boğazına diziyor. Akşam eve gelen baba çok yorgun değilse o gün evladıyla ilgilenmeye çalışıyor kendince ama bu da “test kitabın bitti mi, yenisini alalım mı, yazılıdan en yüksek notu kim aldı, bu ayki denemeniz hangi tarihte..” şeklindeki sorgulamaların ötesine geçmiyor. Bir süre sonra çocuk anne ve babasının kendisini okul başarısına göre sevip-sevmediği hissine kapılıyor. Ev içi iletişim hep bu başarı üzerine kuruluyor ve ilişkiler yumuşuyor ya da geriliyor.

Diğer taraftan velilere de hak vermek gerekiyor. Evladının iyi bir yaşam standardına sahip olmasını istiyor. Eğer aile büyüklerden kalma herhangi bir şirket, dükkan, iş kolu ya da variyet yoksa evladının belli bir standardı ancak ve ancak  iyi okullardan birini kazanıp okuyarak elde edebileceğini biliyor. Bu da velide ciddi bir stres haline geliyor ve çocuğuyla ilişkisini bozma pahasına da olsa ha bire “çalışmalısın” diye yüklendikçe yükleniyor.

Ne yazık ki günümüz orta düzey aile yaşantısı bu minvalde ilerleyip gidiyor.

********************************************************************

Dönelim olayın diğer tarafına;

11. sınıfta okuyan oğluna evde unuttuğu ilaçlarını okula götüren anne teneffüse kadar sınıfın kapısında beklemek için üst kata çıkıp da sınıfın aralık olan kapısını ve içeriden gelen sesi duyunca herhalde dersleri boş diye kafasını içeri uzatıyor; gördüğü şey karşısında şaşırıp kalıyor. Öğretmen etrafından bihaber elinde cep telefonu ya mesaj yazıyor ya da oyun oynuyor, çocukların kimisi başını sıraya koymuş yatıyor, kimileri birbirleriyle şakalaşıyor, kimileri önündeki kağıda bir şeyler karalıyor. Öğretmen öylesine dalmış ki telefona, içeri giren velinin farkına bile varmıyor. Anne bir suçlu gibi sessizce geri adım atıyor, katın başındaki nöbetçi öğrenciye ilaçları teslim ediyor ve şaşkınlıkla evine dönüyor.

Bir öğretmen düşünün şehrin kenar mahallerinden birinde gelir düzeyi vasat ya da daha altında ailelerin çocuklarını okutuyor. Kendi sosyoekonomik düzeyi görev (hizmet) verdiği öğrencilerinden çok daha üst düzeyde.

Bu öğretmenimizin çocuklara yani öğrencilerine yaklaşımı nasıl olmalı sizce?... İşte size birkaç ipucu;

1.Çocuklara yani öğrencilerine normalden daha fazla şefkat göstererek onların daha iyi bir geleceğe sahip olmaları noktasında üstün gayret gösterebilir.

2.Çocukların ailelerinin gelir düzeyi ve öğretmenin çalıştığı bölgenin bir önemi olmadığı düşüncesiyle sadece dersini anlatır , oldukça nesnel bir yaklaşım sergiler.

3.Bunlar kenar mahallelerde yetişmiş, basit aile çocuklarıdır(!) ilerde olacakları şey de şimdikinden çok farklı değildir, öğretmen kendisine verilen müfredatı işler ve geçer gider.

4.Öğretmen kendisi çok kibar, görgülü bir şahsiyet (!) olsa da dersine girdiği çocuklar karşısında üstten bakma, hor ve küçük görme davranışlarını sözel ya da  beden diliyle hissettirir, dersi anlatır ve gider. Böylece çocuk hem okuldan, hem öğretmenden ve hem de o dersten nefret eder ve önceki maddede de ifade ettiğim gibi zaten önceden ne olacağı belli olan çocuk(!)o denilen şey olur gider…

Evet yorumlarınızı bekliyorum.

*******************************************************************

Daha önceki gün bir öğretmen arkadaşımın anlattıklarını aktarayım size.

Okulda az önceki 4. Maddedeki anlayışla çalışan birinin “eğitim ve iletişim üzerine” seminerler vermeye başladığını duyduğunda şok geçirdiğini, her haftayı birkaç öğrencinin kalbini kırarak, gönül dünyasını karartarak ve de o dersten nefret etmesini sağlayarak kapatan bu arkadaşın hangi akla hizmetle bu tür icraatlar yapmasına müsaade edildiğini anlamadığını söyledi. Konuyu araştırdığımda bu seminer olayının özel bir eğitim kuruluşu tarafından yapıldığını öğrendim. O arkadaş, o eğitim kurumuna ve eğitimi alan insanlara ne kadar faydalı oldu ya da olur bilemem ama içinde bulunduğumuz trajikomik durum bu ne yazık ki. 

Geçen hafta yaşanan “d” harfini yanlış yazdığı için dayak yiyen öğrenci meselesine hiç girmek bile istemiyorum. Kendi evladına yapılsa ortalığı ayağa kaldıracak olan kimseler söz konusu başkalarının evladı olunca nasıl da acımasız olabiliyorlar bir kez daha görmüş olduk.

Konu önemli olunca yazıyı dağıttığımın farkına vararak hemen toparlamaya çalışıyorum. Bizler hep sınavlardan, eğitim modelinden, müfredatın yoğunluğundan, öğrencilerin kolaycılığı ve sorumsuzluğundan,  ders çalışmadıklarından yakınıp dursak da (görevine saygı duyan, sevgiyle işini yapan ve görevinin hakkını veren değerli öğretmen ve eğitimcilerimizi tenzih ve takdir ederken), öğretmenler acaba bu çürük  ve sapır sapır dökülen mekanizmanın neresindeler acaba diye sormak istiyorum?.. Tenefüsslerde içtikleri çay ya da neskafe ile yetinmeyip de elinde kupalarla derse giren öğretici ne derece verimli olur…

Niyetim kimseyi kırmak veya incitmek değil. Olayı daha geniş bir bakış açısıyla ele almak, tüm sorumluluğu geleceğin Türkiye’si olacak gençlerimize yükleyip kendimizi bir kenara çekmekle bu işin yürümeyeceğini belirtmek amacım. Lütfen herkes bu konuda kendini hesaba çeksin ve çeki düzen versin…

Selametle, ihsanla kalınız.

 

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.