BALKAN İZLENİMLERİM

Prof. Dr. Ali Alaş

Sevgili okurlarımız, bu yıl yaz tatilimizde eşimle birlikte Balkan ülkelerini ziyaret etmeyi planladık. Kendi aracımızla gerçekleştirdiğimiz bu gezi kapsamında, 7 tane ülkede Osmanlı yadigârı şehirleri ve çok sayıda eserleri görme fırsatımız oldu. Bu yazımızda bana ayrılan köşemizin sınırları içinde sadece Yunanistan’daki gözlemlerimizi kaleme aldım. Bu düşünce ile yola çıktığımızda ilk durağımız Yunanistan’ın İskeçe kentine bağlı Kurthasanlı (Kremasti) köyünde konakladık. Otel sahibi sadece Rumca bildiği için onun dostu olan ve kökleri Osmanlıya dayanan o köyün yerlisi Ziraat mühendisi Sadık isimli bir Türk soydaşımız vasıtasıyla anlaşabildik. Söz konusu köyün büyük bir çoğunluğunun kökleri Konya ve Karaman bölgesinden gelen Türklerden olduğunu öğrendik. Bizim Türkiye’den geldiğimizi öğrenince, çevremizde sevgi yumağı oluşturdular. Daha ilk defa tanıştığımız bu güzel insanlardan biri olan Azize abla, bizi evine kahve içmeye davet etti. Kıramadık, Azize ablanın bahçeli evine kahve içmeye geçtik. Bizim geldiğimizi öğrenen komşusu Nazmiye teyze, aşure göndermiş ve arkasından da kendisi gelmişti. Hepsi de sanki kendi evlatları gibi bize hasretle sarıldılar. Biz de ellerini öperek beraberimizde Konya’dan götürdüğümüz Konya şekeri ve minik hediyeleri onlara takdim ettik. Azize teyze; “… biz şimdi Yunan vatandaşıyız ve bu köyde yaşıyoruz. Ancak, biz her şeyden önce Osmanlı torunuyuz, örf, adet ve geleneklerimizi yaşatıyoruz …” dedi. Çok duygulanmıştık. Oradan ayrılırken, yeni kaynattığı ata tohumundan yetiştirilen mısırları, tencereden çıkararak bunları da yollarda yersiniz diyerek paketleyip, elimize tutuşturdu. O çevrede, Müslüman ve Türk olan çok sayıda köyün (Beyköy, Kırköyü, Büyükosmanlı, Nohullu, İlhanlı, ...) olduğunu müşahede ettik. Düzenli ve temiz bir şehir olan İskeçe merkezde bulunan camide Akşam namazımızı eda ettik. Bir gece konakladıktan sonra Kavala kentine uğrayıp, şehri hızlıca gezdik ve Kavala kalesinden şehir manzarasını su kemerlerini gözlemledik. Kale içinde Kavalalı Mehmet Ali Paşanın heykeli ve şimdi müze olarak kullanılan Mehmet Ali Paşa Konağı vardı. Konağı ziyaretimizde ilk dikkatimizi çeken, Necmettin Erbakan Üniversitemiz yayınlarından “Konya ve Sille Hazineleri” isimli eser olmuştu. Balkan turundan dönüşümüz Yunanistan üzerinden olduğu için, Selanik’i de dolaşma fırsatımız oldu. Beyaz kule, Galerius kemeri, Hamidiye çeşmesi, Aristotle meydanı, Yeni cami (Şimdi müze olarak kullanılmaktadır), Sultan Hortaç Camii ya da Yorgo Rotundası (günümüzde heykel müzesi olarak kullanılmaktadır) vb. simge yapıları gördük ve Atatürk evi ve müzesinin restore edilmekte olduğunu müşahede ettik.

Son durağımız, Gümülcine olmuştu. Şirin ve güzel bir kent olan Gümülcine’de de yoğun olarak Türklerin yaşadığını onlarında köklerinin Karaman ve Konya’ya dayandığını öğrendik. Balkan coğrafyasında yaşayan Osmanlı torunlarının Türk kahvesine düşkün olduklarını müşahede ettik. Mesela, Gümülcine’de bir dükkânının önünde uzunca bir kuyruk vardı. Merak edip sorduğumda, kurukahve kuyruğu imiş. Kuyrukta tanıştığımız bir hanım efendi, sizde çay ne ise bizde de kahve odur. Kurukahveci Mustafa’nın kavrulmuş kuru kahvesi burada çok beğenilir ve tüketilir, size de tavsiye ederim dedi. Biz de kuyruğa girip yarım saat kadar bekledikten sonra kahve ve tereyağlı Kavala kurabiyesi alabildik. Kısıtlı zaman dilimi içinde görüştüğümüz kişiler, Gümülcine ve civarında 140 tane Müslüman köyü bulunduğunu, Osmanlı torunu olduklarını ifade ettiler ve Türkiye ne kadar güçlü olursa, bizde burada o kadar rahatız ve özellikle de son 20 yıl içerisinde bu rahatlığı belirgin bir şekilde hissediyoruz dediler. Balkan coğrafyasında Osmanlının kanatları altıdan yaşamış milletlerin torunları olan pek çok insandan da gezimiz süresince ziyaret ettiğimiz ülkelerde işittiğimiz bu sözler, bizi hem duygulandırdı hem de onurlandırdı.