Bağımsızlık zannederken

yazar-28

Akıllı olanlar aynı hatayı ikinci kez tekrarlamazlarmış. Başkalarının hatalarından ders almak ise başlı başına bir erdemmiş. Eğer tarihi bilmez veya tarihte olanların sebep ve sonuçlarını değerlendiremezseniz başınıza gelenlere kızmak, homurdanmak hakkına sahip olamazsınız.

Ondokuzuncu yüzyılda bilinen Batı ciddi ekonomik hamleler yaptı. Yıllardır atalarından devraldıkları ilim ve fen önderliğini kaybeden Doğu bu gelişme karşısında önce bocaladı, sonra kolayca teslim oldu. Çünkü batının hâkimiyetinin arkasında insani olmayan değerler ve teslim alma, hükmetme güdüsü yatıyordu. Okakura Kakuzo Çayname isimli eserinde “Batılılar bizi tanımak, kültürümüzü öğrenmek için gelmedi. Bize kendi kültürlerini empoze etmek kabul ettirtmek için geldi” diyor. İzah açık.

Sonuçta doğudan bazı ülkeler batının gelişmesinin nedenlerini anlamak ve bu hızı yakalamak için Avrupa’ya kıt imkanlarını zorlayarak talebeler gönderdi, eğitimler aldırdı. Üç ülke önemli. Osmanlı imparatorluğu, Rusya ve Japonya. Her üçü de aynı dönemde bu hamlaya başladılar ama farklı neticeler alarak. Rusya’nın talebelerinin fark ettiği Avrupa’nın siyasi sistemi ve organizasyon yapısı idi. Onun gibi olmak için defalarca ihtilaller oldu, kanlar döküldü. Komünizmde bu öğretinin eseri. Osmanlı devletinin gönderdiği talebeler batıda gelişmenin kaynağının eğitim olduğunu zannettiler. O dönemde açılan okul sayısı Osmanlı’nın tarihindeki sayıları bir kaç kez katlar. O okullardan yetişenler zaman içinde Osmanlı’ya yabancılaştı ve bilinen akıbet.

Bu üç ülke arasında tek başarı gösteren Japonya oldu. Batının gelişmesinde ki şartların sanayi devriminden kaynaklandığını ve uygulanması gerekenin bu olduğunu anladılar. Batıdan döndüğünde saçlarını Batıllılar gibi kesen Japon’un imparatorun sözleri karşısında intiharı bizim ortaokulda okuma parçalarınızdan biriydi. Kendi kültür ve tarihine bağlı kalarak kalkınmak. İşte bizim başaramadığımız ve çözemediğimiz bu idi. Biz ha bire eğitim eğitim paranoyası ile okullar açtık ve çocuklarımızı cahil olmaktan kurtardık, okuryazar yaptık ama eğitemedik. Eğitim rasyonel temellere oturamadığından da başarılı olamadık.

Dün bir yazı okudum. Yazana teşekkür ederim. Yayınlayan MÜSİAD’a da. Yazı MÜSİAD dergisinin Çerçeve ekinde yayınlanmış. Dr. Veli Sırım adında bir şahıs tarafından kaleme alınmış. Belki görüşlerimi desteklediğinden, ya da çok fazla doğrular içerdiğinden hoşuma gitti.

Yazı 1913 yılında yayınlanan Political and Literary Essays isimli kitaptan bir alıntıyla başlıyor. Kitabın yazarı Lord Cromer. Asıl adı Evelyn Baring. 1841-1917 yılları arasında yaşamış. 1880-1883 yılları arasında Hindistan Maliye Bakanlığı görevinde bulunmuş. 1883 yılından 1907 yılında görevinden istifa edinceye kadar Mısır’ın bir numaralı ismi olarak kalmış. Kendisine 1892 yılında Baronluk, 1901 yılında ise Kontluk ünvanı verilmiş.

Alıntı şöyle: “Büyük Britanya Devleti, yönetimle ilgili bazı prensiplere bağlı kalarak, böylesine geniş bir imparatorluğu nasıl idare edebilir? Tabiatı ile yerli dünyasını çok iyi tanıyan ve aynı zamanda bir Anglo-Sakson gibi hareket edebilen yerli memurlara güvenmek zorunda kalacaktır. Bu kişiler Londra’dan emir alacaklardır. Ancak, bu kişilerin ilk amacı yerlilerin çıkarını korumaktır. Daha sonra bu çıkarlar imparatorluğun çıkarları ile aynı hizada tutulmalıdır. Hindistan’daki İngiliz sömürgesi 1800 yılında başladı ve yaklaşık bir buçuk asır sürerek 1947 yılında sona erdi. Uzmanlara göre bu sömürge döneminde Hindistan hemen her şeyiyle değişti. Maddi zenginliklerinin sömürülmesi ve yağmalanmasının yanı sıra, Hint insanı, düşünce yapısından yaşam tarzına kadar bambaşka bir şekle büründü. Değişimin sonuçlarının cevabını Thomas Macaulay’ın 1835 yılında kaleme aldığı ve İngiliz koloni emperyalizminin hedeflerini anlattığı Minute on Indian Education isimli kitabında bulmak mümkün:  “Hükmettiğimiz yerlerde bizlerle idaremiz altındaki milyonlarca insanla bizim aramızda iletişimi sağlayacak bir insan tipi ve sınıfı oluşturmalıyız. Öyle bir sınıf ki, kanı ve rengiyle Hintli, fakat damak tadıyla, düşüncesiyle, sözleri ve entelektüel birikimiyle İngiliz olan insanlardan oluşsun.” Bu satırların yazarı, aynı zamanda Hindistan’da uygulanan Britanya Kolonileri Eğitim Politikası’nın da mimarıydı.

Hindistan’daki bu sistem ortaya konulurken temel bir hedef belirlenmişti: Hint tarihi.
İngilizler’in Hindistan’daki yerleşik kültürü istedikleri şekilde değiştirme gayretleri öncelikle tarihin unutturulmasına odaklandı. Başta eğitim olmak üzere, pek çok propaganda yollarıyla tarih kötülendi. Yoğun ve sürekli bir şekilde gelen telkinler sonuç verdi ve insanlar kendi geçmişlerinden utanır, kendi tarihlerine nefretle bakar hale geldiler. Bizde öyle olmadım mı? Osmanlıdan nefret eden onu kötüleyenlerle beraber atalarımıza küfr eden, Avrupalının kızdığına kızan olmadık mı? Bizi dünya markası yapan tarihimize ve dinimize kendi ağızlarımızla saldırmadık mı?

19. yüzyılın ilk yıllarında İngilizler, kendi eğitim sistemlerini Hintli gençler üzerinde ustalıkla uygularlarken, aynı yıllarda Fransız resmî makamlarıyla misyonerler arasında hararetli bir tartışma yaşanıyordu. Tartışılan konu Batı Afrika’da yer alan Senegal halkına en uygun eğitim sisteminin ne olması gerektiğiydi. Almanlar ise, hâkimiyetleri altındaki Javalı zenginlerin çocukları için dil okulları açmaya ancak 19. yüzyılın ortalarında başlayabildi. Bu yüzyılın sonlarına doğru ise Java’ya yerleşen Almanların görev aldığı okullarda Javalı gençler eğitim almaya başladılar. Yine tıpkı İngilizler gibi, Fransızlar ve Almanlar, yönetimden postane memurluğuna kadar çeşitli mevkilerde görevlendirilecek işgücüne ihtiyaç duymuştu.

Manzara bakılacak olursa günümüz Türkiye’sinden çok farklı değil. Yabancı dille eğitim ülkemizde tartışılmıyor mu? Batı ile bütünleşmenin faydalarını anlatan İslamcılar bile türemedi mi? Bir millet ancak bu kadar uyutularak sömürülebilir. Osmanlı’ya sömürgeci diyenler ithaf olunur. Necip Fazıl’a bir Suriyeli genç geliyor ve “Osmanlı yüzyıllarca bizi sömürmedi mi?” diye soruyor. Üstadın cevabı aslında tokat gibidir, ama anlayana: Eğer Osmanlı sizi sömürmüş olsa idi sen bu soruyu Arapça değil, Türkçe sorardın. Yukarıdaki anlatılmak istenilenin özeti ve ifadesi bu.

Tüm İslâm Âleminin Kurban Bayramı’nın hayırlara vesile olmasını dilerim.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.