Şakir Tuncay Uyaroğlu

Şakir Tuncay Uyaroğlu

S.Ü. Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulundan edebî esintiler…

 

 

 

Saygı değer okuyucularım, bugün köşemde kalemi güçlü üç öğrencimi misafir ediyorum. Benim için her biri bir pırlanta kıymetinde olan değerli arkadaşlarım, sizlerle gurur duyuyorum. Yüreğinize sağlık… Ne mutlu bana ki, sizlerin hocası olma bahtiyarlığına eriştim.

 

Elif Çimen / Tıbbi Laboratuvar Teknikleri

Rüzgârla Giden

Ömrüm ne kadar da kısaydı, düştüğümde her şey sona erecekti biliyordum. Yine de, binlerce dostum olacaktı ya buna seviniyordum.

Ayrılalı ne kadar oldu? İnsanlar “zaman” diyorlar; geçtiğini söyledikleri bir şey bu, geçtikçe saydıkları sonsuz bir yol.

Oysa ben biliyordum! Ayrılalı ne kadar oldu? Güneş çıkınca ne olacağını biliyorsun. Güneş ayrılık sebebimiz, biliyorsun Güneş ve rüzgâr… Kollarındaki rüzgâr, sarmaş dolaş geceler boyu omzunda esen beni alıp götüren…

En başında denizde, kumların arasında mı kalmalıydım? Önemsemediğim bir anda göğe karışmamalı mıydım? Sonra uzun yolculuklar geçti. Geriye dönüp bakamayacak kadar uzak kaldı her şey. Ama o zaman geldiğim yer başkaydı, bedenimi aşağıya çeken bir şeyler vardı, buraların kokusunda…

Kaç gökkuşağında hangi rengin ben olduğumu bilmiyorum. Sanki bir eksikliği tamamlamak üzereydim. Elimde değildi, sonra yabancı ve soğuk bir rüzgâr aldı beni.

Düşüyordum artık çok yükseklerden. Çok sonra kuşların yanından geçtim, çok hızlı değişiyordu her şey ya da ben değişiyordum. Kanatlarımın olmasını istediğimi hatırlıyorum.

Gittikçe keskinleşti, içimi aşağıya çeken ve adının “bahar” olduğunu senden öğrendiğim o derin koku. Eskisi gibi mi sürecekti varlığım? Yine dalgalar ve insanlar mı olacaktı? Yaklaştıkça anladım, anladıkça özlemeye başladım denizi. Zaten var olmak özlemek değil mi?

Kum gibi bir şeydi bu; ama kum değil, deniz değil. Önceden öğrenmiştim süzülmeyi. Bir mavilikten bir maviliğe, bir insanın dudağından, bir insanın kalbine… Şimdi kimin dudaklarıydı burası? Kimin içine yolculuk var?

Nasıl uzattın elini, tutup nasıl aldın beni? Nasıl oldu bilmiyorum. Hızla değişiyordu her şey, kanatlarımın olmasını istediğimi hatırlıyorum. Sonra sakinleşti etraf, tertemiz bir yerde, garip bir yorgunluk oldu. Aldın yükseklere çıkardın. Rüzgârın sesi gelmiyordu! Düşmüyordum!

Yüzünü gösterince bana, gülümsemiştin. Ne kadar da büyüktün! Bütün çiçekleri gösterdin bana, seni yaralayan âşıkları anlattın ve yaraların kapandıkça, aşkların bittiğini yapraklarını sevdin yanımda. Bir gün gideceklerini söyledin; gökkuşağı renklerinin sessiz bir yağmur altında çok uzaklara.

Sabahın erken vakti, güneş ve rüzgâr geldi. Ellerini uzattın, kollarınla sardın beni. Yine de gittim ben, güneşle ve rüzgârla.

Kaç mevsim soğuk rüzgârları sevdim. Böyle beyaz, böyle yaşlı yağdım. Şimdi yavaşça süzülürken gökyüzünden, kaçıncı kez aklımdasın. Belki öldün yanmaktasın, duman oldun, beni aramaktasın. Ama biliyorsun, kanatlarımın olmadığını. Ben bir kar tanesiyim.

Meral Bilekyiğit / Tıbbi Laboratuvar Teknikleri

Ufaklık…

On iki sene önceki hayatım ne kadar da kolaydı. Annem, babam ve ben üç kişilik bir aileydik. Ama, bir kişi daha katıldı aramıza: Kardeşim. Henüz dört yaşındaydım ve hiç suçum yokken, leyleklerin gazabına uğramıştım. Artık, bir kız kardeşim vardı ve buna alışmak zorundaydım.

Bücür yaratık tahtıma ortak olmuştu. Süt dişleri, ilk adımları, ailede sevinçle karşılanıyordu. Ona sinir olduğumu itiraf etmeliydim. Hatta, annemin anlattığına göre; sırf kardeşim annemlerle evde kalıp keyif çatmasın diye, beni yazdırdıkları yuvaya gitmemek için direnmişim ve sonunda kazanmışım.

Onun gelişiyle birlikte, bende birtakım garip içgüdüler gelişmişti. Hayli erken ortaya çıkan bir annelik içgüdüsü... Kıskançlığım yatıştıktan sonra, annemi taklit etmeye başlamıştım. Aslında, gerçekten de güzel bir bebekti kardeşim. Şimdiki aklım olsaydı, bütün günümü onu mıncıklamakla geçirirdim. Tombik, beyaz tenli, siyah boncuk gözlü şirin bir bebekti. Bahçeye çıktığımda peşime takılırdı. Tam bir kuyruktu aslında... İlkokul, ortaokul derken, büyüdü bizim bücür. Artık, peşime takılmıyordu.

Ama sorun bitmemişti. Telefonda rahat konuşamıyordum. Çünkü, onun telefon trafiği de hızlanmıştı. Bücürün arkadaşlarından, bana sıra gelmiyordu. Önce sadece kızlar arıyordu. Sonra, malûm erkekler! Şimdi, kardeşim on iki yaşında. Evimizin telefon numarası, bücür erkeklerin gündeminde... Çünkü, kardeşim çok güzel. Üstüne üstlük, kendisine de bakıyor.

Telefon problemime, banyo problemi de eklendi. Banyoda burun burunayız. Saç modelini değiştirdiğinden beri kullandığı jöle, banyonun mermerinden hiç çıkmıyor. Süründüğü, daha doğrusu banyo olduğu parfümü yüzünden, parfümümün kokusunu duyamaz oldum.

Herhâlde; o 8-10 yaşlarındayken ve dünyadan haberi yokken, ortalık daha sakindi. Ağzında diş telleriyle dolaşan, hipnozdaymış gibi film seyreden, bebekleriyle oynayan bücür; artık zararsızdı. Televizyon kumandası ve banyodaki hâkimiyet bendeydi.

Onu, her şeye rağmen çok seviyorum. Ayrıca, giderek bana benziyor. Aynı filmlerden hoşlanıyoruz, ikimizin dolabı da dağınık. O, benim kazaklarımı giyiyor; ben de, onun saatini takıyorum. Geçinip gidiyoruz. Evdeki kaset rafı, iki katına çıktı.

Onunla kavga etmediğimiz zamanlar da olmuyor değil. Hatta; kavgalarımız arada bir yerde güreşirken ya da salonda masa etrafında koşuşurken sona eriyor. Annemin, bundan pek hoşnut olduğunu sanmıyorum. Tuvalette saatler geçirişimizi sonunda protesto edecek sanırım. Çünkü; geçen gün annem, ikimizin de yataklarını banyoya taşıyacağını söyledi.

Artık, arkadaşlarımız bile ortak. Benim erkek arkadaşlarımdan biri aradığı zaman, saatlerce muhabbet ettikten sonra, “Abla! Telefon...” diye haykırıyor. Yakında, onun erkek arkadaşları da devreye girecek. İşte; o zaman, herhâlde telefonlar kilitlenir, faturayı gören annem de çıldırır.

Aslında telefon meselesi de fena değil. Eskiden, yüksek faturaların tek sorumlusu bendim. Oysa; artık, “Aaaa! Ben konuşmadım ki, o konuştu.” diyerek, ortadan yok olabiliyorum. Tabii, annemin bunu ne kadar inandırıcı bulduğu tartışılır. Şimdi, hayatım eskisi kadar felâket değil. Tamam, ben de bazı şeylerden ödün verdim.

Ama, sen olmasaydın; ben kimin damarına basıp, kimi sinirlendirirdim. Salondaki masanın etrafında beni kim kovalardı, arada sırada kime borç takardım, kime duygu sömürüsü yapıp vicdan azabı çektirirdim. Hem; sen olmasaydın, banyo ne kadar boş olurdu... Öyle değil mi ufaklık?

Özlem Atay / Tıbbi Laboratuvar Teknikleri

Heey Kelebek Sen O musun?

Onunla ilk defa bu kadar eğleniyor ve daha önce oynamadığım oyunları doyasıya tekrar tekrar oynamak istiyordum. Ve bu oyunların devam etmesi için içimden yalvarıyordum.

Biliyordum ki; o yine gidecek ve ben onu yine hep bekleyecektim ve yine normal yaşantıma devam edecektim. Onunla o güzel oyunları oynamak için yatmadan önce saatlerce dua edecektim, tekrar gelmesi için ve o geldiğinde o gece yatmadan önce heyecanla tekrar tekrar ikimizin şarkısını söyleyecektim ona.

Ama biliyorum ki, o hep benim rüyalarımda ve dualarımda kalacaktı. Artık bunu kabullenmeliyim, çünkü ben canımdan çok sevdiğim oyun arkadaşımı henüz hiçbir şeyin farkında olmadığım zaman 6 yaşımdayken kaybetmiştim.

Yaşımın ilerlemesiyle onun yokluğunu, sevgisini daha çok arar olmuştum, onun sevgisine sadece 6 yıl doyabilmiştim. Ve ona en son dediğim BABA kelimesini onun aramızdan ayrıldığı gün kullanmıştım. “Babam nerede anne?” Ve o günden beri bu kelimeyi ağzıma alamamıştım.

Nedendir bilmem ama, annemin cevabı; “O bir kelebek oldu kızım.” olmuştu. Ve ben; küçüklüğümde gördüğüm her kelebeğe, “Yoksa sen benim babam mısın?” diye sorar olmuştum. O kelebeği elime almak, ona sevgiyle, özlemle sarılmak istediğimde; o benden hep kaçıyordu. Ama ben artık alışmış ve bu durumu kabullenmiştim.

Biliyordum ki, o benim hep rüyamda kalacak ve yine saatlerce bitmek tükenmek bilmeyen oyunlarımızı oynayacaktık. Ve ben yine her kelebek gördüğümde, ona dokunmak isteyecektim, tabii ki, o yine benden kaçacaktı

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.