Salih Sedat Ersöz

Salih Sedat Ersöz

Ölüm bir son değil, yeniden doğmaktır

İnsanlar doğar, belli bir süre yaşar ve ölürler. Bu ilahi bir mukadderattır. Kâinatın Yaratıcısı Hz.Allah hükmünü bu şekilde koymuştur. Bu hüküm hiç değişmeden asırlardır devam edip gelmektedir. Dünyaya gelmek insanoğlu için nasıl elinde olmayan bir olay ise, ölüm de yine biz insanların tercihine bağlı olmayan ve takdir-i ilahi gereğince meydana gelen bir olaydır.

Dünyaya gelen ve belli bir süre dünya imtihanında kalan insana, ölümün ne zaman, nerede ve ne şekilde geleceği kesinlikle belli değildir. Onun için bizler, mü’min bir kul olarak ölüme her an hazırlıklı olmalı, gün ve saatlerimizi gafletle geçirmemeliyiz.

Ölüm insan için bir son değil, yeniden doğmaktır. Yeni ve ebedi bir hayatın başlangıcıdır ölüm… Dünyada iken yaptıklarımızdan ve yapmamız gerektiği halde yapmadıklarımızdan sorumlu olarak ahiret âlemine, ölüm aracılığı ile ayak basıyoruz.

Ölüm; her  ne kadar geride kalan aile, çocuklar, dost ve yakınlar için acı bir ayrılık olsa da,  inançlı, temiz, dürüst bir hayat sürenler, her türlü haklara riayet ederek ömrünü geçirenler, söz ve akitlerine bağlı kalanlar ve imanlı bir şekilde bu dünya hayatına veda edenler için cennet nimetlerine gark olmak ve ebedi saadete nail olmak demektir. Vuslat demektir.

Bu şekilde bir hayat sürerek ömrünü tamamlayan, ölümü gülerek karşılayarak ahirete giden ve Allah’ın mümin kulları için hazırladığı akılların tahayyül edemeyeceği bitmez tükenmez nimetlerine kavuşan Cenab-ı Hak’kın sevgili kullarına ne mutlu…           

İnanç yoksunu bir hayat süren, kul hakkına riayet etmeyen, ahde vefa nedir bilmeyen ve nefsi emmaresine tabi olarak bu dünyadan gidenlerin, ahiret âleminde karşılaşacakları tecziyenin yanında buradaki ayrılık acısı bir hiç mesabesindedir. 

Son birkaç ay içerisinde, babam ve annem başta olmak üzere tanıdıklarımızdan onlarca insanı ebedi âleme yolcu ettik. Allah’ın rahmeti hepsinin üzerine olsun. Mekânları cennet olsun. Cenab-ı Hak, cennetinde kavuştursun hepimizi…  

Evler, mahalleler, şehirler hâsılı tüm dünya bir yandan boşalıyor bir yandan doluyor. Şimdiye kadar 120 milyar insanın doğup öldüğü tahmin ediliyor. Takdiri ilahi böyle tecelli ediyor.

Bir gün bu dünyanın da sonu gelecek. Rabbim hepimize hayırlı yaşantı ve hayırlı ölüm nasip etsin ve ebedi yurdumuz cennet olsun İnşaallah...

Her ölümden sonra aynı duyguları yaşıyorum ve aynı cümleler dökülüyor dudaklarımdan… Hayat kısa, ömür sınırlı, ölüm her an gelebilir. Haksızlıklara ve vefasızlıklara değmez bu kısacık hayat…                                                       

Ömür defterini ve dünya sınavını tamamlayan ve sayılı olan nefeslerini tüketenler, birer birer ahiret âlemine gidiyor. Orada kendilerini kurtaracak olan sadece imanları ve dünyada iken yaptıkları güzel amelleri olacaktır.

Bir gün bizim de gözlerimiz kapanacak, bir gün bizi de toprağın kara bağrına bırakıp dönecekler. Ölümden kurtuluş yok. “Her nefis ölümü tadacaktır” diye emir ferman buyurmuş Yaratan. Bu fermanı değiştirmeye kimin gücü yeter ki? Gidenleri geri getirmeye kim muktedir olabilir? Şu anda yaşantısını sürdüren; genç, yaşlı, zengin, fakir, zalim, mazlum ne kadar insan varsa hepsi, bir gün ölüm denen gerçekle karşılaşacaklar. Bundan kaçış yok.

 Şöyle geriye dönüp bakıyoruz da, daha dün olmuş gibi hatırladığımız bazı olayların üzerinden yıllar geçmiş. Zaman su gibi akıp gidiyor. Hayat hakikaten çok kısa… Ömür sınırlı… Nefesler sayılı… Ölüm her an kapımızı çalabilir. Her an, haydi bakalım hesap vakti geldi denebilir. Gel bakalım, yeter artık dünya yolculuğun, asıl vatanına gitme vaktin geldi çağrısı ile her an karşılaşabiliriz. Her an ölüm meleği, yürü ebedi âleme diyebilir. Bu zorunlu davetin bir saniye bile sonra gerçekleşmeyeceğini kim garanti edebilir? 

Bu akibetle hepimiz, bütün insanlar karşılaşacağız bir gün…Kimseye kalmadı bu dünya… Nice Peygamberler, nice Allah dostları ve nice sultanlar geldi geçti bu dünyadan…Hepsi de ölümü tattılar. Ayrıca ilahlık iddiasında bulunan nice Firavunlar ve Nemrutlar’da ölümden kaçamadılar. Ölüm ansızın yakaladı ve çekti götürdü herkesi kendi menziline… Kimse kurtulamadı ölümün pençesinden… 

Azrail bir gün gelecek ve vaktin doldu, ömrün hitam buldu, haydi gidiyorsun diyecek.  

Hiç ölmeyecekmiş gibi, kibirleri ile saltanat sürenler, bir dünya nimetine kavuştuğu anda geçmişini unutanlar, bir koltuk uğruna dostluk ve kardeşlik  gibi ulvi değerleri bir çırpıda silip atanlar, vefa nedir bilmeyenler, verdikleri sözleri unutanlar, ahid ve akitlerine bağlı kalmayanlar, insanları kendi menfaatleri için kullanıp atanlar, insan haklarını gasp edenler veya ihlal edenler, adaletsiz idareciler, hak hukuk tanımayan zalimler; bir gün siz de öleceksiniz. Size de bir gün sıra gelecek. Ölüm bir gün sizi de yakalayacak. Sizin de yakanızdan tutulacak bir gün…

Ver bakalım dünyada yaptıklarının hesabını denecek bir gün size de… Bir gün sizde geleceksiniz musalla taşına… Sizde gireceksiniz bir gün o kara toprağa… Nasıl ve ne şekilde öleceğinizi düşündünüz mü hiç?  Bu hayat ebedi değil. Koltuklar, makamlar, unvanlar kalıcı değil.

Kendi kendimize şöyle tefekkür edelim. Değer mi bu kısacık hayat yaptığım haksızlıklara? Değer mi bu kısacık ömür yaptığım vefasızlıklara? Bu kısacık yaşantı verdiğim sözlerini bozmaya değer mi? Mazlum duruma düşürdüğüm insanların beddualarını almama değer mi? 

İnanın bu hayat, insanları üzmeye ve gönülleri kırmaya değmez. Hayat kısa, ömür sınırlı, ölüm her an gelebilir. Haksızlıklara, vefasızlıklara ve zulümlere değmez bu kısacık hayat… Ve son pişmanlık fayda vermez. Dikkat edelim… Sağlıklı ve mutlu yarınlar efendim…

            

Önceki ve Sonraki Yazılar