Ne dediler?

Evet Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecine giren ülkemizde son üç dört gün itibari ile tartışmalar alevli bir şekilde gündemde yerini korumaya devam ediyor ki konu seçim sonuçlanana kadar da gündemdeki birinci sırasını korumaya devam edecek. Buna, içinde bulunulan  süreçte gerçekleştirilip ortaya konulacak provokatif haber ve olaylar da dahil. Tabi bu durum bir süre daha piyasaları da etkilemeye devam edecek. İsterseniz gelin seçimin yapılmaya başlandığı günden itibaren neler oldu kim ne dedi bir kere daha hatırlayalım. Tabi özellikle aydınlarımızın söyledikleri üzerinde durarak, söylenenleri analiz etmeye çalışalım.

CHP’nin seçimi tamamı ile kendi dümen suyuna çevirmek istemesi ile başlayan ve bizzat CHP’nin başlattığı kasıtlı ve siyasi menfaate dayalı gerilim ve huzursuzluk seçimden önceki uzun bir süreçte sinyallerini vermeye başlamıştı. Ve seçim günü geldi çattı: “Anavatan Partisi ile DYP, oylamayı mahkemeye taşıyacağını aylar öncesinden açıklayan CHP'nin safında yer aldı. Anavatan Genel Başkanı Erkan Mumcu ile DYP lideri Mehmet Ağar, seçime dakikalar kala basın toplantısı düzenleyerek Meclis Genel Kurulu'na gitmeyeceklerini açıkladı. Ancak her iki lider de Meclis'in seçeceği cumhurbaşkanının meşru olacağını, toplantı için 184 sayısının yeterli olduğunu ve konunun mahkemeye götürülmemesi gerektiğini vurguladı.”  Böylelikle Özal’a ihanet damgasını yiyen ANAP’ın genel seçimlerdeki durumu da şimdiden belli oldu. Ardından Genel Kurmay’dan gelen bildiri kafaları iyice karıştırdı. Çok ilginç iddialar ortaya atılmaya başladı. Kalemler ele alındı ve yorumlar için kollar sıvandı. Ukala soyladı görelüm hanum ne soyladı:

Mustafa Ünal konuyla ilgili kafalarda zuhur eden sorulara yer vermiş, köşesinde ve: “Açıklama daha erken saatte veya ertesi gün değil de neden gece yarısı yapıldı? Gün boyunca bu soruya cevap arandı; ancak bulunamadı. Bu kadar sert bildirinin havası da yoktu Ankara'da. Günler, haftalar öncesinden başlayan sıkıntılı sürecin sonunda çıkabilecek bir metin ansızın hem de gece yarısı gündemin ana konusu oluverdi. Bulutsuz, günlük güneşlik havada kar veya dolu yağması gibi bir şey. Bildirinin metni de sorunlu. Paragraflar birbirinden kopuk ve dağınık. Sanki tek kalemden değil de her biri farklı yerlerde hazırlanmış sonradan birleştirilmiş gibi.” (1)

Hüseyin Hatemi ise bir baro başkanının ifadelerini iktibas edip, bir varsayımdan yola çıkıyor ve şöyle diyor: “İzmir Barosu Başkanı; Sayın Abdullah Gül'ün adaylığını “ağır bir dille” eleştirmiş! (Radikal, 27 Nisan 2007 Cuma). Buyurmuş ki “sıra demokratik ve lâik cumhuriyetin son kalesine gelmiştir”. Bu beyan nasıl yorumlanır? Kanaatimce şu anlama geldiğine kimse itiraz edemez: Demokratik ve lâik cumhuriyetin son kalesi olan cumhurbaşkanlığı hariç, bütün kaleleri düşürülmüştür! Düşüren kim? Başta başbakan olmak üzere hükümet ve AKP milletvekilleri! Çankaya (son kale) da düşerse “sivil darbe” hedefine ulaşacak imiş! Bu hedef neymiş? Bugünkü düzenin yerine, “ılımlı islam” adı altında “şeriat düzeni” geçecekmiş. Türkiye, Fethullah Gülen'in tarîkatine teslim olacak, sonunda da Gülen getirilerek halife ilân edilecekmiş! Eyvaah! Hukukçular da artık kahve falına veya bakla falına mı merak sardılar? Birçok Avrupa ülkesinde Hristiyan demokrat partiler iktıdara gelebilmektedir ve iktidara geldiklerinde hiçbir baro başkanı veya emekli subay; bir sağlık sorunu yoksa, şu şekilde bir fal bakmayı aklının ucundan bile geçirmemiştir: -Hristiyan demokrat adı altında demokrasi düşmanları iktidara geldi! Yakında bunlar enkizisyon mahkemeleri kuracak, eşlerimizi - kızlarımızı “cadı” oldukları gerekçesi ile cayır cayır yakacak, sıra nihayet Papa'nın aynı zamanda imparator ilân edilmesine gelecektir! -Diyelim ki sağlık sorunu olan birisi bunları söylemiş olsun, bizdeki gibi, bu gibi sözler söyleyeni millî kahraman mı kılar, yoksa demokratik ve lâik düzene yönelik bir suçun sözkonusu olduğuna mı hükmedilir?

Yine varsayalım ki gelecek seçimde iktidara Sayın Baykal geldi ve bir başka baro başkanı Sayın Baykal'ı şu şekilde, “ağır bir dille” eleştirdi: -Millete süpürge tohumu yediren, camilerini kapatan zihniyet yine iktidara geldi! Bunlar yakında “ılımlı-Ede Balıcı lâiklik adı altında dinsizliği hâkim kılacak, Baykal'ı da millî şef ilân edecektir!- Bu sözleri söyleyen bir kimse sadece muayeneye mi sevkedilir, yoksa doğduğuna peşîman kılınır da bir süre sonra bir plastik baston edinerek Mesihliğe mi soyunur?(2)

Emin Çölaşan’ı ben eskiden sadece Melih Gökçek’e ödediği tazminatlar yüzünden sadece milli görüşçülere düşman bilirdim. Tabi AKP’ye kaç para kaptırdı da böyle gerçek dışı paranoyak üslupla konuşmaya başladı derken niyetini geç olsa da anladım. Onu da yukarıdaki yazarların kaleme aldığı aynı tarihli yazının şu satırlarını okuyunca çözdüm: “AKP döneminde çoğumuzun dikkatinden kaçan bir uygulama başlatıldı. Peygamberimizin doğumunu kutlama törenleri (eskiden böyle bir şey yoktu) tam da 23 Nisan bayramına denk getirildi! Çocuklara ve öğrencilere ulusal egemenlik kavramı, yurt sevgisi ve Türklük, bilinçli olarak unutturulurken, onun yerine dinsel bir kavram çıkarıldı. Başka bir hafta mı kalmadı da, Kutlu Doğum Haftası her yıl 23 Nisan’a denk getiriliyor! Bunu elbette bilerek ve bilinçli olarak yapıyorlar.” Azizim anlayın işte herifin derdi Cumhurbaşkanlığı falan değil, adamın  tek alerjisi din öyle İslam falan da değil. Dinin her türlüsü… Yani ülkede biraz daha Müslümanlar’ ın yerini sayıca Budistler almaya başlasın adam bir numaralı Budizm düşmanı olur. Salıverin Vatikan’a papaya savaş ilan etmezse ben de bir daha yazı yazamayayım. Geçen haftaki yazımı okuyan okurlar bilirler ne demiştim hani: “Mehmet Kaplan bu kişileri belli bir ideolojinin mensubu olarak ifade etmiştir. Ancak kendisi hayatta olsaydı, tarif ettiği bu insanların, sadece Türk ahlakına, geleneklerine, inanışlarına düşman ve bir görüşe karşı başka bir görüşü değil,  bütün ideolojileri kendi işleyen çarklarını bozacak bir çomak olarak gören ve bütün dinleri ve ahlaki öğretileri hedef alan büyük bir bütünün parçası olduğunu esefle müşahede edecekti.”(3) ne dersiniz bu adam da buraya dahil midir? Onu da sizin yorumunuza bırakalım. Biz kaldığımız yerden devam edelim.

Hasan Cemal ise kesin konuştu: “Hükümetin muhtıraya karşı almış olduğu tavır doğrudur, demokrasiye uygundur. Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı adaylığından çekilmeme kararı da yerindedir.”(4)

Meral Tamer de Ünal’ın sorduğu sorunun bir benzerini soruyordu:

“Niye bu saatte?

- Niye internet üzerinden?

- Niye altında Genelkurmay Başkanı'nın imzası yok?

- Tamam, ilk tur oylamanın sonucunu beklediler; ama neden 20.00'de değil de 23.15'te...

- Neden bu kadar sert?

- Yoksa Genelkurmay Başkanı da mı, ordu içinde bir takım baskıları üzerinde hissediyor?

- Bildirideki ifadeler üzerinde anlaşma, ancak o saatte mi sağlandı?”

     Evet temennimiz sıkıntılar birlik ve beraberlik içinde aşılsın ve memnun olmayanlar sadece kavgadan ve kaostan medet umanlar olsun!

Dipnotlar:

(1) Zaman Gazetesi, 29/04/2007

(2) Yeni Şafak, 29/04/2007

(3) Memleket Gazetesi, 24/04/2007

(4) Milliyet Gazetesi, 29/07/2007

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.