Naci Bostancı: MHP evrim geçirdi

Naci Bostancı: MHP evrim geçirdi

"MHP devletçi çizgiden halkçı çizgiye evrildi. CHP de jakoben çevrenin merkezinde.."

Türkiye siyasetle hop oturup, hop kalkıyor. Tansiyonun yüksek olduğu Türk siyaseti, her dönemde hararetli tartışmalara sahne oluyor. Temmuz 2007'de de hararetli bir genel seçimi yaşadık. Mahlli seçimler de yaklaşıyor.

 

Prof. Dr. Naci Bostancı, Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde öğretim üyesidir. Türkiye'nin önde gelen siyaset bilimcilerinden olan Naci Bostancı'yla, 22 Temmuz seçimlerinden sonra oluşan havayı, siyasi partilerin performanslarını, artılarını ve eksilerini değerlendirdik. 2009'da yapılması öngörülen yerel seçimleri, mahalle baskısını, siyasetin genel durumunu konuştuk.

 

 

Milliyetçi geçmişiyle bilinen Naci Bostancı'nın fikirlerinde bir değişme oldu mu? Şu an kendini nasıl tanımlıyor, hangi yelpazeye yakın görüyor?

 

Milliyetçilik bu coğrafyada önemli bir kavram. Milliyetçilik, aynı zamanda kendisi de çok geniş bir anlam coğrafyasına sahiptir. Burası bizim yaşadığımız ülke, verili bir şekilde bu ülkenin içinde doğduk. Anadilimiz Türkçe. Çocukluğumuz, hatıralarımız, buraya ait. Ben milliliği, milliyetçiliği insanın kendini yoğrulduğu topraklarla olan ilişkisi olarak görüyorum. Böyle baktığımızda da bir millilik damarının adlandırması farklı olsa da bazen yurtseverlik falan desek de sonuçta yaşadığımız coğrafyayla, ruhumuzun karıldığı toprakla ilişkili bir husus olduğunu düşünmekteyim. Geçmişte de bugün de esas itibariyle başkalarını da özel bir taba, kategorik bir şekilde milliyetçi etmek fikrine yakın durmamıştım. İnsanların serbestçe ve özgürce kendi hayatlarını yaşamaları ve her ne düşünüyorlarsa öylece düşünüp inanmalarını geçmişte de temenni etmiştim. Mülkiye'de okuduğum yıllarda. Bugün de bir temel çizgi olarak böyle bir yerde duruyorum.

 

Hepimizin fikirleri değişiyor

 

İnsanın değişmesi yahut da değişmemesi ve bunlara ilişkin anlamların hayli tartışıldığı bir dönemi yaşıyoruz. Hepimiz değişiyoruz. Hepimizin fikirleri tabii ki dünyanın yeni şartlarında, ülkenin yeni şartları, yükselen yeni problemler karşısında değişiyor; ama bugün 50 yaşındayım. 20 yaşındaki benle, 50 yaşındaki ben arasındaki 30 yıllık o tarihsel mesafede nasıl ülkenin genel silueti değiştiyse, bu sokaklar değiştiyse, yürüdüğümüz sokaklar… Aldığımız ekmekler, yediğimiz yemekler, seyrettiğimiz programlar, okuduğumuz kitaplar değiştiyse benim hala aynı kalmam gibi tuhaf bir durum söz konusu olmaz ama değişen ne? Kalan ne? bunun bir listesini çıkartmak tabii ki kolay değil. Ne ölçüde değiştiğim veya bugün ne düşündüğüm konusunda çok saklı gizli birisi de değilim. İşte kitaplar var. Yazılar var. Makaleler var… Oradan bakıldığında kendimi bu coğrafyaya ait, bu topraklara ait, bu topraklardaki farklı unsurları da milliliğin o geniş coğrafyasında ruhen kucaklayan birisi olarak görüyorum.

 

Milliyetçilik bu coğrafya için neden önemlidir?

 

Biraz problemli bir coğrafya. Çok sakin, kendi başına kalan bir coğrafya değil. Bir takım klişe laflar vardır. Klişe olmaları onların aslında bir manaya tekabül etmediği manasına gelmez. 'Dört tarafı ateş içinde' filan denilir. İşte Asya ve Avrupa arasında köprü olan Türkiye'nin hem maddi dünyada yaşadığı sıkıntılar, savaşlar, kavgalar, değişen uygarlıklar; hem de moral olarak manevi dünyasında bütün bu değişimlerin, sarsıntıların oluşturduğu kolektif bir hafıza var. Dolayısıyla bu, bu coğrafyayı, bu coğrafyada yaşayan insanları son derece, hem rahatsız ediyor hem de onları yaratıcı kılıyor. Yani sadece rahatsız ettiğini söyleyemeyiz. Bu coğrafyada ayakta kalmak için bir dayanışma ekseni oluşturmak gerekiyor. Dağılmamak için bir dayanışma ekseni oluşturmak gerekiyor.

 

Bu dayanışma eksenini milliyetçilik mi sağlıyor?

 

Ortadoğu'ya baktığımızda, orada ne tür karışıklıkların yaşandığını görüyoruz. İşte Balkanlar'da bir takım problemleri görüyoruz. Türkiye'de ve dünyanın başka yerlerinde toplumları bir arada tutan en önemli unsurlardan birisi milliyetçiliktir ama milliyetçiliği nasıl yorumladığınız son derece önemlidir. Bu milliyetçiliği, soyla, etnik kökenle birleşmiş bir milliyetçilik olarak değil; son derece insani, aynı coğrafyada soluk almaktan, ekmek yemekten kaynaklanan bir ortaklık duygusu olarak görelim. Etnik konulara ilişkin hayali ilişkiler dünyasında yaşanan tartışmalarla, vakit kaybetmek yerine pratik hayatta ki bağlara, yakınlıklara ve oradan çıkartılan ortaklıklara odaklanmak gerekir. Bu hepimiz aynı olalım, birbirimizin benzeri olalım şeklindeki bir düşünce değil. Aksine farklılıklarımızla birlikte bir dayanışma ekseni olarak bir arada bulunmak, kandan ve ateşten bu coğrafyayı korumak; müreffeh bir şekilde ve özgür bir şekilde yaşamak… Dediğim ilkeler çerçevesinde bir dayanışma eksenini kastediyorum. Milliliği, milliyetçiliği de böyle yorumluyorum.

 

Cumhurbaşkanı seçimi krizi, 27 Nisan bildirisi, ardından AKP'nin yüzde 47'lik seçim zaferi… Bu süreçlerden sonra siyasette neler değişti? Siyasette bir kırılma noktası mı oldu?

 

Siyasette kırılma noktaları genellikle çok büyük dönüşümler zamanında oluşur. Mesela 1688 İngiltere'de bir kırılma noktasıdır. Çünkü burjuvazi, orada siyasal iktidara parlamento marifetiyle el koymuştur. Modernleşme dünya tarihinde çok büyük bir kırılma noktası oluşturuyordu. İşte büyük şehirlerin ortaya çıkışı… Toplumsal yapının, toplumsal kesimlerin yerlerinin değişmesi, egemenliğin başka toplumsal sınıflara geçmesi… Kırılma derken ben bu anlamda işin toplumsal derinliğine nüfuz eden kırılmaları anlıyorum.

 

AKP demokratikleşme sürecinin getirdiği bir iktidar

 

Türkiye'de AK Parti'nin 2002'de ve 2007'de, şüphesiz 2007'de daha güçlü bir şekilde iktidara gelmesini derin bir toplumsal kırılma olmaktan ziyade, Türkiye'de demokratikleşmenin getirdiği bir sürecin devamı olarak görüyorum.Bir kırılma, bir dönüşüm, bir değişim değil, 45-46'dan itibaren başlayan çok partili, parlamenter rejimle birlikte içine girdiğimiz demokratikleşme sürecinin bir neticesi, bir parçası olarak görüyorum. Bir kırılmadan değil, bir süreklilikten, bir devamdan bahsetmek gerekiyor.

 

Askeriye siyaset üzerinde etkisi olan bir kurum

 

Burada '27 Nisan bildirisi' sorunuzun içinde askere atıf yapıyor. Asker-siyaset ilişkisine ilişkin çağrışımlar taşıyor. Onları da bu demokratikleşme sürecinin bir parçası olarak yeniden düşünmek gerekiyor. Türkiye'de askeriye son derece önemli bir kurum ve siyaset üzerinde de etkisi olan bir kurum. Merkezi bir örgüt. Önemli bir kuvvet. Geleneksel olarak siyasetle de çok yakın ilişkisi olmuş. Osmanlı İmparatoluğu'ndan Cumhuriyete intikal eden o dönüşüm zamanlarında, Cumhuriyet'i kuran idareye baktığımızda genellikle askeriyeden gelen bir takım kadroların, siyasette etkili olduklarını görüyoruz. Dolayısıyla o gelenek bir bakıma günümüze kadar ulaştı. Bu cumhurbaşkanlığı seçimlerinde genellikle emekli paşaların seçilmesi biçiminde… Fakat sivilleşme ve demokratikleşme artık askerin siyaset üzerinde bu ölçüde etkili olduğu bir durumu biraz geri plana atıyor ve sivil siyasetin kendi kodları üzerinde iktidar ilişkilerinin yeniden teşekkül ettiğini görüyoruz.

 

O zaman şöyle soralım. AKP'li Türkiye yeni bir Türkiye mi?

 

Bu yeni lafı ne derler? İçeriği boşaltılmış bir laf. Tanımadığımız bir Türkiye değil, AKP'li Türkiye. Yeni dediğimizde ne tür çağrışımlar olduğunu biliyoruz.

 

Demokratikleşme, refah düzeyi… Yada tam tersi şeriat tehlikesi daha da arttı vb.

 

Hayır hayır demokratikleşme de bir süreçtir. Bir siyasi partinin iktidara gelmesiyle ivme kazanabilir ama radikal bir dönüşüm siyasi partiyle olacak bir iş değildir. Bu işin toplumsal temeli vardır. Entelektüel temeli vardır. Bunlar da hani bir kabaktan düşmesi vardır. Kabak değildir, yani öyle bir günde olacak işler değildir. Türkiye'nin trendi bellidir.Türkiye'nin trendi demokratikleşme istikametindedir. AK Parti demokratikleşmenin getirdiği bir iktidardır, yoksa kendisi bir şekilde iktidara gelerek demokratikleşmede kırılma yaratmış ve yeni bir Türkiye kurmuş irade değildir.

 

Şeriat ve laiklik iktidar tekniği olarak kullanılıyor

 

Şeriat tehlikesi meselesine gelince, bu çok eski bir lakırdıdır biliyorsunuz. Osmanlı'nın son döneminden Cumhuriyet'in başlangıç yıllarında çok telaffuz edilmiş, siyaset alanında kimi zaman bir iktidar tekniği olarak uygulanmıştır. Menderes'e söylenmiştir bunlar. Demirel'e söylenmiştir. Özal'a söylenmiştir. Şimdi de Tayyip Erdoğan'a söyleniyor. Aktörler değişiyor, yapılan işler değişiyor, yaklaşımlar değişiyor. AK Parti'nin yapıp ettiklerine bakalım: 80'lerin ANAP'ı ne yapıyorsa O da üç aşağı beş yukarı aynı çizgiyi takip ediyor; ama suçlama değişmiyor. Bir iktidar tekniği olarak laikliğin ifadesi ve sürekli bir şeriat tehlikesine atıf yapılması değişmiyor.

 

Jakoben çevre halka gerçekçi gelmiyor

 

Bence Türkiye'deki o geleneksel sağ-sol diyelim, o da çok tartışmalı bir kavram ama kolaylık olsun diye söylüyorum… Bu elitist, jakoben, yukarıdan aşağı toplumu dizayn etmeye çalışan ama kendisini sola konumlandırmış o resmi, devletlu çevre, bence siyaseti yürütürken artık hangi araçlara başvuracağı konusunda daha fazla düşünmesi gerekiyor. Belli ki şeriat tehlikesi veya laiklik üzerinden yürütülen replikler, retorikler siyasette bu kesimin demokratik siyasette güç kazanmasına imkan vermiyor. Bir sahihlik duygusu, bir gerçeklik duygusu halkın vicdanında uyandırmıyor.

 

Kim bu jakoben çevre?

 

Bu geniş bir çevre tabii, ama merkezinde önemli ölçüde CHP'nin yer aldığı, çeşitli aydınların, entelektüel çevrelerin; kurumların, kuruluşların destek verdiği bir çevre bu jakoben çevre.

 

MHP'nin Meclis'e girdikten sonra önce Cumhurbaşkanlığı seçimi krizinin çözümüne katkı sağlaması, şimdi de türban sorununa el atmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? MHP'de neler değişiyor?

 

MHP başlangıçta daha devletlu çizgide bir siyasi partiydi. Özellikle 80 öncesinde devlete odaklı, milletle, halkı kutsal devletin daha tali bir unsuru olarak düşünen, bir siyasi program etrafında siyaset yürüten bir partiydi. Esasen milliyetçiliğin Osmanlı'nın son dönemi ve Cumhuriyet dönemindeki uygulamalarına, temsiline baktığımızda, milliyetçiliğin de devletçi karakterinin daha öne çıktığını görüyoruz. Belki bunu bir ölçüde farklı yorumlayan ve kendisinin de milliyetçi eğilimler taşıdığından şüphe etmediğimiz DP, AP gibi partiler, siyasetin pragmatik yanlarıyla ilgilenmişler ve milliyetçiliği milletin refahı olarak görüp değerlendirmişlerdir.

 

MHP evrim geçirdi

 

MHP bu işi daha doktriner, daha devlet çerçevesinde düşünen bir partiydi. 80'ler bir bocalama dönemi oldu ama 90'ların ortalarından itibaren MHP'nin devletlu ve elitist çevrelere mesafeli duran milliyetçiliği, bir mit, bir tarihsel etnisite olarak değil gerçekte yaşayan, bugünde var olan halklar tarafından temsil edilmesi gereken, onların talepleri ve dilekleri üzerine organize edilmesi gereken bir fikir olarak milliyetçiliği tasavvur etmeye başladı. Bir bakıma devletçi çizgiden halkçı çizgiye doğru evriliverdi. Bugün Meclis'e girdi ve o zikrettiğimiz gerek cumhurbaşkanlığı meselesinde, gerek türban meselesinde yürüttüğü siyaseti kategorik olarak bir istismar yahut seçmen davranışlarına bakıp 'böyle yapmak gerekir yoksa farklı davranışlar tasfiyeye yol açıyor.' Tarzındaki pragmatik akıl yürütmelerden değil, çizgisindeki o halkçı evrilmeden kaynaklandığını düşünüyorum. Bundan sonra da benzeri konular geldiğinde MHP'nin o ideolojik dönüşümü dolayısıyla bu çizgide işler yapacağını düşünüyorum.

 

Artık farklı bir MHP'yle mi karşılaşacağız?

 

Şimdi farklı derken tabii…

 

Daha halkçı bir MHP…

 

Yani. İşte 80'lerden daha farklı, 70'lerden daha farklı bir MHP. Daha halkı temsil etmeye dönük bir MHP. Halkı o jakoben eğilimden gelen, halkı milletle buluşturma, halkı millet kılma o tarihsel etnisiteyi bugün halk nezdine, bir gerçeklik haline getirmeyi, doktriner eğilimlerini bir kenara bırakmış; halkı temsil etmeyi ve ancak demokratik siyasetle milliyetçiliğin varlığını esas almış bir MHP ile karşı karşıyayız. Bu bir farklılaşmadır. Bundan sonra da böyle bir MHP olacaktır.

 

MHP zihinlerdeki “kavmiyetçilik” Çağrışımından kurtularak bir merkez partisi olabilir mi?

 

Bunu tabii MHP'nin kendi yöneticilerinin davranışlarından, o tarihsel seyrinden hareketle çıkartmak gerekir. Millet kavramının ne kadar farklı konulara açık olduğunu biliyoruz. Türkiye'de de bu konular çok tartışıldı. İnsanlara sorsanız onlar da çok farklı okumalar ifade ederler. MHP, soy milliyetçiliğe, etnik milliyetçiliğe ilişkin çok fazla vurgu yapan, çok fazla hatırlatan bir parti olmadı. Geçmişte de olmadı.

 

Ama zihinlerdeki çağrışım?

 

Şöyle bir şey: MHP ile ilgili tabii insanların farklı kanaatlere sahip olması olağandır. Çünkü MHP çok güçlü hasımları da olan bir partiydi. Önemli olan MHP'nin kendisini, kendi kendini tanımlama biçimi üzerinden gidersek, yani politik müzakere alanında yorumlanma biçiminin de ötesinde kendisinin söyledikleri, kendisinin tanımlama biçimi üzerinden gidecek olursak… Soy milliyetçiliğine ilişkin vurgu 60'ların sonu, 70'lerin başındadır. O dönemde bazı sloganlar vardır: “En üstün ırk Türk'ün ırkı, Çin Sarayı'nı bastı kırkı” gibi naif sloganlar… onlar 70'lerin ortalarından itibaren bırakılmıştır. Bunda hiç şüphesiz Türkiye'deki ana damarın, bu konuya ilişkin ana damarın İmparatorlukla bağlantılı kolektif hafızadan beslenen milliyetçiliği daha kapsayıcı bir şekilde anlama eğiliminin payı vardır.

 

MHP'nin gövdesini Anadolu İnsanı oluşturdu

 

MHP gökten zembille inmedi. Anadolu'daki insanlar MHP'nin gövdesini oluşturdular ve fikriyatını onlar oluşturdular. Onlar da tarihsel hafızadan kopmuş değillerdi ancak şu var: MHP, halen genel olarak hatırlanan o milliyetçi eksendeki bir halklaşma, milliyetçilik çok farklı okumalara tabi tutulsa bile, MHP'nin daha merkeze gelen, bunun tabii merkez tarafını da konuşmak lazım; ama merkeze gelen bir partinin daha geniş toplumsal kesimlere açılan bir parti olması için, hafızadaki ilk çağrışım ve en güçlü çağrışım olan milliyetçilik kadar başka tür nitelikleri de öne çıkarması gerekir. Yani insanların refahını, bu coğrafyada kendisini farklı hissedenleri bir arada tutacak projenin ifadesini, ikna edici ifadesini, modern dünyayla olan ilişkide, misyonunun ne olduğuna ilişkin karakteristik bir hatırlatmayı da milliyetçiliğin yanına koyması ve bu ilk hatırlatmaya ilişkin ilkeleri de biraz çoğaltması gerekiyor.

 

Aktifhaber

 

(YARIN, PKK'YI AKP VE DTP BİTİRECEK)