Kendimi hiç bir b... sanmadım

Kendimi hiç bir b... sanmadım

Mutlu Tönbekici, neden AKP sempatizanı sanılıyor? Tepkili bir yazı yazdığı İbrahim Tatlıses’i nasıl değerlendiriyor? Tuğçe Baran’ı nasıl öldürdü?

Tönbekici, neden AKP sempatizanı sanılıyor? Tepkili bir yazı yazdığı İbrahim Tatlıses’i nasıl değerlendiriyor? Tuğçe Baran’ı nasıl öldürdü? Hangi kadın yazarları takip ediyor? Bugün piyasaya çıkan Habertürk Gazetesi hakkındaki beklentileri ne? Ayşe Arman, röportajından sonra daha mı çok okunuyor? Hıncal Uluç'un beğendiği yazar olmak nasıl hissettiriyor?

İbrahim Tatlıses’le ilgili çok ilginç, çok güzel, eleştirel bir yazı yazmışsınız, ülkemizdeki kadın düşmanlığı giderek artıyor mu? İbrahim Tatlıses bir kadın düşmanı mı?

Bu kadın düşmanlığı hikayesi enteresandır. “Sen kadın düşmanısın, çok ayıp” falan diyoruz ama kadın düşmanı dediğimiz insanlar için “kadın” denilen şey zaten yok ki… Olmayan bir şeye nasıl düşman olacak? Bize “sen bir sandalye düşmanısın” demek gibi bir şey onlara “sen bir kadın düşmanısın” demek. “Yok iki gözüm, kadının başımın üstünde yeri vardır,” diyorlar ama iyi de ben zaten senin başının üstünde değil kendi ayaklarım üstünde olmak ve kabul edilmek istiyorum! İbrahim Tatlıses’in gözünde insan sadece tek bir cinsten oluşuyor: Erkek. Bizim kadın dediğimiz, insanın dişisi dediğimiz “şey” onun için yürüyen bir delik sadece. O nedenle sıkıştığı anda elini cinsel organına götürüyor. “Çok konuşma ben seni zamanında becermiştim,” diyor. Bu ne demek? “Ben değil organım konuşuyor,” demek. Çünkü muhatabı bir insan değil, bir delik!

Medyada bu kadar sık yer alan bir insanın, sürekli insanların gözü önünde olan bir insanın değişememesini, kendini geliştirememesini neye bağlıyorsunuz?

Senin geliştirme dediğin “kadını insan olarak kabul etmek” ise eğer, tabii ki yapmaz çünkü BİR) Memlekette zaten kaç kişi kadını insandan görüyor İKİ) Bizim gibi uyuz köşeci kadınlar ve okurları dışında kimin böyle bir talebi var? ÜÇ) Adamın müşterisi de zaten kendi gibi. DÖRT) Bir takım çok bilmiş, güya Avrupai köşeciler “aman ne şahane bir sesi var, büyük sanatçı” diye öyle bir gereksiz goy goy yaptılar ki yıllarca… Niye değişsin? Değişmesi için nedeni yok. İmparator dediler. Daha ne olsun. O da “korku imparatorluğu” oldu. Anladığı tek bu çünkü. Sanayi de bir kebapçısı var biliyorsun. “Ben büyük bir kadın dostuyum” dese ne olur demese ne olur? Kaportacının çok da umurundaydı. E para sahibi adama “adam” muamelesi yapılan bir ülkede… Yapacak bir şey yok.

Siz daha önce Tuğçe Baran adıyla yazılar yazıyorsunuz. Şimdi kendiniz olmaktan mutlu musunuz?

Kendim olmaktan çok mutluyum. Önceleri keyif veriyordu “gizli” bir şahsiyet olmak ama sonra yük olmaya başladı. “Ne iş yapıyorsunuz?” “Köşeciyim.” “Aaa nerede? Hiç görmedik ya sizi?!” “Vatan” “Ben hep Vatan okurum. Hayır yoksunuz!!” “Pekala… Tuğçe Baran benim.” “Aaaa katiyen inanmam. O Selahattin Duman. Hıncal Uluç bile yazdı”… Yani bu diyalogu yapmadıysam en az bin kere yaptım. Yorucu bir şey olmaya başladı. Yazıları ben yazıyorum, bonuslar Selahattin Duman’a gidiyor.

Peki Mutlu Tönbekici olduktan sonra Hıncal Uluç’un geçen gün Ayşe Arman’a dediği gibi değiştiniz mi?

Tuğçe Baran, Tuğçe Baran’ken değişmeye başlamıştı zaten. Yedi yıldır yazıyorum. Tabii ki değişecek. Bir sürü nedeni var. Bir kere bir genç kadının anıları olarak yazmadığım şey kalmamıştı. Bir hayat, daha kaç yedi yıllık köşeye yetebilir? İkincisi yazmayı yaza yaza öğreniyorsun. Kimin yazı stili aynı kaldı ki? Herkes değişiyor. Değişmemek hata. Üçüncüsü ve en önemli nedeni memleket oradan oraya sürüklenirken nereye ilgisiz kalıyorsun? Tamam, mizahi bir yanım var, her şeyi komik yazmayı seviyorum ama birbirimizi boğazlama aşamasına gelmişken mizah biraz “ayıp” kaçıyor. TB ile MT arasında önemli tek fark artık mizah yapmak zorunda hissetmemem. Olursa olur, olmazsa olmaz.

Tuğçe Baran’ın geldiği nokta çok tatmin ediciydi. Tuğçe Baran’ı öldürmek, ona bir mezarsız ölü gibi bakmak içinizi acıtmadı mı?

Kimin için tatmin ediciydi? Şöhret bakımından diyorsan evet tabii. Hayli fanı vardı. Ama şöhret dediğin şey televizyonlarla, röportajlarla desteklenmesi gereken bir şey. Bu nedenle bu kadar yaşadığı mucize aslında! Ben Tuğçe Baran’ı öldürmeye iki yıl önce karar vermiştim. Fakat sonra cesaret edemedim. Bu kadar tutmuş bir ürünü yok etmek aptallık mıdır, kendim onun gibi rahat olabilir miyim, ikame edebilir miyim? Sonra şöyle bir şey oldu: “Tamam ismi değiştirmedim ama değişseydi nasıl yazardın” dedim kendi kendime ve tüm sınırlamaları kaldırıp yazmaya başladım. Ve işte değişim de böyle başladı. Son noktada ismi değiştirmekten başka yapacak bir şey kalmamıştı. Dünyada da bir sürü örneği var. Kemal Tahir’in on, Aziz Nesin’in 25 takma ismi olmuş. Romain Gary, Emile Ajar ismiyle kitaplar yayınladı, gitti bir de Goncourd ödülünü kazandı. Reddetti, milleti rezil etti falan. Sonuç itibarıyla yazarlar takma isimlerini bir süre sonra illa ki öldürüyor.

Yazılarınıza nasıl bir hazırlık yapıyorsunuz?

Hazırlık? Heh. Bütün gün yazı yazmak dışında lüzumsuz her şeyi yapıyorum, sonra editörüm Üner’den sinirli bir mesaj alıyorum ve son dakika yazıyorum. Daha hayatımda bir gün önceden veya sabahtan yazımı yazıp teslim etmemişimdir. Çok ayıp farkındayım ama yapacak bir şey yok.

Yazı yazarken hangi kriterleri göz önünde bulunduruyorsunuz?

Kriter mriter yok. Önce millet neler yazmış onu okurum. Sapık gibi bütün köşecileri okuyorum. Sonra internet sitelerini takip ediyorum. Bir felaket olmuş ben de hıyar gibi eğlenceli bir yazı yazmayayım diye. Tuğçe Baran’ken biraz daha kolaydı; sokağa çıkıyordum bir marangoza gidiyordum, herif beni sinir ediyordu, oradan bana bir malzeme çıkıyordu. Şimdi de böyle yapıyorum ama bir denge gözetiyorum. Haftada iki geyik, üç ciddi gibi… Ama tabii hiçbir zaman kendini bir bok sanan bazı köşe yazarları gibi, memleketi kurtardım havasına girerek yazı yazmıyorum. Köşe yazısıyla memleket kurtarılmaz. Ne dersen de, ne iddia edersen et nihayetinde senin alanın iki bin beş yüz karakterlik bir alan. Katlanmış bir selpak kadar yerin var.. Buraya ne yazacaksın de memleketi kurtaracaksın.

Ayşe Arman söyleşisinden sonra daha mı çok okunmaya başladınız?

Ayşe Arman röportajının Vatan okuru üzerinde bir etkisi olduğunu sanmıyorum. Yazar röportajlarının okuru artırmak gibi bir etkisi var mı ondan emin değilim. Üstelik sevgili gazetem, “dönüşümüm” konusunda nedense biraz ilgisiz davrandı. Küçük bir anonsla yetindiler. O anonsu kaçıran bir sürü Vatan okuru benim sabık Tuğçe Baran olduğumu bilmiyor mesela. Geçen gün röportaj yaptığım biri sordu: “O deli kıza ne oldu? Çok seviyordum ben onu. Niye ayrıldı?” “Benim ulan o!” dedim. “Görmüyor musunuz?” dedim “Köşe klişemin üzerinde ex Tuğçe Baran yazıyor.” Baktı baktı… “Ben ex ne bilmiyorum ki” dedi. Bir karışıklık var ortada ama geçecek. Bir süre sonra TB kimdi diyecek insanlar. Bu arada şunu da söylemek istiyorum. Bir gazetecinin Ayşe Arman’la yaptığı röportaj okur için değildir pek. Gazeteci, diğer gazeteciler için verir Ayşe Arman’a röportajını. Bir nevi meslek içi “durum ilanı”dır. O yüzden bizler için çok lezzetli, çok ağız sulandırıcıdır da okura bir faydası var mıdır şüphe içindeyim.

Bu arada Hıncal Uluç’un beğendiği bir yazar olmak sizi güçlendiriyor mu?

Beğenmemiş ki! Misyon adamı olmuşum! Mesaj kaygılı olmuşum! Bu yorumu beni mutlu etti mi diye sorarsan evet tabii ki… Hıncal Uluç hayatım boyunca benim anti referansım olmuştur. Neyi beğendiyse beğenmem, neyi beğenmezse beğenirim. Bugüne kadar yemin ederim tek bir kez şaşmadı bu. Kasti bir şey değil, öyle. Tek bir filmde, tek bir şarkıda, tek bir yazarda, tek bir lokantada, tek bir TV programında, tek bir siyasi mevzuda ortak bir fikrimiz olamadı. Benim “Ayşe (Arman) iyice coştu, şahane işler çıkartıyor” dediğim dönemde o “Ayşe bitti” diye bir yazı yazdı. Yani bu kadar tersiz! Son derece güvenilir bir referansımdır kendisi. Beni beğenmediği için doğru yolda olduğum sonucunu çıkartmak ne kadar sağlıklı bir şey bilmiyorum ama tersi olsaydı, oturup düşünürdüm. Hele ki iftihar ettiklerini öğrenince…

Yine de isminizin anılması hoşunuza gitmiyor mu?

Gidiyor tabii. Gidiyor da insan doğuştan ya prenses karakterlidir ya ezik karakterlidir. Ben ezik versiyonum. İnsanların övgüsüyle, beğenisiyle havalara girebilecek biri değilim. Keşke olsam. Pek özeniyorum öyle insanlara. Dışarıdan komik duruyor ama megaloman olmanın insanın kendisine büyük bir keyif verdiği de bir gerçek.

Bir de bu piyasada yok olup gitmek o kadar kolay ki. Havalara girsen ne olacak!

Tepedekilerin gözünde yerdeki izmaritten hallice bir durumdayız. Hiç sevmem ama Emin Çölaşan mesela. Nerede? Nerede o yeri göğü inleten adam? Sözcülere Gözcülere düşecek ve orada bile barınamayacak adam mıydı?

Muhalif yazar denildiğinde aklınıza kimler geliyor? Düşündüğünü olduğu gibi yazabilen çok az gazeteci var, değil mi?
Gerçek muhalif hükümete, başbakana saydıran adam değildir. Harbiden anarşist olacak. Satmışım ben bütün bu düzene diyecek. Hem istemem, hem yan cebime olmuyor. Ben o harbi muhaliflerden değilim mesela. Yazıda iki üç kere ulan demekle olmuyor. Muhalif dediğin adam tribünleri DE karşısına alabilen adamdır. Hem düzen suyunda git, okurunu pışpışla hem de başbakan iyi/kötü/rezil/şahane de. Yemezler. Sen üslubunla, fikrinle, varlığınla her tür bağnazlığa, klişeye karşı çıkacaksın. Bağnazlık dediğin sadece dini bağnazlık değildir zira. Ve evet dediğin gibi düşündüğünü yazabilen az var çünkü düşünen az.

En çok okuduğunuz kadın yazarlar arasında kimleri sayabilirsiniz?

Perihan Mağden açık ara favorim elbette. Nur Çintay’ı da çok severim. Gördüğün gibi yine Anti Hıncal Uluç tercihleri. Gülay Göktürk, Nihal Bengisu Karaca… Ayça Şen’i de seviyorum. Öte yandan Nuray Mert’i de okuyorum. Rahşan Gülşan’ın üslubu hoşuma gidiyor. Mehveş Evin’i okurum. Devir kadınların devri zaten.

Erkeklerden?

Engin Ardıç… Tek geçerim. Yeniden doğdu diyorlar ne zaman ölmüştü ki… Yıldıray Oğur, Taraf’ın hediyesi, Hakkı Devrim, Ahmet Kekeç, İsmet Berkan, Emre Aköz… İlk aklıma gelenler. Ama herkesi okuyorum hatırlatırım.

İçinizde sanki katledilmiş bir duygu var. Sıkıntılarından kurtulmak için mi yazıyorsunuz?

Hayır canım, ekmek parası için. Edebiyat değil ki yaptığımız iş. Köşe yazarıyız altı üstü.

Size sürekli köşelerden eleştiri füzeleri atılıyor. Bu füzeleri nasıl imha ediyorsunuz?

O füzeleri imha edemiyorum; içimde patlıyor hepsi. Önce umursamıyorum, üstünden bir gün geçince biraz biraz bozuluyorum. Okurlarımdan gelen yorumlardan da hiç etkilenmiyorum demeyi çok isterdim ama o da yalan olur. Hele AKP sempatizanı yapmıyorlar mı beni! Deli oluyorum. Uğur Dündar bile, yaz sonuna doğru aradı, sağ olsun, Karadeniz yazılarımla ilgili güzel sözler söyledi ve sonra şunu dedi: “Yazılarını beğeniyorum ama ah bir de AKP sempatizanı olmasan!” O da öyle düşünmüş!

Niye böyle bir kanı oluştu? Hiç mi sizin payınız yok?

Taraf tutmayıp her iki tarafa da geçirdiğim için oluyor bunlar. Çünkü dediğim gibi bağnazlık sadece dinci tarafta yok. Akıllara seza bir bağnazlık, cahillik, beyin yıkanmışlık ve muhakeme zaafı öbür tarafta da var. Bunu yazmaya gör, tamam AKP’lisin, lümpen avukatısın bır bır bır…

Kadın yazarların sivri dilli olanına pek rastlamıyoruz. Sade, anlaşılır bir dille yazıyorsunuz. Açık bir yazı biçimiz var. Vatan gazetesinde özel bir yerinizin olmasının nedeni sivri olmanıza bağlayabilir miyiz?

Bir kere kadın yazarların sivri dilli olanına rastlamıyoruz fikrine zerre katılmıyorum. Tam tersi sivri dillilerin hepsi kadın şu an. Türk basını “cevval kadın dönemini” yaşıyor. Kadınlar daha korkusuz, daha hesapsız yazıyor. İster layt versiyonda olsun ister hard versiyonda olsun dan dun yazanlar şu an hemen hemen sadece kadınlar. Yani hem dan dun hem de başka bir bakış açısı sunuyorlar. Sadece dan dun yazmak değil marifet. Çok berbat olanları da var ayrı. Ama yine de kadın okumayı seviyorum. Erkek yazarların ezici çoğunluğu içimi sıkıyor. Özellikle yaşlı olanları. Aynı saçmalığı bin kere dön dolaş yaz! Sokağa da çıkmıyorlar, internet de kullanmıyorlar, kendileriyle de dalga geçmiyorlar. Bir takım dangalak gençler var yanlarında, bunlara akıl hocalığı yapıyorlar güya, sokma akılla trend yazıyorlar. Böyle olmadan emekli olmak tek hayalim!

Biraz okul yıllarınızdan bahseder misiniz?

Bahsederim elbette: Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler ve Siyaset Bilimi bölümü mezunuyum. Asaf Savaş Akat, Taner Berksoy, Hurşit Güneş, Mete Tuncay, Ayhan Aktar gibi isimler hocalarımdı. Şimdi Asaf Beyle mesela aynı gazetede yazıyoruz! Şahane bir şey. Bu arada Asaf Bey’le kuaförümüz de aynı imiş iyi mi! Dün öğrendim.

Türkiye’deki magazin basını hakkında neler düşünüyorsunuz?

Ülkemizdeki magazin yazarlarının magazin anlayışını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Magazin haberlerini bu haliyle sevmiyorum. Tanımadığımız bir takım insanların böyle tuhaf çekilmiş resimleriyle tuhaf, daha doğrusu ölümüne sıkıcı “cemiyet sayfaları” yapılıyor. Zörtelek Botoks Hanım, uzatmalı sevgilisi Hıyarcan Kalınense Bey ile bilmem nereye tatile çıktılar. Veya boşandılar… Veya bilmem nerede yeni kocaları, karılarıyla karşılaştılar, eyvah pişti oldular. Budur! Sosyete sayfası bundan ibaret. Aynı şey meşhurlar cephesinde de geçerli. Evlendi, boşandı, pişti oldu. Sıkıcı. İyi magazin, şehir dedikoduları olarak bakarsak, Tuğçe Tatari, her ne kadar bana ağır haksızlık yaptıysa da yeni bir tat, yeni bir doku olarak seviyorum. Bu kadar “bitter” olmasa, biraz daha relaks, biraz daha mizahi olsa daha da seveceğim.

Sizin özel hayatınızla ilgili yazılan yazılara ne diyorsunuz?

Çok farkında değilim açıkçası. Haksızlık yapmadıkları sürece çok da umurumda değil.

Ruhat Mengi sizi ima eden bir yazı kaleme aldı. Şu an aranız nasıl bu yazarla?

Benim başlattığım bir kavgaydı. Kavgada yumruk sayılmaz dedi, hadiseyi bir “cat fight”a dönüştürdü. Sıkı fıkı bir ilişkimiz zaten yoktu.

Medyada küslük olur mu?

Niye olmasın? Bal gibi de olur. Çıkarlar örtüşür, tekrar bir araya gelinir, o yüzden küslük olmaz diyorlar ama açıkçası büyük projelerin, hani “medyada küslük olmaz” diyebileceğim oluşumların içinde hiçbir zaman olmadım. Fikirlerine külliyen karşı olduğum bir yayın yönetmeniyle çalışabilir miyim bilmiyorum. Büyük konuşmamak lazım ama yapamam herhalde.

Bu medyada küslük olmaz dedikleri de riyakârca bir şey aslında. Kime küslük olmaz? Gücü olana. Bir gün işime yarar denilerek pek laf da söylenmez. Fatih Altaylı gibi. Artık gücü kalmamış, genel yayın yönetmenliği ihtimali kalmamış olanlara bal gibi de saldırılır, bal gibi de küsülür. Küslük olmaz dedikleri bu. Menfaat. Yoksa dostluk kardeşlik muhabbeti değil.

Bu arada sesiniz bana Mine Kırıkkanat’ın sesini anımsattı. Bu durumun farkında mısınız?

Sen söyleyinceye kadar farkında değildim. Mine Kırıkkanat çok hoş bir sesi ve konuşması olan bir kadın. İdeolojimiz pek uyuşmaz ama hoş bir kadındır.

Sizce haberin ciddiyeti mi önemlidir yoksa magazinsel tarafı mı?

Salt ciddi haberlerden sıkılırım. İster magazin olsun, ister çok ciddi bir akademik konu olsun beni ilgilendiren tek şey üslup. TRT üslubundan hoşlanmıyorum. Suya sabuna dokunmayan, vasat bir üslup sıkıyor beni. Veya hepten lümpen. Zeki, esprili ve uyanık bir üslupla her tür haberi izlerim, okurum.

Önümüzdeki yerel seçimlerde CHP’li Kemal Kılıçdaroğlu’nu şanslı buluyor musunuz?
Bizde medya kimi desteklediyse o kişi seçimi mutlaka kaybetmiştir. Baskın Oran mesela. Adamı deli gibi destekledik. İki yüz elli bin oy çıkartamadık iyi mi! Seçtiremedik. Şimdi de bütün medya Kemal Kılıçdaroğlu’nu destekliyor, demek ki kaybedecek.

Gazetelerin internet sayfaları hakkında ne düşünüyorsun, Türkiye’deki internet haberciliği sence ne durumda?
Utanç verici buluyorum gazetelerimizin internet sayfalarını. Bir iki gazete hariç, hepsi meme-göt, meme-göt… “Güldüren kareler”, “bunlara inanamayacaksınız”, “frikikler”, “her artistin utanç fotoğrafları”… İnternetteki gazete sitelerinde olan bu. Niye anlamıyorum. Meme göt arasından köşe yazısı bulmaya çalışıyoruz.

Hangi medya sitesini takip ediyorsunuz?
Sadece Medyatava…


Habertürk’ü sormak istiyorum son olarak. Habertürk Gazetesine nasıl bakıyorsunuz?

Her yeni gazete, illa ki parlak bir yazar kazandırır. Radikal mesela; Perihan Mağden ve Hakkı Devrim’i kazandırmıştır bize. İyi bir şey. Habertürk de bize mutlaka yeni isimler hediye edecektir.

Küçük Oteller Kitabı’nın editörlüğünü de yapıyorsunuz. Bu yıl Küçük Oteller Kitabı ne zaman yayımlanacak?
Bir aksilik olmaz, uzaylılar falan kaçırmazsa Mart sonunda çıkacak. Çok güzel olacak

medyatava.com