Kahrolsun hurafeler ama... (2)

Geçtiğimiz hafta hurafenin ve onu doğuran inhirafın üzerinde durmuş ve kalın çizgilerle tarifi yapılıp onun içine tıkıştırılmaya çalışılan tarihin tozlu sayfalarına atılarak zihinlerdeki tembelliği ört bas etmeye çalışan zihniyetten şu şekilde bahsetmiştim: Avrupa’da aydınlanma çağında hurafelere ve inhiraflara karşı alınan tavır –sadece dar alanda alınan bir tavır olarak algılansa da- İslam Dininin zuhurundan beri belki Avrupa’dan daha hassas bir biçimde alınmıştır. Lakin bizde batılılaşma hareketlerinin inhiraf noktası olarak görebileceğimiz; eski olan daha doğrusu özüne inilememiş bu sebeple de tevili yapılamamış geçmişe ait her meseleyi, her düşünceyi hurafe kabul etmek alışkanlığıdır ki siz buna bir ölçüde çağımızın kronik aydın hastalığı da diyebilirsiniz. En basit örneği dünyanın balığın ve öküzün üzerinde durduğunun ifade edildiği Hadis-i Şerife olan tavır ise bunun belgesel örneğini taşıyan son dönem eserlerinden biri de “Seyahatname”dir. Ardın da konuyu “Seyahatname” ve Evliya Çelebi’ye getirerek: “…Arz ettiğim gibi bahsi geçen hastalığın kadrine uğrayan son dönem eselerimizden biri de Evliya Çelebi’nin “Seyahatname”sidir. Genellikle hazretin Erzurum soğuğunu ifade sadedinde kullandığı kedi örneği sık sık nazara verilmiş eserin güvenilirliği üzerinde peşin hükümlere delil olarak gösterilmiştir. Ancak geçtiğimiz hafta Türkiye’nin büyük gazetelerinden birinde Hilmi Yavuz üstadımız konuyla alakalı bir yazı kaleme aldılar. Yazıda bir sempozyumda konu ile ilgili ilginç tespitlerin ortaya konduğu bir tartışmadan bahsediliyor…” diyerek Hilmi Yavuz’un sempozyumla ilgili tespitlerine getirmiştim. Bu hafta da kaldığımız yerden devam ediyoruz…

Üstad sempozyumla ilgili müşahedelerini şu şekilde aktarmaya devam ediyorlar:

“Jonathan Barnes da Aristoteles üzerine yazdığı kitapta, onun (Aristoteles'in)- tıpkı Aldrovandi gibi- bir hayvanın, doğrudan gözleme dayalı Doğal ya da empirik özellikleri ile ordan burdan derlenmiş ve rivayete dayalı duyumları, birbirinden farklılaşmamış bilgiler olarak, aynı epistemolojik düzeye koyduğundan söz eder. Mesela, bir bizonun, uzun mesafeye ulaşabilen bir dışkılama yeteneği olduğunu ve bu yeteneğini, kavurucu sıcaklıktaki dışkısından yararlanarak, kendini savunma amacıyla kullandığını yazabilmiştir Aristoteles... Barnes, Aristoteles'in bugünün Episteme'si ile gerçekten 'bilimsel' sayılabilecek gözlemlerinin yanısıra, 'bazı sarhoş avcıların anlattıkları saçmasapan hikâyeleri' (mesela, bizonun dışkılama yeteneği üzerine söylenenleri), zooloji araştırmaları kitabına almasını, çok şaşırtıcı bulmaktaydı.

Mitolojik, anekdotal (yani, rivayete dayalı) birtakım duyum ve enformasyonların, gerçekliğe dayalı bilgilerle aynı düzeye konulmasının, Evliya Çelebi'yi eleştirmek için kullanıldığını hatırlamalı burada. Gerçekten de, 'Seyahatname'de, Erzurum kışının aşırı soğuğunda kedinin havada donup kalmasına, ya da Mısır'da timsahlarla çiftleşildiğine ilişkin vb. bölümler gerçekliğe aykırı düştükleri gerekçesiyle Evliya'nın ciddiye alınmamasına yol açmış; Fahir İz hocamızın deyişiyle, 'kimi bilginler Evliya'nın hiçbir anlattığına inanmamışlar, hatta birçok yolculuklarını bile şüphe ile karşılamışlardır.' Oysa Evliya Çelebi'nin, anlatısını 17. yüzyıl Osmanlı Toplumu'nun Episteme'sine denk düşen bir epistemik bütünlükle söylemselleştirdiği anlaşılıyor: Tıpkı Aristoteles ya da Aldrovandi gibi, Çelebi de Tarih'in, Mitoloji'nin, Masal'ın ve Rivayet'in birbirinden ayrılmadığı bir söylem inşa ediyor. Olağanüstülükleri değil, bir Episteme'nin söylemini sunuyor bize.” (bir sonraki yazımızda devam edeceğiz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.