M. Faik Özdengül

M. Faik Özdengül

Japonya’dan bir mektup var..

Bugün şu an Japonya’da olan bir okurum ve aynı zamanda arkadaşımın Japonya ile ilgili izlenimlerini size aktaracağım, kendisi aynı zamanda düzenli bir memleket okuru, Konya gündemini de yakından takip ediyor. Kendisine paylaşımı için teşekkür ediyorum. Okuyalım birlikte:

Dostlarım merhabalar,

“Bundan tam kırk gün önce “İlim Çin’de de olsa gidip bulunuz” düsturunu kendimce görev edinip, alanımın en iyisinden öğrenmek için kalkıp dünyanın öteki ucuna, Japonya’ya geldim. Ülkemde onca emekle kurmuş olduğum rahatımı bozup, orta yaşımda yeniden öğrenci oldum. Bu ülke ve insanları hakkında hiçbir şey bilmediğim halde “gelişmiş” hakkındaki mesnetsiz beklentilerim nedeniyle bayağı hayal kırıklığı yaşadım. O zaman ben neyi, nerede arıyorum diye sormak kaçınılmaz oldu. Ve eğer içimdeki ışığı fark edememişsem nereye gidersem gideyim aradığımı bulamayacağımı düşünmeye başladım. Hele ki bir başkasının idrakinin kendi idrakinden daha üstün olacağı zannına kapılmak tam bir yanılgıydı. Fakat kendine güvenmek ve tecrübe ise bambaşka şeylerdi. Ardından aslında gelişmekte olduğunu düşündüğüm ülkemin ne kadar gelişmiş olduğunu, insanlarda hikmet ve şefkatin her daim bir arada olabildiğini gördüm. Elimizdekini, en başta kendimizi ne kadar da geride gördüğümüzü düşündüm. Bütün bu karmaşa içerisinde dostum Dr. Faik Özdengül gerek yazılarını ta buralardan okuyup yalnızlığın sanal olduğunu düşünmeme yol açarak, gerek yardım çağrılarıma birebir karşılık vererek hep yanımda oldu. Yaşadıklarıma kendi penceremden baktığımı fark ettirmesi her zaman çok verimli olmuştur. Sayesinde emin adımlarla kendi psikolojime kendi öz değerlerimi katmaya daha fazla çalışarak ilerliyorum. Benden bu yoğun yaşanan duygularla karmaş gözlemlerimi okurlarıyla paylaşmamı isteyince elbet çok sevindim. 

Şu anda çalıştığım ortamda herkesin o kadar fazla işi var ki, kimsenin birbiriyle ilgilenecek hali yok. Herkes yaptığı işte başarılı olmak için son derece kesif bir konsantrasyon ile çalışıyor. Böyle olunca da hem yorgunluk gecikiyor, hem de verim artıyor. Ve hayatın sadeliği her alana yansıyor. Gün içinde neredeyse tek değişiklik yemek yemek. Bununla birlikte öğle tatili diye bir kavram olmayıp, hızlıca yemeği yiyip, o sırada günün gelişmelerinden kısaca bahsedip işe dönmek var. Hemen her tren istasyonunda son derece kaliteli ve lezzetli yemek paketleri var. Hiçbir anı boşa geçirmemek için ihtiyaç duyulan her şeye en kısa zamanda ulaşacak şekilde tasarlanmış bir şehir yapısı var. Her yer yiyecek ve içecek makineleri ile dolu. Sandığımızın aksine bizden daha sağlıklı beslenmiyorlar. Abur cubur çok fazla tüketiyorlar. Fakat tarım doğal yollarla yapılıyor olsa gerek ki, sebze ve meyveleri çok lezzetli.

Japonların sanırım bizden en büyük farkları onların toplum halinde yaşamaları. Bireysellikleri hemen hiçbir alanda öne çıkmıyor. Her şey toplantılarda ve en tecrübesizinin dahi fikri alınabilecek ortamlarda yapılıyor. Başarılı olmak için tek geçer yol var çalışmak. Bundan başka aklınıza rahatlıkla gelebilecek hiçbir yol, onların terfisinde etkili değil gibi gözüküyor bana. En azından şimdilik. İlk günlerde en çok dikkatimi çeken şey bir resmi kuruma veya bir mağazaya girdiğinizde çevrenize soru dolu bakışlarla bakmanızla birlikte yanınızda size yardımcı olmak için bitiveren bir Japon ile karşılaşmanız idi. Hatta resmi kurumlarda, bankalarda, çoğunlukla sadece sizin sorularınıza cevap vermek, sizi yönlendirmek için hazır bekleyen birileri mutlaka oluyor. İnsanı en çok rahatlatan ve güvende hissettiren şey ise sorduğunuz sorunun en kısa zamanda ve en küçük ayrıntısına kadar yanıtlanması. Eğer kişi sorunuz hakkında bilgi sahibi değilse, bir şekilde sizi bu bilgiye ulaştırmak için vazifeli hissettiğinden ne yapıp ne edip size çözüm yolu öneriyor. Ve sanırım Japonlarda hissettiğim “Eğer biz bilmiyorsak kimse bilmez” veya “Eğer biz böyle diyorsak böyledir, sistemimiz mükemmel işler” havaları bundan kaynaklanıyor. Çünkü trenler, otobüsler 14.03, 21.42 gibi saatlerde ve hiç aksamadan kalkıyor. İnsanın “nazar değmesin” diyesi geliyor. Fakat tabii hayatın bu kadar düzenli ve tahmin edilebilir akışı bir başka stresi yanında getiriyor. O kadar dakik ve mekanik olmak zorundasınız ki, herhangi insani mazeretler gereğini yerine getirmediğiniz işler için asla bir sebep oluşturamıyor. Dediğim gibi duygusallık bu toplumda sanırım sadece çocuklar ve ebeveyn arasında gözlenebiliyor.

Bir çocuk dişhekimi olarak çocukların her kültürde aynı olduğunu gözlemlemek ise beni hem sevindirdi hem bir başka tefekküre yönlendirdi. Nasıl oluyordu da bu kadar aynı olarak hayata başlayan insan, daha sonra bir Türk ve bir Japon kadar pek çok konuda bu kadar farklılaşıyordu? Uzun yıllar Japonya’da yaşamış bir Türk, daha doğrusu şimdilik tek Türk arkadaşıma Japonlar hakkındaki yorumunu sorduğumda, onlar hakkında birkaç cümle ile bir belirleme yapmanın ne kadar zor olduğunu belirttikten sonra, “işin aslı onların yoğurt yiyişi farklı” yorumu çok hoşuma gitti. O zaman, insanlar arasındaki farklılıkların doğumdan sonraki ve Dr. Faik’in değerlendirmeleri ile benim için daha anlaşılır olmasını umduğum çevresel faktörlerle belirgin hale gelmesi, aslında bir bütün olduğumuz gerçeğini belki de daha belirgin hale getiriyordur. Ve insan soruyor; neden farklı ırklar var? Budist olmaları ve bunu yaşayış şekilleri de yine bizim için çok önemli bir gözlem olacaktır diye düşünüyorum.

Temennim odur ki, ülkemde, içinde bulunduğumuz zenginlik, çeşitlilik, neşe ve sağlık içinde, korkunç zekamızı, espri ve iletişim yeteneğimizi, yaratıcılığımızı, sadakatimizi, vatanımızı korumaya ve onu yüceltmeye adanmışlığımızı ifade edebildiğimizi fark ederek daha huzurlu ve ferah yaşayabiliriz. Bu küçük insanlar bana arı gibi çalışmayı ve duyguları bu çalışmalardan soyutlamayı öğrettiklerinde, ben de bendeki saymaya çalıştığım önemli değerleri bu alışkanlığa katabilirsem, teknolojilerini ve iç disiplinlerini ülkeme hakkıyla taşıyabilirim diye düşünüyorum. O zaman aranması gerekenin kişinin kendi içinde olduğu gerçeğine, bunu aramak için çıktığım uzun yoldaki deneyimleri katarak en başa dönebilirim. İşte o zaman kaldığım yerden devam edebilirim.” Doç. Dr. Sibel Yıldırım

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
11 Yorum