
Hürü Kız'ın ibretlik masalı
İsmail Detseli bundan 50 yıl önce anlatılan bir masalı daha gün yüzüne çıkarıyor.
İsmail DETSELİ
Bundan 55 yıl kadar önceleri, belki bilemediniz biraz daha evveli…
Anamızın, ninemizin dizleri dibinde yüzlerine merakla bakarak dinlediğimiz ve geceleri hayalimize bile giren bu Hürü kızın masalını, ben o yaşlarda bizim köylerimize veya diğer dağ köylerine ait bir masal olarak bilirdim. Ama daha sonraları şunu idrak ettim ki bu masal Türk kültürünün ve ülkemizin önemli masallarından ve her yörede söylenen bir masalmış. Bu çok iyi bildiğim ama zamanla çok yerlerini unuttuğum masalı derlemek için son yıllarda büyük çabalar harcadım ve nihayet İstanbul’da ikamet etmekte olan değerli kız kardeşim Hafize Sakman ile bayram vesilesi ile uzun zaman dertleşirken bunları derleme ve hatırlama fırsatı buldum. Buradan kendisine teşekkürlerimi sunuyorum. Ayrıca bu masalın içersine kendimden birkaç tane dörtlük ekledim ki bu çabayı başkaları kendine mal etmesin diye…
***
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, cinler cirit oynarken eski hamam içinde, anam düştü eşikten, babam düştü beşikten, anamı bindirdim öküze babam da bindi eşeğe, yol mu tükenir, acaba bu gidişler nereye? Anlatacağımız masaldır, onu dinlemek esastır. Neden diye sorarsan, onda eskilerin yaşamı vardır. Anlatılan hikâyeler gerçek midir bilinmez ama sanırım mutlak gerektir. Zaten bu Türk örf ve âdetidir, dinlenmeden geçmişimiz pek bilinmez.
Bundan yıllar asırlar önce; ana, baba, oğlan ve kızdan oluşan zengin bir aile varmış. Bunlar hem dürüst hem de İslami yaşamı kendilerine hayat tarzı yaparlarmış. Adamın Hürü adında dünyalar güzeli bir kızı varmış ki, insanlar ona bakmalara kıyamazmış. Hürü kızın saçları, başından taa ayak topuklarına inermiş, ipek gibiymiş sanki. Bir de onun iki yaş büyüğü olan, Kasım diye oğlu varmış. Baba bir gün evdekilere hacca gitmek istediğini söyler. Adamın hanımı ile oğlu Kasım “biz de gitmek isteriz” deyince, baba ısrarlara dayanamaz.
Oturup bir karar alırlar ve üçü uzun süreli hacca gitmeye karar verirler. Ve baba, eşi ile oğlu Kasım’ı da yanına alarak hacca gitmek için hazırlıklarını tamamlar. Kızları Hürü’yü evde bırakıp, evi beklemesini isterler. Ve ona dışarıyı iyi görebilecek bir demirden kafes yaptırırlar. Evin reisi olan baba, “acaba güvenilir birileri olarak kimi bulayım da kızımı emanet edeyim” diye düşünüp duruyormuş. Önce aklına kız kardeşi olan Ana karı adındaki cadı biri olan kızın halası gelir. Sonra köyün ağası… “Ne de olsa köy ağasıdır” diye bir düşünür. Kızını köy ağasıyla halasına emanet etmeye karar vermiş. Kafesin anahtarını da halaya teslim etmiş. Ve “Ağam sen bizim eve ve kıza göz kulak ol. Öyle eve girip çıkmana da gerek yok. Onun bir kafesi var, o kafesin içinde olsun sen pencereden okut ve evine git biz kızın bütün ihtiyaçlarını eve doldurduk. Biz gelinceye kadar yeter. Şayet bir ihtiyacı olursa halası karşılar” der.
Ve Hicaz’a giderken durumu önce kızına söylemiş. Sonra da kızını güya gözü arkada kalmadan önce halasına ve sonra da köy ağasına emanet etmiş. Ve Hicaz’ın yolunu tutmuş.
Köy ağası kendisine emanet edilen kızı bir müddet adam yollayıp yoklatmış… Halanın ise hiç aklına bile hiç gelmemiş Hürü kız. Köy ağası nihayet bir gün kıza bir şeyler vermek için hala ile beraber kızın evine gitmiş. Hürü kapıya gelmiş, kapıyı yarı aralamış ve ağa ile halanın getirdiği emaneti almış. Fikri bozuk olan adam işte Hürü’nün orada kolunu ve upuzun saçlarını görüvermiş ve adeta çarpılmış ve bir anda kız için kötü düşünmeye başlamış. Ama her türlü hileye başvurdu ise kızdan bir gevşeklik ve yakınlık görememiş.
Nihayet kızın halasına gelmiş ve ona para vererek ondan Hürü’yü kendine yar etmesi için yardım istemiş. Para için her şeyi yapacak bir karaktere sahip olan ana karı hala bir gün ağa ile anlaşmış “sen git falan hamamda bekle, ben Hürü’yü oraya getireyim” demiş. Ve eve gelmiş “Hürü kızım ben geldim seni götüreceğim. Bizde bir banyo yaptıracağım” demiş ve kafesin kilidini elindeki anahtar ile açmış, Hürü’yü çıkarmış. Ve doğruca hamama götürüp “ben bir sabun filan alayım geleyim” deyip kayıplara karışıvermiş. Bu arada hemen ağa aç kurt gibi ortaya çıkarak Hürü kıza sahip olmak istemiş.
Hürü bakmış bir düzenin içersinde, “hala” filan dediyse de ağa “Halan da benim kocan da benim, hiç uğraşma bugün burada benim olacaksın” demiş. Hürü bakmış kurtuluş yok “ağa efendi” demiş “ben bu tür şeylerden, bir erkek ile beraberlikten utanırım. Seni şöyle bir güzelce sabunlayayım, temizleyim, sonra senin olayım” der. Ağa buna inanır, kendini kıza teslim eder. Hürü ağayı bayıltıncaya kadar sabunlar ve elindeki bakırdan hamam tasını olanca kuvveti ile başına indirir. Onu bayıltır ve evlerine kaçar, kafesin içine girer ve kapatır. Yalnız kafesin kapısını acelesinden yerine ters takar, bilemez esas yerini.
Ertesi gün ağa, Ana karı halaya durumu anlatır ve bir kötülük düşünürler. Kızın babasına bir mektup yazıp kızlarının kendilerini dinlemediğini, her gün eve erkeler aldığını, hülasa baştan çıktığını, gelip icabına bakmalarını bildiren mektubu iletirler hacılarla. Mektubu alan Hacı Ahmet Efendi çok üzülür, perişan olur ve oğlu Kasım’ı yanına çağırıp bu ayıbı yok etmesi için kendince bir karar verir.
Suçsuz, masum, temiz Hürü kızı yargısız infaz için ağabeyini memlekete gönderir ve der ki: “Kardeşin Hürü’yü boğazından kes, bir dağ başına cesedini at, gömleğini kana batır ve bana o kanlı gömleği getir.”
Ahmet binbir düşünceler ile bir gece vakti memlekete gelir ve kardeşine bakar. İki gün dışarılardan gece gündüz takip eder, eve bir giren çıkan göremez ve kardeşine seslenir: “Hürü kardeşim ben abin Kasım, aç kapıyı.” Hürü kafesten bakar, gerçekten abisi… Kapıyı açar, içeri alır abisini. Abisi bakar, kafesi inceler, hakikaten kafes açılmış… Yine biraz şüphelenir ve Hürü’ye bir şey sormadan “hadi, babamgili karşılamaya gideceğiz, hazırlan” der. Hürü hazırlanır, kimseler görmeden gece vakti çıkarlar ve bir dağ başında büyük bir çeşme başına gelirler. Hürü, “Abi bu ne hal, hani anam babam nerede?” dediyse de Kasım abisi gerçekleri Hürü’ye anlatır. Hürü ne söylese kendisini savunamayacağını anlayınca, “Abi sen bilirsin, işte boynum işte kılıcın. Ne istersen onu yap, ama şunu iyi bilin ki ben masumum. Allah da doğruların yardımcısıdır. Ben hiç bir zaman sizin ve kendi namusuma leke getirmedim” der. Kasım kardeşini öldürmeye kıyamaz ve serçe parmağını keser. Hürü’nün gömleğini onun kanı ile kanlar ve Hürü’yü çeşmenin karşısında bir büyük çam ağacına belinden bağlar ve kaderine terk eder gider. Orada bağlı olarak çaresiz kalan Hürü kız Allah’a sabaha kadar yalvarır. Sabahleyin bir adam belirir yanında… Pir-i fani, gayet kibar bu adam Hürü’ye “Korkma kızım ben Hızır’ım” der ve Hürü’yü bağlı bulunduğu ağaçtan çözer. “Kızım der, öğleye doğru bu çeşmeye geyik keçileri gelecek, sen onlardan birinden süt sağacaksın. Onunla bir müddet besleneceksin, sakın üzülme… Sonra bu ağacın tepesi sana yatak olacak, oraya çıkıp yatacaksın” der gözden kaybolur.
Öğleye doğru çeşmeye oynaşarak geyik keçileri gelir, su içerler ve Hürü çam ağacından iner, korkarak keçilere yaklaşır. Orda yanında bulunan ağaçtan oyma Hızır’ın bıraktığı kaba süt sağmak için keçilere yanaşır, hepsi kaçar bir tanesi Hürü’nün süt sağmasına rıza gösterir ve Hürü sağdığı sütü içer, yine ağaca çıkar. Bu günlerce, aylarca devam eder. Her gün ayrı bir keçi ayrı bir lezzette süt verir, açlık için o sütü içermiş.
Bir gün gelir ki keçiler süt vermez olurlar. Hürü çok üzgün iken yine Hızır gelir. “Kızım senin keçilerden nasibin kesildi. Şu çeşme başındaki kavak ağacına çık bekle. Sana insanlardan nasip gelecek. Gelen insan sana in misin cin misin, kimsin diye sorarsa, kendini insan olarak tanıt. Yok, sormaz ise onun götüreceği yere git. Ona eş ol, ama yedi yılda tat (lal) ol, söyleme” der. Yine gözden kaybolur gider.
Civarlardaki bir bey oğlu ava çıkmıştır. Yanında bir hizmetçisi bir de kölesi vardır. O civarda avlanırken hizmetçisi ile kölesini su doldurmaları için çeşmeye gönderir. Çeşmeye varan hizmetçi ile köle bakarlar ki çeşmenin kurnasındaki suda bir güzel kız var. Tutmaya çalışırlar ama bir türlü tutmaya muvaffak olamazlar. Acele beylerini bulup durumu ona anlatırlar. Çok meraklanan bey der ki: “Eğer bahsettiğiniz şey can ise benim, mal ise sizin olsun” der.
Varırlar çeşme başına. Bey bakar hakikaten bir güzel siluet var suda. Başını yukarı kaldırıp bakar dünya güzeli, saçları topuğunda bir kız. “İn ağaçtan aşağı” der, inmez kız. Bir kaç defa tekrarlar ve yanındakilere “Baltayı getirin ağacı keselim” deyince, Hürü çaresiz iner ağaçtan… Beyoğlu, hizmetçi ile köleye “sözümüz geçerli, bulunan can olduğu için benim olacak” der ve Hürü’yü alıp sarayına götürür, ama necisin diye sormaz. Düğünler kurulur, yemekler verilir, Hürü ile Beyoğlu evlenirler. Beyoğlu bakar ki, bu dünya güzeli hiç konuşmuyor. İki tane de oğulları olmuştur. Bir Ahmet, bir de Sülüman ismindedir. Ama Hürü hiç konuşmadığı için Beyoğlu biraz da muhabbet arar… Gider, bir çirkin kızı Hürü’nün üstüne kuma olarak alır gelir. Yeni gelin ilk sabahleyin kalkar ocakta aş pişirmekte olan Hürü’ye şöyle der:
Sağır gelin sığır gelin
Aşın taştı savur gelin.
Hürü:
Allı gelin pullu gelin
Ağzı sivri dilli gelin
Dün gelmeden konuşursun
Az konuş unutulursun
Yedi yıldır konuşamayanın da Allah ı var nedenini bir düşün.
Yeni gelin yanından ayrılınca dili çözülen Hürü kucağındaki çocuklarına başlar maniler söylemeye…
Hacı Ahmet dedesini sevdiğim/Hacı Sultan ninesini yerdiğim/Hacı Kasım dayısını özlediğim/Onlar bizi unuttu gelmez buraya…/Beğimiz izin versede gitsek oraya/Şu beğ oğlu babanız kapıdan gelse/Bizim halimizi nicedir bir sorsa/Bizleri hacı dede ninenize salsa/Bizim gönlümüz hoş eder beğim…Dışarda bu manileri dikkatle dinleyen Beyoğlu sevinçle içeri dalar ve “Hürüm dünya güzelim sen böyle konuşur muydun? Neden şimdiye kadar hiç konuşmadın” der. Hürü:
İşte beybabanız kapıdan geldi
Bizim gülden nazik hatırımızı sordu
Yıllardır istediğim bak gerçek oldu
Bizleri hacı dedenizin köyüne salacak
…dedikten sonra döner Beyoğlu kocasına. “Sen beni bulduğunda hiç aslımı, neslimi, insanlığımı bile sormadın. Ben de Hızır dedemin emri ile tat oldum. Ben de bir Allah kulu bir insanoğluydum” deyince Beyoğlu, Hürü’den özür diler ve yeni aldığı gelini yanına çağırır. İstediği kadar mal ve altın verip onu baba evine uğurlar. Hürü’nün memleketine gitmek için yıllardır hizmetinde bulunan Arabına ve kölesine emir verir, atlar, yiyecekler hazırlanır. Çocuklar yanlarında yola çıkılır.
Beyin av hastalığı tekrar depreşir ve hizmetçi ile köleye der ki: “Siz Hürü’yü, oğlum Ahmet ve Sülümanı (Süleyman) da alın yola devam edin. Hürü Hanımı bulduğumuz çeşmenin başında ben size yetişirim. O çeşmeye hangimiz önce varırsa orada birbirimizi bekleyelim” der.
Ayrılırlar, Beyoğlu atına biner ava çıkar, onlar da yola revan olurlar. Biraz gidince hizmetçi ile kölenin aklına şeytan, bir vesvese, bir hainlik sokar. Zaten çok sevdikleri ve beğendikleri dünyalar güzeli Hürü’ye ilk önce hizmetçi sahip olmak ister. Ve “bana teslim olacaksın” der. Hürü “asla bu işi kabul etmem, isterseniz beni kesin” der. Hizmetçi “Sen bize lazımsın, oğlun Ahmet’i keseriz” deyince, “kesin ben size yine teslim olmam, o çocuk benden bir daha doğar” der. Ahmet’i keserler, büyükçe bir taşın altına bastırıp geçer giderler. Az gittikten sonra bu sefer köle Hürü’den kendisine teslim olmasını ister. Hürü yine itiraz eder. O da “oğlun Sülüman’ı da ben keserim” der. “Olsun ne yapalım, Allah bana bir çocuk daha verir, ama namusumdan asla taviz vermem” der. Sülüman’ı da o keser ve onu da büyük bir taşın altına bastırırlar yola devam ederler. Ama bu hizmetçi ile köle kötü niyetten vazgeçmiş değiller ve yine Hürü’ye bu kez ikisi de askıntı olurlar. Bunlardan kurtulamayacağını anlayan Hürü gelin der ki: “Artık sizden kurtuluş yok. Ben ise sizden utanırım. Şu kayanın ardına gidip bir su dökeyim geleyim, size teslim olayım” der. “Kaçarsın” derler. “Kaçmam, benim belimden bir uzun urgan ip ile bağlayın öyle gideyim, urganın ucu sizde olsun” der. Öyle yaparlar ve gider orada urganı keser ve olanca hızı ile oralardan kaçar, izini kaybettirir. Hürü gelin biraz gecikince hizmetçi ile köle bakarlar ki kaçmış, biraz sağa sola koşarlar, sonra vaz geçerler aramadan.
Nihayet çeşme başına varırlar ve bir müddet sonra Beyoğlu da gelir. Beyoğlu “hani Hürü, hani çocuklarım nerdeler” deyince… Hizmetçi ile köle şöyle derler: “Ağası ağası orda bitti orda yitti. Bizleri istirahat edin, uyuyun diye uyuttu, uyandık kaçıp gitmiş. Ağası, dağda bulunan avrat sana avrat mı olur, azıcık süt Ahmet’e verdi, azıcık süt de Sülüman’a verdi, koydu gitti” demiş. Beyoğlu bunları duyunca: “O koyup gidecek bir karı değildi, bunu etmesine sen ettin, ama ben bunu arar bulurum” demiş. “İn midir cin midir anlayamadık” derler.
Beyoğlu Hizmetçi ve köleyi yanına almış, Hürü’yü aramaya başlamış. Bir müddet gittikten sonra bazen onlardan ayrılır, dağlardan taşlardan çaylardan ağaçlardan Hürü’sünü ve çocuklarını sorarmış.
Beyoğlu altı ay yollarda Hürü’yü arar, dağları taşları dolanır… Nihayet bilmeden Hürü’nün memleketine ulaşır…
Biz gelelim Hürü kıza… Hizmetçi ile kölenin vahşetinden kaçtıktan sonra ne yapmış:
Hürü can ve namus korkusu ile hırla kaçarken bir bakar ki baba yurdunun topraklarına gelmiş. Oralarda sürüsünü otlatmakta olan bir çobanın yanına varmış. Ondan bir oğlak veya çebiç satın almış. Çobana demiş ki, “sen bu oğlağın derisini tuluk çıkar, bana ver. Eti senin olsun” der. Ve aldığı deri ile bir dere kenarına gider. Orada, o ta topuklarına kadar inen saçlarını yıkar, toplar başına topuz yapar. Oğlak derisini de başına giyer ve doğru babasının evine gider. Daha evvelden çok kazları varmış babasının. Bunları bildiği için anasına derki: “Hanım abla ben garip bir keloğlanım. İşinizi göreyim, bana yiyecek bir şeyler verin” der. Anası “bizim yapılacak işimiz yok, ama bilmem ki” deyince, “şu dere kenarında birçok kaz gördüm. Sizin olduğunu söylediler. Ben o kazlarınızı güdeyim” der. Anası Hacı Sultan “bir beyime ve oğluma sorayım da, kabul ederlerse olur” der. “Nerde beyin ile oğlun der” Hürü. “Bizim bir kızımız vardı Hürü diye, dünyalar güzeli idi. Ama der o öldü. Babası onun adına bir han yaptırdı, acısına dayanamadı. Gelen gidenleri, bu handa onun adına ağırlar, karınlarını doyurur, onları misafir eder. O misafir hanenin adını da, oğlumuzun adı olan Hacı Kasım Hanı koyduk” der. Ve iyice Hürü’nün gözlerine bakar. “Senin gözlerin de Hürümün gözlerine çok benziyor” der. Hürü “aman hay teyze, adam adama benzermiş, senin Hürün kim, ben kimim. Ben bir keloğlanım. Aşınızın durusuyla, ekmeğinizin kurusuyla ben de geçinip gideyim” der. Anası gider beğine ve oğluna (yani Hürü’nün babasına ve kardeşine) sorar gelir. Onlar da razı olurlar, “nasıl olsa biz fakirlere, yolculara, hayra hizmet ediyoruz, o da kazları güdüp geçinsin” derler, razı olurlar. Hürü tam altı ay anasıgilin kazlarını güder. Bazen ağabeysi Hacı Kasım, anasına, “ana şu keloğlanı evde yatırsan olmaz mı? Garibin kümeste yatması hiç iyi değil” demesine karşılık, “kelden eve musibet gelir, ben eve kel kör alamam” dermiş Hacı Sultan. Hürü her iki güne bir derede saçlarını yıkar, tertemiz o oğlak tuluğunu kafasına geçirirmiş. Yalnız kaldığı zamanlarda yanık yanık maniler söylermiş. Bu manileri, babası, anası, ağası hep duyarlarmış ama bir türlü anlamazlarmış ne dediğini. Aylar böyle geçmiş. Nihayet bir güz mevsimi Hürü’yü dağlarda, ovalarda arayan Beyoğlu bulamamış yolu… Bu Hürü’nün köyündeki hana düşmüş. Akşam misafir olunca kılık kıyafetinden bunun bir değerli kişi olduğunu Hürü’nün babası Hacı Ahmet ve ağası Hacı Kasım anlamışlar. Biraz fazla rağbet etmişler. O da Beyoğlu olduğunu anlatmış, ama eşinin Hürü olduğunu söylememiş.
Nihayet gece olunca Beyoğlu “buralarda çalan söyleyen gönül eğleyen birileri yok mu? Çok canım sıkılıyor” deyince Hacı Kasım “öyle pek çalıp söyleyen yok, amma bizim bir kaz çobanımız var, başı da kel… O bazı geceler güzel maniler söylüyor. Sesi de pek güzel” der. “İstersen çağıralım, biraz bir şeyler söylesin” deyince Beyoğlu kabul eder. Çağırılar. Hürü bir bakar ki gelenler kocası, Hizmetçi köle, hepsi varlar. Hürü der ki “ben çok güzel şeyler söylerim, iyi de masal anlatırım. Amma bütün köylü buraya gelecek, beni dinleyecek. Ben manilerimi bitirmeden ve bu misafir beyden izinsiz kimse dışarı çıkmayacak. İsterseniz böyle söylerim, yoksa konuşmam” der. Onlar da hay hay deyip severek kabul ederler, başlarına gelecekleri bilmeden. Tüm köylü o hana toplanırlar. Bunca ahalinin içinde hala vardır, ağa vardır, Hizmetçi vardır, köle vardır. Hepsi oradalar. Ve kapılar kilitlenir. Keloğlan (Hürü) kilidi cebine koyar... Önce kendi durumunu hikâye eder dinleyenlere. Ve başlar yanık yanık ağıtlarını söylemeye:
Anam ile babam hicaza gitti
Domuz halam bana gör neler
Gavur ağa ile hamama gattı
Bağla bey oğlu bağla halamı bağla
Bağla beyoğlu bağla ağayı bağla
Deyince hala “ben üzerime daraldım dışarı çıkacağım” der. Beyoğlu durumu az anlar gibi olur ve “yokkkk bekleyin” der.
Ağam geldi benim parmağım kesti
Ciğerimde derin fırtınalar esti
Beyaz gömleğimi kanıma bastı
Dinle ağam dinle Hürü’yü dinle
Dinle babam dinle kızını dinle der.
Bu sefer anasına başlar:
Altay gazlar güttüm anam katmadın azık
Yazık anam yazıkkkk Hürüne yazık
Namusuma göz dikti çok kanı bozuk
Bunlar cezasını bulmalı beğim
Beni öldürenler hepsi ölmeli beğim
Anası bayılır bir tarafa atılıp gider, baba bayılır bir tarafa gider, dayı ise kendinden geçer ağlamaya başlar. Hürü devam eder:
Altay kazlar güttüm dağlarınızda
İndim nazar ettim bağalarınızda
Saçlarımı yıkadım sularınızda
Başı kel diye anam, beni eve almadın
Geceleri kümeslerde yandım, ağladım.
Çocukları aklına gelince Hürü yine devam eder yanık yanık söylemeye:
Güccüğü Sülümanda büyüğü Ahmet
Bu yaşa getirince çok çektim zahmet
Hizmetçi ile köleye bizi ettin emanet
Bıçak yarası var boğazlarında
Yavrularımı kestiler taşlar altında
Felek ağumu kattı bilmem aşıma
Göz diktiler benim saf namusuma
Bağla beğim bağla bu zalimleri
Bakalım ne söyleyecek şimdi yılan dilleri
Ve söylemlerine devam etmiş… Zaten kel oğlanın Hürü olduğunu babası anlamış ama hikayenin gerisini dinlemek için susmuş.
Kardeş beni çekti çama bağladı
Kesti parmağımı da ciğerimi dağladı
Aldı gömleğimi kana buladı
Hürü bilinmez iftiraya uğradı
Durumu Hürü'nün abisi de anlamış.
Keloğlan Beyoğluy la alakalı maniyi de şöyle söyleyince
Hizmetçi ile köle ile yola yolladın
Azıcık giderken belaya uğradım
Guzularımı soğan gibi doğradın
Bağla beyim bağla arabı bağla
Bağal beyim bağla köleyi bağla
Beyoğlu, Keloğlan'ın Hürü olduğunu anlamış. Bu arada Hizmetçi ile köle, daha durumun farkına varmamışlar; fakat ağa ile anakarı biz üzerimize daraldık gideceğiz diye zırvalayıp duruyorlarmış. Keloğlan kimsenin dışarıya çıkmasına izin vermemiş. Bu arada Beyoğlu da:
“Durun bakalım Keloğlan masal anlatıyor, bekleyin arkası ne olacak” demiş. Keloğlan Beyoğlu’nun Hürü'yü yanına alıp hizmetçiyle köleyi de onların yanına katıp babasına göndermesini anlatmış. Hizmetçinin ve kölenin Hürü'ye sarkıntılık etmek istemesinden sonra kaçışını ve Hürü'nün Keloğlan kılığına girişini anlatmış. Sonra da abisine dönerek şöyle demiş:
Dallarda biten kayısı
Oğullarımın şahbaz dayısı
Hizmetçiyi tut zindana at
Karıyı tut ağaya çat,
Başındaki oğlak derisini bundan sonra çıkarıverir bir de bakarlar ki o muhteşem güzelliği ile Hürü Kız meydana çıkar. Beyoğlu hemen hizmetçiyi, köleyi, ağayı, halayı bağlar ve der ki: Söyleyin bu kadar suç için size ne ceza vereyim? Kırk katır mı istersiniz kırk satır mı” deyince, “aman beğim aman diyene kılıç çalınmaz. Biz ettik sen affet. Kırk satır düşman başına, kırk katıra razıyız” derler. Kırk katıra bindirilip bellerinden bağlanırlar ve katırların ardında da teneke bağlanıp araziye salınıverirler.
Oradan hizmetçi ile kölenin kesip taş altına bastırdıkları Sülüman ile Ahmet’in yanlarına gelirler. Allah masum insanların duasını kabul edermiş. İşte. O temiz ve saf Hürü dua etmiş, Allah da duasını kabul etmiş. Her kaldırdıkları taşın altından çocuklar parmaklarını emerek diri çıkmışlar ve hayatlarını ana babaları ile devam ettirmişler.
Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine. Biraz abartı olsa da, nihayet masal bu. Nasıl güzel ve içten değil mi. Saygılarımla…