GÖRÜŞ - Arap Baharı ve Körfez sıcağı arasında Ürdün

GÖRÜŞ - Arap Baharı ve Körfez sıcağı arasında Ürdün

ABD ve İsrail’in yeni Filistin planı için Körfez ve Mısırla birlikte oluşturdukları cepheye direnen Ürdün, tıpkı Katar’a yapıldığı gibi cezalandırılarak, tedip edilmeye çalışılıyor- Ürdün’de son günlerde IMF tandanslı vergi tasarısına karşı yapılan hareke

İSTANBUL (AA) -CENGİZ TOMAR- Ortadoğu’nun en istikrarlı ülkelerinden Ürdün’de son günlerde yaşanan gelişmeler, bölgede zaten mevcut keşmekeşi daha da karmaşıklaştırarak bir hercümerce dönüştürme eğilimi göstermekte. Bölgenin hacim olarak küçük (89 bin km2), ama öznel ağırlık açısından bu büyük ülkesinde olanlara biraz daha yakından bakmak, Ortadoğu’nun mikro örneklerinden olan ve bir sosyolojik laboratuvar özelliği taşıyan Ürdün’de ve dolayısıyla Ortadoğu’da nasıl bir geleceğin bizi beklediği konusunda fikir verebilir. Ürdün’ün sadece coğrafi konumuna bir göz atmak bile Ortadoğu için ne denli mühim olduğu hususunda aydınlatıcı olabilir. Suriye, Lübnan, Filistin, İsrail, Irak, Suudi Arabistan ve Mısır’ın tam merkezinde, yani tam bir ateş denizinin ortasındaki istikrarlı bir ada, Ürdün. Asya, Avrupa ve Afrika’nın merkezi olan Ortadoğu’nun 'epicenter'ında yer almakta.

Yüzde 95’ten fazlası Sünni Müslüman olan 10 milyonun üstündeki nüfusu, otokton Hıristiyan bir Arap azınlığa da sahip. MÖ 400’lerde Ortadoğu’da önemli bir ticaret ağına sahip Nabatiler ve başkentleri Petra ile meşhur. İngilizlerin Birinci Dünya Savaşında, Şerif Hüseyin’e Osmanlılara isyan etmesi karşılığında verip de tutmadıkları “Birleşik ve Büyük Arap Krallığı” vaadinin küçük bir bergüzârını, “Ürdün Hâşimî Krallığı” adında bulmanız mümkün. Bu da bizlere Ortadoğu’da idealler ile gerçeklerin birbirinden ne kadar farklı ve emperyal güçlere güvenmenin ne kadar beyhude olduğunu göstermesi açısından mânidar. İsmini Ürdün Nehri'nden almakta, zira 'Ürdün' kelimesi köken olarak 'nehir' manasına gelmekte. Ülke nüfusunun yarıdan fazlasını Filistinlilerin oluşturması, Ürdün’ü ABD ve İsrail açısından da önemli kılıyor. Tabi son dönemlerde bölgedeki istikrarsızlıklar nedeniyle önemli miktarda Irak ve Suriyeli mülteciyi de barındırıyor.

1953’te henüz 17 yaşındayken kral olan Hüseyin, 1999’daki vefatına kadar 46 yıl boyunca fosfattan başka herhangi bir yer altı zenginliği olmayan Ürdün’ü, “Soğuk Savaş” döneminde Arap liderler, Sovyetler Birliği ve ABD ile Batı arasında kurduğu denge politikası ve aldığı dış yardımlarla, bütün fırtınalara rağmen ayakta tuttu. 1967 Altıgün savaşında Batı Şeria’yı İsrail’e kaptırmasına rağmen, halkı nezdindeki popülerliğini hep korudu. 1970 yılında Ürdün ile Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) arasındaki Kara Eylül olarak bilinen çatışmalardan da galip çıkmasını bildi.

Ancak hayatını dış yardımlar ve desteklerle idâme ettiren Ürdün’ün kısa tarihi boyunca en büyük problemleri hep ekonomik olanlardı. 1988 krizinin ardından ertesi yıl petrol gibi pek çok ürüne ve vergilere zam geldiğinde “gerçek Ürdün” olarak adlandırabileceğimiz Maan, Kerek ve Tafila gibi kentlerde başgösteren protestolar, Kral Hüseyin’in hükümeti yenilemesi ve demokratik reformlar yapmasıyla sonuçlandı. 1990 Körfez krizi esnasında, Ürdün’ün Irak yanlısı tutumunun iktisadi sonuçları ağır olmuştu. Batı ve Körfez ülkelerinin dış yardımları kesildiği gibi, Kuveyt’te çalışan 400 bin Filistinli’nin geri gönderilmesi, ülkedeki ekonomik durumu sarstı. 1994 sonunda, İsrail ile barış anlaşması imzalayan Ürdün, 2011 Arap baharı hareketlerini de başarıyla savuşturmayı başardı. Arap Baharı hareketlerinin de etkisiyle 2011 başlarında Ürdün’de yapılan protestolar, hükümetin değiştirilmesi ve yeni reformlar vasıtasıyla söndürüldü. Suudi Arabistan ve Fas’ta olduğu gibi hanedanların toplum nazarındaki meşruiyetleri ve baba rolündeki kralların, ülkelerindeki hareketler karşısında, hızla reformlar vadetmeleri, Arap Dünyasındaki diktatör cumhuriyetlerle karşılaştırıldığında, bu monarşileri bu tür fırtınalara karşı dayanıklı kılmaktaydı.

Ürdün’de son günlerde IMF kaynaklı vergi tasarısına karşı yapılan hareketler ise Arap Baharından ziyade Körfez’in yakıcı sıcağının etkilerini taşıyor. Özellikle Filistin konusundaki yeni plana boyun eğmemekte direnen Ürdün’e karşı Körfez ülkelerinin ve ABD’nin mali yardımları sopa olarak kullanılıyor. Genel manada Ürdün’de bir karışıklık olmasını hiç istemeyen ABD ve İsrail’in yeni Filistin planı için Körfez ve Mısır'la birlikte oluşturdukları cepheye direnen Ürdün, tıpkı Katar’a yapıldığı gibi cezalandırılarak tedip edilmeye çalışılıyor. Filistin meselesinde Türkiye ile aynı safta yer alan Ürdün, son dönemde Türkiye-Ürdün serbest ticaret anlaşmasını askıya almak zorunda kaldı.

Ürdün bu protesto hamlesini de, âdet olduğu üzere başbakanını değiştirip, vergi tasarını gözden geçirip yeni reformlar vaadiyle savuşturmayı deneyecek. Ancak bu sefer protestoların kaynağı, Arap baharından ziyade Körfez ülkelerinin mali yardımları keserek, Körfez sıcağını, nispeten mutedil bir iklime sahip olan Ürdün’e taşımaları. Bu ise işlerin daha zor olacağı anlamına geliyor. İşsizlik ve hayat pahalılığı ile bunalan Ürdünlü gençlerin pek çoğu Körfez’de çalışıyor ve Ürdün’ün direnci karşısında bunların iş akitlerinin -tıpkı 1990’daki Kuveyt krizinde olduğu gibi- feshedilmesi ülkede yeni krizlere yol açabilir. Nasıl Mısır’da ekmek ve ful fiyatlarının artması her zaman isyan vesilesi olabilirse, Ürdün’de de felâfil ile humus fiyatlarının artması aynı tehlikeyi taşır.

Ürdün’e ekonomi, yani insanların midesi üzerinden yapılan bu hareket, bana Suriyeli meşhur öykü yazarı Zekeriyya Tâmir’in “Onuncu Gününde Kaplanlar” (en-Nümûr fi’l-yevmi’l-âşir) isimli hikâyesini hatırlattı. Zira Arap dünyasını anlamanın en iyi yollarından birisi, baskılar nedeniyle, ancak halk arasında ağızdan ağıza dolaşabilen siyasi nükteler ile fabllara kulak kabartmak olsa gerek. Zekeriyya Tâmir’in bu öyküsünde, Arap Dünyasında halk ve muhalefet vahşi, kendini beğenmiş, hürriyetine düşkün ve gururlu bir kaplan olarak tavsif edilirken, yönetimler de onların terbiyecisi olarak tasvir edilir. Bir kafese (ülke) kapatılan ve önceleri açlıkla terbiye edilmeye karşı direnen özgürlüğüne düşkün ve gururlu tutsak kaplan, onuncu günün sonunda açlığa dayanamayarak terbiyecisinin her istediğine boyun eğen kâğıttan bir kaplana ya da köleye dönüşür. Yazımızı, bu öyküden bir son sözle bitirelim:

"Kaplan terbiyecilerinin ilk hedefi, kaplanların mideleridir."


“Görüş” başlığıyla yayımlanan makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansı’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.

[Marmara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi dekanı olan Prof. Dr. Cengiz Tomar aynı zamanda Kudüs Çalışmaları Merkezi’nin müdürüdür]

AA

Kaynak:Haber Kaynağı

Etiketler :