Mustafa Güçlü

Mustafa Güçlü

Ey Zalimler, “Hz. Fatıma’nın bakışı”ndan korkun!

Özgürlük kafilesi, 22 Ekimde Urfa’dan başlayan 1500 km’lik şanlı yürüyüşünü nihayet Ankara’da tamamladı. Bir başka grubun olsaydı bu yürüyüş, bayağı ama boyalı malum basın tarafından yere göğe sığdırılamazdı.. Öve öve öküz ederler, dört ayağını sekiz ederlerdi. Her adımlarının, her molalarının kıymeti harbiyesi olurdu. Ama yürüyenler başörtülü kızlar ile sakallı dedeler yani Müslümanlar olunca, isterse “kadın hakları” konusunda bile olsa yürüyüşleri görmezden gelinmeye yetiyordu. Haydi bunu geçelim. Türkiye ulularından ve onların basındaki yalakalarından zaten bu kutlu yürüyüşü desteklemeleri beklenemezdi. Ama Anadolu’da hatta Orta Anadolu’da bile milli ve manevi hassasiyetin yüksek olduğu beldelerde, karşılaşılan muamelelere ne denilmeliydi? Ceberut makamlardan korktukları için mi, yoksa içlerindeki cibilliyetsizliklerinden mi bilinmez, bazı köylerde sığındıkları camiye imam tarafından sokulmamaları, bazı beldelerde de taşlı sopalı saldırıya maruz kalmaları, bir Müslüman olarak kabul edilebilir değildi. Niyetleri ne olursa olsun, isterse art niyetli hatta provakatif amaçlı bile olsalar, böyle muameleye maruz kalmamalıydılar. Bu haberleri okurken Taif’te taşlanan Resulullah (s.a.v.)’in çektiği acılar ile Mekkeli müşrikleri yerlerine mıhlayan Hz. Fatıma’nın öfkeli bakışları, yüreğimi delip geçiyordu.Annesi Hz. Hatice, vefat ettikten sonra Hz. Fatıma, babasının hem kızı, hem eşi, hem de annesi oluvermişti. Resulullah (s.a.v.)’in üzerine titrer, akşamları eve dönüşünü sabırsızlıkla beklerdi. Yine bir gün, penceresinden babasının dönüşünü beklerken “Mekke’nin uluları (zalimleri), babana eziyet ediyorlar” haberi üzerine evden ceylan gibi fırlar ve Kâbe’ye doğru koşar. Üzerine deve işkembesi atılmış bulunan mübarek babasını secde vaziyetinde bulur. Zayıf kolları ile ağır işkembeyi hemen kaldırır ve göz yaşları içerisinde güzel babasının mübarek yüzünü ve gözünü silerken, etraftan gelen kahkahalarla irkilir ve Mekke’nin azgın müşrikleri ile sessiz kalabalığa öyle müthiş bir öfke ile bakar ki, bu bakış öyle bir bakıştır ki o ana kadar gülmekte olan müşrikler, birdenbire oldukları yerde donup kalırlar. Bu bakışta zalimlerin zulmü ile sessiz kalabalığın dilsiz şeytanlığı yüzlerine çarpılmaktadır. Küçük Fatıma öfkeli ama asil bir tavırla babasının elinden tutar ve O’nu evine götürür. O günden sonra küçük Fatıma’ya Ümmi Ebiha “Babasının Annesi” denilecektir. Bu eve gidiş, öyle bir gidişti ki, beraberinde müşriklerin helakini ve Mekke’nin fethini de yanında götürmekteydi. O Mekke uluları hepsi, Bedir Harbi’nde cehennemi boylamadan önce, daha o gün küçük Fatıma’nın gözyaşlarında boğulmuşlardı.Ey Türkiye’nin uluları, Ey Türkiye’nin sessiz Müslümanları!İster özgürlük kafilesinin, isterse okula alınmayan küçük Fatıma’ların bakışlarından korkun, Çünkü o bakışlarda Allah’ın nuru var. Damlayan göz yaşlarında Allah’ın oku var.Bu çağdaş Fatıma’ların bakışında Hz. Fatıma’nın bakışı var. Peygamberin bedduası var.Ve ey siz çağdaş Fatımalar! Pakistan’ın milli şairi Muhammed İkbal’in, “Ey Mümin kadın,Kendine model olarak Fatıma’yı seçSenin dalında da bir Hüseyin meyvesi yetişsinGülistana eski mevsimleri getirsin!”dediği gibi, sizler de Hz. Peygamber (s.a.v.)’e, Hz. Fatıma’ya ve Muhammed İkbal’e layık olurcasına İslam’ı öyle yaşayın ki sizi öldürmeye gelen sizde dirilsin. Hz. Fatıma’nın bakışı ile öyle bir bakın ki, biz sessiz Müslümanlar titreyerek kendimize gelelim. Zalimler de yeni Bedir harplerinde, yani Felluce’de, Kerkük’te, Keşmir’de, Kırım’da, Kaşgar’da, Kıbrıs’ta döktükleri kanda boğulsunlar. Selam, sevgi, dua tüm başörtüsü mağdurlarına…

Önceki ve Sonraki Yazılar