Detseli'den Cemal Tural hatırası

Detseli'den Cemal Tural hatırası

Fotoğraftaki yazarımız İsmail Detseli, askerlik anıları arasında dönemin tanıdık bir komutanını yazdı...

Yıl 1967. Manisa Doğu Kışla garnizonunda iki tabur var. Birisi çok kalabalık erata sahip ihtisas taburu, diğeri ise bizim mensubu olduğumuz talimgah taburu. Türkiye’nin dört bir yanından çavuş adayları gelir, burada 3-5 ay kurs görür ve çavuş olur, birliklerine giderler. Benim çavuş olarak askerliğimi yaptığım bölük bu taburun silah bölüğüydü, bir de piyade bölüğü var ki, iki bölük ve hizmet birliğinden oluşan sayısı 200’ü geçmeyen hatta o kadarı da bulmayan bir tabur. Ama ordumuzun alt kademesine erbaş yetiştiren eğitim çavuşlarını yetiştiren çok saygın bir tabur. Komutanımız merhum Yarbay İbrahim Sandıkçı silah bölük komutanımız, sağ mı bilmiyorum, Üstğm Zeki Şık piyade bölük komutanı, Yüzbaşı Orhan Tuncer, namı diğer Baba Orhan…

Burası Manisa birlikleri 57. tümene bağlı. Bu tümen merhum generalimiz Cemal Tural tarafından kurulmuş bir tümen olduğu için Cemal komutanımız bu birlikleri her yıl mutlak bir veya iki kez denetlemeye gelir, onlarla gurur duyduğunu söylerdi. Çok sert bakışlı tam bir asker edasıyla hareket eden baba bir adamdı.

Manisa’da iki kışla vardı. Bir Batı Kışla bir de Doğu Kışla… Biz Doğu Kışla’da görev ve eğitim yapıyorduk. Batı Kışla ise o yıllarda acemi eğitimi yapılan 1. Er Eğitim Tuğayı idi. Bizim eğitim sahamız Manisa çıkışında Turgutlu şosesi kıyısında zeytin ve incir ağaçlarının bol olduğu Sipil Dağı’nın eteğinde bir alanda idi. (Sipil Dağı Manisa’nın meşhur Tarzanı’nın yaşadığı efsane bir dağdır)

Cemal Paşa bir gün sivil bir araçla buradan geçer, gizli denetim ve bizim eğitimizi bir müddet kimseye sezdirmeden gözetler. Ve o gün kafasına koyar “bu birliklerden bir gece taarruzu isteyeyim, bu birliklerin eğitimi beni çok etkiledi” der.

Yine bir 57. tümen denetlemesi var bütün tümene ait birlikler Manisa Batı Kışlası’nda bir yaz ayının sıcağında denetlenecek. Bütün çevrede bulunan birlikler sabahın erken saatinde Ali Okulu (okuma yazma bilmeyenlerin eğitildiği yer) tabir edilen yerdeki büyük bir eğitim sahasında toplandı. Adeta mahşeri bir kalabalığı andırıyordu. Denetleme sonunda komutanın önünden birlikler koşar adım resmigeçit yapacaklardı. Bütün hazırlıklar tamamlandı ve komutan uzun süreli bir bekleyişten sonra geldi ve kürsüye çıkarak şöyle seslendi:

“-Manisa birlikleriiii. Merhaba.

-Sağ ol… (ses cılız çıktı sanırım)

-Olmazzzz bu ne? Buraları yıkmalısınız dağlardan ses gelmeli Türk askeri pısırık olmaz gür olur, sert olur, mert olur, tekrar… Manisa birlikleriii, merhaba…

-Sağ olllll!...

İşte onun istediği olmuş ve dağlardan yankı gelmişti. “İşte budur askerlik işte budur Türklük” dedi. Ve kısa bir konuşmadan sonra bir yere durdu eli selamda tüfek çapraz tutuşta koşar adımlarla önünden geçen bütün orduyu selamladı.

Ve merasim bitti. Bizim komutanlarımız da diğer komutanlar da endişeli. Nedenini sordum geçen flamalardan birlikleri takip ederek “hangi birlik kimin birliği?” diye emir subayına soruyormuş ve notlar aldırıyormuş. İşte komutanların endişesi bu imiş. Çok açık sözlü idi benim eğitim subayım aynı zamanda piyade bölük komutanım Yzb. Orhan Tuncer “Çok tehlikeli Desteli!” dedi (Bana Desteli der ve çok severdi) “Neden komutanım, tehlike nedir?” diye sordum “Bu çok sert bir komutan Cemal Tural, birliklerde bir eksiklik gördü ise hemen komutanın sırtına emekli kaydını düşüverir” dedi. Meğerse endişe buymuş.

Akşam Manisa’da kalacağı ve talimgâh taburunun tabur ve bölük komutanları işe görüşeceği onları Ordu Evi’ne davet ettiğini öğrendiğimizde sevinçle endişe birbirine kavuşmuştu. Akşam erkenden tabur komutanım Yarbay Sayın İbrahim Sandıkçı ve Yüzbaşı Orhan Tuncer Üsteğmen Zeki Şık beni de yanlarına aldılar, çarşıya Ordu Evi’ne gittik. Tabi bizler dışarıda beklerken komutanları kabul etti, çok kısa süre sonra çıkıp geldiler. Hepsinin yüzünde endişe vardı ama komutanla görüşmenin sevinci de… Bir müddet konuşmadık ve yarbayımın evine gittik. Orada durumu konuşuyorlar biz de olacakları anlamaya çalışıyorduk. Konu şu imiş: “Ben yakında Vietnam’a gidip geldim. Orada gece savaşlarını seyrettim, çok etkilendim sizin taburunuzu uzaktan eğitim yaparken seyrettim çok sevdim. Disiplinli hareketlerini onun için sizden 2 ay zarfında bir gece taarruzu istiyorum. Hazırlıklara başlayın, emir subayımla günü tayin edin” demiş. Endişe var acaba yüz akıyla çıkamaz mıyız? Sevinç var eğer başarılı sonuç alırsak erken terfi var. Çaresiz günü karalaştırıldı. “Turgutlu şosesinden 250 kişilik bir birlik Sipil Dağı eteklerinde konuşlanmış olan bir temsili 100 kişilik düşman birliğine gece taarruzu yapacak. Bakalım ne düzeydeyiz anlayalım” demiş merhum büyük komutan Cemal Tural.

Hummalı bir çalışma başlattık, önce dağları yararcasına eğitim alanının kıyısına 60 araçlık bir açık garaj yeri yaptık. Yine dağları eleyerek 100 kişilik bir otağ çadır yeri hazırladık Komutanların tam savunan birliği ve taarruz eden birlikleri tepeden görebilecek şekilde her şeyi tam gününde ayarladık ve Ankara’ya Genelkurmay’a bildirdik. Bu artık komutanların bir ölüm kalım var olmak yok olmak savaşıydı. Çünkü yukarda da belirttiğim üzere Cemal Aga’nın Manisa birlikleri üzerinde ayrı bir hassasiyeti vardı, bunu herkes biliyordu.

Ama bir sorun vardı, eğitim sorunu güzergâhlar belirlenmiş mevcutlar gerek savunan gerekse taarruz edenler belirlenmiş, ama bizi taburumuzun bu harekâta yetecek askeri mevcudu yok. Diğer ihtisas taburundan boylu poslu kendine hâkim acemi erlerden mevcudu tamamladık ve onlara kısa eğitimler vererek gününe hazır ettik.

Diyeceksiniz ki gece nasıl görecek, komutan bu taarruzu nasıl denetleyecek? İşte cevabı: Taarruz eden askerlerin hepsinin sol cebinde bir kalem pil ve başında kepin neftisinde bir ufak ampul, arada bir kablo var, onları birbirine değdirdin mi kepteki ampul yanıyor, senin bütün hareketin komutan ve izleyenler tarafından tek tek izleniyor

Komuta eden subayların da başlarında daha büyük ve yeşil yanan bir ampul. Onlar da gözetim altında tutuluyor. Komutan tarafında her hareketi izleniyor, hata payı yok yani harbin Savunma Birliği ise yan taraflarında yanan projektörlerin aydınlığında onlar da denetim altında ileri Öncü Birliği’nin iki kolunda iki tane makineli tüfek var, saldırıya göre sol cenah makineli tüfeğinin komutanı benim sağ cenah makinelinin komutanı da er yetersizliğinden Astsubay Çavuş Hüseyin Fırıncıoğlu… Makineli tüfeklerde 750 şer adet 3 şerit büzlü fişek var, diğer erlere de yeterince büzlü ve plastik mermi var. Makinelilerin gerisinde sağ ve sol cenahlarda iki adet 60’lık havan topu. Bunlar arada bir kartuş (aydınlatma) mermisi atarak savunan birliklerin önünü aydınlatıyor.

Birlikler Turgutlu şosesindeki köprünün altında birerli kol halinde çıkarak avcı kolu düzenine geçiyorlar. Askerlerde merak var tabi, “acaba başındaki ampul yanacak mı diye deneyene başındaki komutan üsteğmen veya teğmen ulan yakma diyorum sana daha taarruz başlamadı komutan görüyor yukardan” derken baya heyecanlanıyorduk. Doğruydu orada bir ufak ışık bile Cemal Paşa tarafından görülebiliyordu.

Nihayet taarruz başladı… Bizler ön tarafta makineli ile devamlı atış yaparak savunma birliklerini sindirme taktiği uygularken bizim birlikler durmadan kesintisiz dağa doğru saldırıyordu. Arada kartuşlarla aydınlanan savaş alanında adeta bir can pazarı yaşanıyor hakiki bir harpten hiçbir farkı yok gibiydi. Nihayet bizim birlikler makineli tüfekleri ve öncü birlikleri geçtiler, savunmadaki düşman askerleri ile yakın boğuşma ve süngü savaşına başladılar. Allah Allah sesleri vur, ya hay, diye çeşitli seslerle savaşın heyecanını yaşıyorduk. Bu arada ben o galeyanımla hala makineli ile ateş etmeye devam ediyordum.

Bir ara telsizin maniplesinin vurmaya başladığını duydum. Ahizeyi kaldırdığımda ikinci makineli tüfek çavuşu “acele çadıra gel komutan tarafından bekleniyorsun” diyordu sertçe. Komutanım Orhan Yüzbaşı’nın telefondaki ifadesinden çok kızgın olduğu anlaşılıyordu. Önce birinci tüfek komutanı olan astsubayımın yanına vardım. Ondan da fırçayı yedim, “sen niye yakın boğuşmadan sonra ateş ettin asker, yakın boğuşmada iken ateş edilir mi?” diye bana kızıyordu. Benim kendisine yalvarıp “sen git komutanım sen daha iyi konuşursun” sözüme karşı, “ben gitmem bu Tural adamı asar, git kendini kurtar senin askerliğini yaksa, iki sene askerliği sen bir daha yaparsın ya ben ne yaparım, beni ordudan atar” diyordu.

O korku ve endişe ile çadıra hem koşuyor hem de yaptığım hataya bir kılıf arıyordum. Önce Seydişehirli yarbayımız merhum İbrahim Sandıkçı’yı gördüm “yaktın bizi” diyordu ama eğitim subayı Orhan Yüzbaşım sorumluydu harekâttan. Daha çadıra 20 metre kadar mesafe var iken beni yüzbaşım Orhan Tuncer karşıladı. Ve “yaktın biz Desteli havalarda uçarken vurdun bizi ganat gırma yaptın benim geleceğimle oynadın, çok güzel bir atmosfer yakalamıştık, mahvettin bir çuval inciri berbat ettin yazıklar olsun sana” dedi. Böyle çok mütevazı konuşurdu, kızgın sinirli tavında bile… Allah rahmet etsin kabri cennet olsun… Benim belki o anda boğazımı sıkabilirdi ama tabi yeri değildi. “Bari uzun künye ile takdim et kendini özür dile” dedi. Bizler eski çavuştuk, bu harp sanatının inceliklerini çok iyi eğitimler ve dersler alarak öğrenmiştik. Bizim de bu konuda bildiklerimiz vardı. Ama bunları yüzbaşımla paylaşmaya zamanım yoktu. Ve hemen bu düşüncelerle komuta heyetinin ve bütün subayların oturduğu çadırda Genelkurmay Başkanımız Orgeneral Cemal Tural’ın karşısında idim.

“Birinci Ordu, Beşinci Kolordu,  Birinci Piyade Er Eğitim Tugayı, Erbaş Talimgâh Taburu, Silah Bölüğü çavuşlarından Taarruz Birlikleri İkinci Tüfek Komutanı Çavuşu Osman oğlu İsmail Detseli emret komutanım” dedim. İşaret parmağı ile işaret ederek yanına yaklaşmamı işaret etti gel diye. “Oğlum taarruz bitmiş savunma birlikleri ile taarruz birlikleri yakın boğuşma ve süngü savaşına başlamış senin makineli tüfeğin ateş kesmedi. Senin tüfeğin düşman askeri ile dost askeri seçer mi dürbünü mü var” dedi? Ban hemen zekamı kullanarak eski aldığım harp eğitiminden aklımda kalan bir bilgiyi aktarmaya başladım. “Komutanım bana verilen talimatta taarruz birliklerinin ardında gelmekte olan Türk ihtiyat bölüğüne sol cenahtan bir düşman mangası tarafından ateş açıldı, ben onları susturmak için ateşi sola kaydırdım, oraya ateş ediyordum yoksa yakın boğuşmada tabi dostu düşmanın ben seçemem kurşun denen çekirdek hiç seçmez buna imkân yok. Bir de bu gece taarruzu” dedim. Hemen eğitim subayı yüzbaşım Orhan beye döndü, “böyle bir taktik var mı yüzbaşım savaş haritasında?” deyince, Yüzbaşım “evet komutanım var çavuş emrin gereğini yapmıştır” dedi. Bundan sonra komutanım benim kolumdan tuttu ve “aferin çavuş Allah seni anan babana ve vatana millete bağışlasın gidebilirsin” dedi. Çakı gibi bir selam vererek ayrılırken yanındaki emir subayına benim için bir not aldırdığını fark ediyordum.

Çadırın içinden daha çıkamadan yüzbaşım beni bağrına basarak “bir hata gurşunu ile yaraladın, bir akıl merhemi ile yaramızı sardın desteli, sen bir tanesin” diyor ve beni yüzümden gözümden öpüyordu. Artık beni silahlarımı toplamaya falan göndermediler ve oradaki askerin uzaktan seyrettiği yiyecek ve içeceklerden bol bol yediriyorlardı.

15 gün sonra idi yüzbaşım çağırdı “gel Desteli harp hilen mükâfat aldı, Cemal Tural sana 21 gün mükâfat izni vermiş, beni de terfi ettirmiş ve şunu yazmış teşekkür olarak” diyor ve teşekkürü gösteriyordu. Şunlar yazılıydı: Komuta heyetinize taarruza katılan askerlerimize er ve erbaşlarımıza canı gönülden teşekkür ederim. Beni ihya ettiniz bana Vietnam harbinden örnekler sundunuz bu Türk askerinin savaşçılığı ve zekasıdır

Ben tabi bu 21 gün izini üsteğmenimin bana karşı takındığı sert tavırdan ve kıskançlıktan dolayı biraz azaltarak kullandım. Ama zaten kullanmam için gidiş geliş param bile yoktu. Bu hatırayı çocuklarıma ve torunlarıma anlatıyorum. Şimdi de okurlarım ile paylaştım. Saygılarımla