Danıştayın 149. kuruluş yıl dönümü

Danıştayın 149. kuruluş yıl dönümü

Danıştay Başkanı Güngör: (1)- "Yargı kararları ve yargıçlar eleştirilirken idarenin yandaşı ya da idarenin faaliyetlerine engel çıkaran bir güç gibi değerlendirilmemelidir. Kararlarımızın bilimsel eleştirisine açığız. Ancak yargı kararları, taraf menfaatl

ANKARA (AA) - Danıştay Başkanı Zerrin Güngör, yargı kararları ve yargıçlar eleştirilirken idarenin yandaşı ya da idarenin faaliyetlerine engel çıkaran bir güç gibi değerlendirilmemesi gerektiğini belirterek, "Kararlarımızın bilimsel eleştirisine açığız. Ancak yargı kararları, taraf menfaatlerine göre değil, objektif, bilimsel ve hukuki kriterlere göre değerlendirilmelidir. Ne yazık ki, kimi zaman algı oluşturmak amacıyla sübjektif, haksız, ölçüsüz eleştiri ve değerlendirmeler, yargının saygınlığına zarar verici olmaktadır." dedi.

Danıştayın 149'uncu kuruluş yıl dönümü dolayısıyla Danıştay Konferans Salonu'nda tören düzenlendi. Törene, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, TBMM Başkanı İsmail Kahraman, Başbakan Binali Yıldırım, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, Yargıtay Başkanı İsmail Rüştü Cirit, bazı bakanlar ve yüksek yargı üyeleri katıldı.

Danıştay Başkanı Güngör, törende yaptığı konuşmada, kurulduğundan bugüne, danışma ve yargılama görevini evrensel ölçütlere uygun şekilde yerine getirme bilinciyle çalışan Danıştayın devletin vazgeçilmez yapı taşlarından olmayı başardığını ifade ederek, Danıştayın 149 yıldır varlığını ve etkinliğini sürdürebilmesinin, devletin ve miletin demokrasi ve adalete olan inancının en belirgin kanıtı olduğunu dile getirdi.

Güngör, Anayasada, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamanın, kişinin temel hak ve hürriyetini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak şekilde sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya çalışmanın, devletin temel amaç ve görevleri arasında sayıldığına dikkati çekti.

Adaletin, devletleri güçlü kıldığını ve toplumları yaşattığını, adaletin güçlü olduğu yerde, devlet ve insanın da güçlü olduğunu söyleyen Güngör, devlet gücünü kullanarak millet adına yargılama yapan yargıcın, adil ve tarafsız olarak verdiği kararlarla toplum vicdanını rahatlatması gerektiğini kaydetti.

Güngör, adil yargılama yaparak, adaletin tecellisini sağlamanın yargının görevi olmakla birlikte, üst bir değer olarak adaletin tesisinin, esasen tüm devlet organlarının temel görevi olduğunun altını çizdi.

Adaleti, "toplumun mayası, devletin temeli" olarak niteleyen Güngör, adaletin, her yerde, her koşulda uygulanması, yaşanması, korunması, aranması gereken müstesna bir değer olduğunu belirtti.

Güngör, "Adalet, toplumların varlıklarını sürdürebilmesi, kamu düzeninin oluşması ve insanların güven, huzur ve barış içinde yaşayabilmesi için, eskilerin deyimiyle 'elzem-i lazım'dır. Adaletin tesisinde en etkili kurum şüphesiz yargıdır. Bizler, yargı mensupları olarak adaleti tecelli ettirme görevinin ne kadar ulvi ve değerli olduğunun farkındayız. Görevimizi hakkıyla yerine getirmek için iyi niyetle ve gayretle çalışmalarımızı sürdürüyoruz." diye konuştu.

- "İnsan haklarının güvencesi"

Hukuk devletini, "hak ve özgürlüklerin güvence altına alındığı, devletin tüm unsurlarıyla, evrensel hukuk kurallarına tabi olduğu, bireyin ve toplumun hukuki güvenliğinin sağlandığı devlet" olarak tanımlayan Güngör, hukuk devletinin ve yargı denetiminin insan haklarının güvencesi olduğunu söyledi.

İdarenin her türlü eylem ve işleminin yargı denetimine tabi olduğu hukuk devletinde, kişi hakları ile kamu menfaati arasındaki ince ve nazik dengenin korunması gerektiğini vurgulayan Güngör, hukuk devletinin teminatlarından birini de "idari yargı" şeklinde tanımladı

Güngör, idarenin eylem ve işlemlerinin yargısal denetimini yapan idari yargının, idarenin hukuk içinde kalmasını sağlamakla bireylerin hak ve menfaatini koruyan, aynı zamanda kamu hizmetinin gereklerini gözeten bir yargı düzeni olduğunun altını çizdi.

Temel hak ve özgürlüklere saygılı, kendisini hukukla sınırlı sayan bir yönetim anlayışının, bağımsız ve tarafsız yargının varlığıyla gerçekleşebileceğini belirten Güngör, "Yargı bağımsızlığı, mahkemelerin yasama ve yürütme organlarına bağlı olmamaları, hakimlere emir ve talimat verilememesi anlamına gelmektedir. Yargının tarafsızlığı ise hakimin yargılama yaparken sadece hukukun tarafında olması, her türlü kişisel etki ve baskıdan sıyrılarak objektif davranabilmesidir." ifadelerini kullandı.

Tarafsızlığın, bağımsızlığın ayrılmaz bir parçası olduğunu ifade eden Güngör, bağımsızlık ve tarafsızlık ilkesinin, gerek iç hukukta gerekse evrensel hukukta temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması bakımından büyük önem taşıdığına vurgu yaptı.

Güngör, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının, sadece hukuk devleti ilkesi veya temel hak ve özgürlüklerin korunması açısından değil, demokratik gelişim, ekonomik büyüme, siyasal ve sosyal istikrar açısından da önemli olduğunu dile getirdi.

- "Demokrasinin vazgeçilmez ilkelerinden"

Anayasal düzenin ve devlet yönetiminin tarihi süreç içinde önemli değişim ve gelişim göstererek bugünlere geldiğini anlatan Güngör, çağdaş demokrasilerde Anayasanın, devlet iktidarının sınırlandırılmasına yarayan bir araç niteliği taşıdığını aktardı.

Bu sınırlandırmanın en etkili yolunun kuvvetler ayrılığı ilkesi olduğunu vurgulayan Güngör, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Egemenliğin kaynağı olan millet, yani milli irade bütün kuvvetlerin dayanağını oluşturmaktadır. Tek ve bölünmez devlet kudretinin parçası olan yasama, yürütme ve yargı güçlerinin birbirlerini dengelemesi, denetlemesi anayasal devlet düzeninin ve demokrasinin vazgeçilmez ilkelerindendir.

Anayasamızda kuvvetler ayrılığı ilkesi, erkler arasında bir çatışmanın değil, işbirliği ve uyumun ifadesi olarak benimsenmiştir. 16 Nisan 2017 tarihinde halk oylamasına sunulan ve kabul edilen değişiklikle Anayasamızda var olan kuvvetler ayrılığı ilkesi, daha da belirgin hale getirilmiştir. Yine bu değişiklikle Anayasanın 9. maddesine, yargının tarafsız olduğu ifadesi eklenmiştir. Kararların, bağımsız mahkemelerce, tam bir tarafsızlık içinde verilmiş olması ve bu durumun dışa yansıması, görünür ve bilinir olması gerekmektedir."

Cumhuriyetin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün, adalet hizmeti hakkındaki görüşünü, "Adliye siyasetimizde izlenecek amaç, evvela halkı yormaksızın, hızla, isabetle, güvenle adaleti dağıtmaktır." sözleriyle ifade ettiğini aktaran Güngör, "Her türlü içsel ve dışsal etkiden, yönetme ve yönlendirmeden uzak, kendi kurum ve kuralları çerçevesinde çalışan, makul sürede adil kararlar veren, bağımsız, tarafsız, etkili, verimli, şeffaf ve hesap verebilir yargı sistemi, devlet ve toplum düzeninin güvencesidir." değerlendirmesinde bulundu.

Yargı yetkisini kullananların, adil yargılama yaptığını, tarafsız kaldığını ve herkesin güvencesi olduğunu topluma hissettirme yükümlülüğü taşıdığını dile getiren Güngör, şöyle konuştu:

"Öte yandan, görülmekte olan bir dava hakkında, Anayasa dışına çıkarak, yargıya müdahale anlamına gelebilecek yönlendirici görüş beyan edilmesi, hukuka ve yargıya olan güveni sarsıcı niteliktedir. Yargı kararları ve yargıçlar eleştirilirken idarenin yandaşı ya da idarenin faaliyetlerine engel çıkaran bir güç gibi değerlendirilmemelidir. Kararlarımızın bilimsel eleştirisine açığız. Ancak yargı kararları, taraf menfaatlerine göre değil, objektif, bilimsel ve hukuki kriterlere göre değerlendirilmelidir. Ne yazık ki, kimi zaman algı oluşturmak amacıyla sübjektif, haksız, ölçüsüz eleştiri ve değerlendirmeler, yargının saygınlığına zarar verici olmaktadır. Bir ülkede yargının saygınlığının zedelenmesi, ekonomik, sosyal ve siyasi istikrarın, huzur ve iç barışın sağlanmasını zorlaştırarak yıkıcı etkilere yol açar. Bu konuda gerekli özenin gösterilmesi tüm yargı mensuplarının haklı beklentisidir."

Güngör, "yargının yanlı davrandığı, baskı ve etki altında karar verdiği" gibi iddialara verilecek en güçlü cevabın, hukuki bütünlük içeren, tutarlı, makul ve yeterli karar gerekçeleri olduğunu belirterek, adil bir yargılamanın, davanın sonucunu değiştirebilecek somut iddia ve savunmaların, makul ve yeterli bir gerekçeyle karşılanmasını gerektirdiğini söyledi.

Kararlarda ne söylendiği kadar nasıl söylendiğinin de dikkat çektiğini kaydeden Güngör, yargının en önemli hedeflerinden birinin de tarafları, kamu vicdanını ve hukuk camiasını tatmin eden gerekçeli kararlar vermek olduğunu aktardı.

Güngör, Danıştayın bu hedefe ulaşabilmek adına, mevcut karar şablonlarını geliştirme ve karar içeriklerini güçlendirme çalışmalarını sürdürdürdüğünü bildirdi.

Yargının tarafsızlığı ve adil yargılanma ilkelerinin hayata geçirilmesinin, büyük ölçüde yargı mensuplarının nitelik ve nicelik bakımından yeterliliklerine bağlı bulunduğunu anlatan Güngör, yargıçların niteliksel yeterliliklerinin, üniversitelerde verilen eğitimin kalitesi, hakimlerin mesleğe alınma şartları ve Adalet Akademisinde mesleğe hazırlık döneminde verilen eğitimle yakından ilgili olduğunu belirtti.

Bunun yanında, hakimlik mesleğinde geçen sürenin tamamının bir öğrenme ve kendini yetiştirme süreci olduğuna işaret eden Güngör, "Çünkü hakim olmak demek, gerçeğin, adaletin ve hakkın peşinden gitmek demektir. Dolayısıyla hakimlerin kendilerini geliştirecek bilgiyi edinmeleri ve edindikleri bilgiyi özümseyerek uygulamaları, mesleğin yüklediği bir ödevdir. Bu nedenle hukuk mantığını kavramış, yorum tekniklerini kullanabilen, toplumu ve ihtiyaçlarını doğru gözlemleyip değerlendirebilen, hukukun evrensel ilkelerini takip eden, birikimli yargıçların yetişmesi, önem arz etmektedir." dedi.

Son dönemde Danıştaya 266 yeni hakim atandığını, bu hakimlerin mesleğe daha hızlı intibak etmeleri için, kurum tarafından gerekli eğitimlerin verildiğine dikkati çeken Güngör, Danıştayın bu yeni ve dinamik kadrosuyla daha etkin ve güçlü bir yapıya kavuşacağına inandığını söyledi.

- "Anlam ve içerik bakımından evrensel bir boyut kazandı"

Güngör, ayrıca, insan haklarının artık ulusal bir hukuk sorunu olmaktan çıktığını, anlam ve içerik bakımından evrensel bir boyut kazandığını ifade etti.

İdarenin temel hak ve hürriyetlere temas eden faaliyetlerinin denetiminde, uluslararası sözleşmelerin dikkate alınmasının önemine işaret eden Güngör, idari yargıçların, insan hakları eksenli bir bakış açısı oluşturmalarının da zorunlu olduğunu kaydetti.

Bu anlamda kararlarında özellikle Avrupa insan Haklan Sözleşmesine yapılan atıfların giderek arttığını belirten Güngör, ancak Sözleşmenin kabaca uygulanması ya da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarının doğrudan emsal alınmasının yeterli olmadığını, bu kararlardaki temel ilkeler ve ulaşılmak istenen maksadın saptanarak, temel hak ve hürriyetler konusunda ülkenin gerçekleri ve geleceği de gözetilerek içtihatların geliştirilmesi gerektiğini bildirdi.

Güngör, bu kapsamda, hakimlerin farkındalığını artırmak amacıyla kurdukları Danıştay İnsan Hakları Komisyonunun yanı sıra idare hukuku ve idari yargılama hukuku konularında inceleme ve araştırmalar yapmak, bilimsel toplantılar düzenlemek ve öneriler geliştirmek amacıyla, İdari Yargı Komisyonunu da kurduklarını söyledi.

Zerrin Güngör, her iki komisyonda görev alan üye ve hakimlerin etkin ve sürekli çalışmalarıyla, belirlenen konular hakkında somut tespit ve öneriler içeren raporlar hazırladığını anlattı.

Demokrasilerde, devlet gücünü elinde bulunduran organların sınırsız yetkilerinin olamayacağının kabul edilen bir yaklaşım olduğunu aktaran Güngör, devletin yetki alanının, temel hak ve özgürlükleri korumak amacıyla hukukla sınırlandırıldığını belirtti.

Sınırlı ve sorumlu devlet anlayışının devletin, savaş, iç savaş, ayaklanma, afet gibi varlığını ve geleceğini tehdit eden olağan dışı durum ve olaylara karşı kendini savunma hakkını yok saymadığını vurgulayan Güngör, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 15. maddesinde de sözleşmeci devletlerin, savaş veya ulusun varlığını tehdit eden genel bir tehlike halinde Sözleşmede öngörülen yükümlülüklere aykırı tedbirleri alabileceklerinin kabul edildiğini bildirdi.

Benzer bir düzenlemenin de Anayasanın 15. maddesinde yer aldığını belirten Güngör, bu tedbirlerin, hakkın özünü ortadan kaldırmaması ve amaçla orantılı olması gerektiğini söyledi.

Devletin ve ulusun varlığına yönelik en yaygın genel tehlikeyi, "küresel bir sorun haline gelen terör tehdidi" şeklinde tanımlayan Güngör, şöyle devam etti:

"Terörün amacı, toplumda korku yaratmak, kişilerde panik ve ümitsizlik duygusu oluşturarak devlete olan güveni ortadan kaldırmak, sosyal bütünlüğü ve toplumsal düzeni bozmak suretiyle, istediği hedeflere ulaşmaktır. Terörizm bir ideoloji değil, metotlar bütünüdür. Terörün mesajı, kimi zaman siyasi, kimi zaman dini veya mezhepsel, kimi zaman ise etnik olabilir. Ancak ortak özelliği şiddet dilini kullanması ve hiçbir ahlaki kural tanımamasıdır. Üzülerek ifade etmeliyim ki uluslararası alanda henüz terör ve teröre ilişkin konularda ortak bir tanım oluşturulamamıştır. İzledikleri yöntemlerle, terör suçu işlediğine kuşku bulunmayan kişilerin, bazı ülkelerce haksız bir biçimde özgürlük savaşçısı olarak nitelendirilmesi, ortak bir tanım oluşturulmasının önündeki en büyük engeldir."

Türkiye'nin, bir yandan etnik bölücü, bir yandan dini istismar eden terör örgütleri başta olmak üzere terörizmin birbirinden farklı biçimleriyle, yıllardır mücadele ettiğini hatırlatan Güngör, devletin, özellikle son yıllarda terörle mücadele ederken geliştirmiş olduğu yeni vizyon çerçevesinde, terörü sadece silahlı mücadele olarak görmeyip, terörün beslendiği olgu ve olayların da üzerine giderek, insan hakları temelli bir yaklaşım izlediğini belirtti.

Güngör, devletin, ideolojik ve bölücü terör örgütlerinin yanı sıra, her türlü değeri istismar eden, kirli amaçlarına ulaşmak için her türlü aracı mübah gören, her türlü biçime giren Fetullahçı Terör Örgütü ile de amansız bir mücadele yaptığını kaydetti.

(Sürecek)

AA

Kaynak:Haber Kaynağı

Etiketler :