Bu Yıl Çok Uzun Olacak!

İkibindört bitti. İnsan hayatında bir yıl çok uzun bir süre. Peki devletler için öyle mi? Devede kulaktır bir yıl. Hele bin yıllık bir geleneği olan devlet için çok küçük bir zaman dilimine tekabül eder.


Ancak devletler için de bazen, her yıl, diğer bir yılla eşdeğer değildir. Bunu söylerken, Mülkiye yıllarımda hocalığımızı yapan ve üzerimizde çok büyük emeği olan İlber Ortaylı’nın bir cümlesine atıfta bulunmak istiyorum. İlber Ortaylı, 19. yüzyıl Osmanlısından bahsederken “imparatorluğun en uzun yüzyılı” der. Sene olarak yüz yıllık bir dilimdir 19. yüzyıl. Ama bir imparatorluğun dönüştüğü, direnç noktalarının yavaş yavaş düştüğü bu dönem, sabahı bekleyen bir hastanın gecesi kadar uzundur. Ne zaman aydınlanacaktır gökyüzü, ne zaman bitecektir bu acı diye yatağında kıvrılan bir hasta vardır karşımızda. Ölmek üzere olduğunu hiç aklına getirmez.

Sabah olsa, her şey güzel olacaktır.
Ama sabah bir türlü olmaz! Gece çok uzundur.
Ruslarla Savaş, Yunanistan’ın bağımsızlığını ilan etmesi, Tanzimat, Kırım Harbi, Meşrutiyet, Duyunu Umumiye.. 19. yüzyılla ilgili hemen aklıma geliveren olaylar. Bunların dışında pek çok küçük savaş, isyan, ıslahat çalışması da cabası. Atlatılması zor bir dönemden geçmektedir Osmanı Alî. Hasta adamın her gün bir yerinden yara çıkar, her gün acısı katlanılmaz hal alır. İyileşmesi zor gibidir.

Bu acıyı artıran en önemli sebepler şüphesiz dış kaynaklıdır. Pek çok müdahale vardır dışarıdan. Ve bu müdahaleler şok edicidir, dışarıyla her bir temas, bir parçayı koparır, her ıslahat, her ferman, ilan edilen/dayatılan her belge eti kemikten ayırır. Zamanla Kırım, Balkanlar, Ortadoğu bir bir kopar.
Bu dönem Osmanlının okumuş yazmış çocukları için de zordur. Bu düşüşün derdini, tasasını yaşayan pek çok genç yetiştirmiştir zor zamanında. Ve onlar da bu vefa borcunu bir nebze olsun ödemek isterler. Babalarını hasta yatağında görmeye dayanamazlar iyileştirmek için ellerinden geleni yaparlar. Her birinin fikri farklıdır, her birinin teşhisi ayrı. Ama hedef tektir: Koca kurdu ayağa kaldırmak, eskisi gibi ihtişamla üç kıtada hüküm sürdürmek. Ancak iyileşsin derken konulan teşhisler hastayı komaya sokar. İslamcılık, Osmanlıcılık, Türkçülük, Batıcılık, art arda uygulama alanı bulmak için kendine yer açar. Oysa “yara derindir, fitil tutmaz.” Ve koca çınar 623 yıllık uzun ve ihtişamlı bir yaşamdan sonra devrilir.

İmparatorluğun genç evladı Türkiye Cumhuriyeti ise daha çabuk hastalığa yakalanır, aldığı hormonlardan mıdır bilinmez. 81 yıllık hayatında Osmanlı’nın 623 yılda görmediği kadar müdahaleyle karşılaşır.
Her on yılda bir uzun süreli komalara girer. Sıyrıklarla, yara berelerle kurtulur. Her kurtuluşun bir bedeli de vardır. Dış müdahale daha da artmıştır bu dönemde. Gerçi herkes dışa bağımlıdır, ikinci dünya harbinden sonra. İki kutup var, birinden birini tercih edeceksin derler, o kendisine mesafece uzak olduğu için daha az tehlikeli olacağını düşündüğü bir müttefik seçer: ABD. Adı Sovyetler Birliği olsa da eski düşmandır diğer kutup. Babasının tabiriyle Moskof’tur.

Gel zaman git zaman, Sovyetler dağılır. Berlin duvarında “Glosnost, prostroika” çığlıklarıyla içilen son Sovyet votkasıyla yeni bir döneme girilir. Eski müttefik ABD tek kalmıştır. Bu arada hırçınlaşmıştır da. Dünyanın tek hakimi benim! naraları atarak, gözü dönmüş bir şekilde “Genç Cumhuriyet”in komşularına saldırmaktadır. Bütün bu olup bitenler hemen sınırında yaşanmaktadır. O toprakların çoğu yüz yıl önce kendinin bir parçasıydı!
Tehlike çanları belki de “Genç Adam” için de çalmaktadır.

“Genç Adam”, bu durumdan nasıl kurtulurum diye düşünmeye başlar ve eski hesapları karıştırırken Avrupa adlı tanıdık bir isme rastlar. Belki bu işten onun sayesinde sıyrılabilirim diye düşünür. Yeniden canlandırır ilişkilerini. Ama iş göründüğü gibi değildir. Eskiden bu zatla ilişkilerinin hiç de iyi olmadığını hatırlar. Babasıyla da iyi geçinmezlerdi. Gavurlardı, dili dilimize, ili ilimize benzemezdi.

Onların sözüne güvenilmez diye kulağına fısıldayan babasını aklına getirir bir ara. Yine de dayanamaz, şeytan dürter. Hep Avrupa ittifakına karşı savaşan babasına inat, yeni bir döneme imza atmak için kapılanır Avrupa’ya. Sene 2004, 17 Aralıktır. Artık yeni bir döneme girilmiştir. 17 Aralık sadece Türkiye’nin, Avrupa’nın değil tüm dünyanın aklından çıkarmayacağı bir tarih olacaktır.

Dönüşü olmayan, “ucu açık” bir yola girer genç adam.
3 Ekim 2005’e kadar Avrupa’nın “küçük” isteklerini yerine getirecektir. Diğer şartların ise nerede, ne zaman biteceği belli değildir.
Evet “Genç Cumhuriyet” in en uzun yılı olacaktır 2005!

Önceki ve Sonraki Yazılar