Salih Sedat Ersöz

Salih Sedat Ersöz

Arzın Kalbine ulaşma ve Haccın ifası (7)

Tünelden de geçerek uzun bir yürüyüşten sonra cemerata ulaştık ve büyük şeytana yedi taş atarak, şeytanın her türlü hile, desise, tuzak ve vesveselerine aldırış etmeyeceğimizi, şeytani fikir ve akımları tamamen hayatımızdan çıkaracağımızı ilan etmiş olduk. 

7.-bolum-yazi-resmi-1.jpg

Tünelden geçerken oldukça yoğun, çok kalabalık bir insan topluluğu vardı ama cemerata varınca o büyük topluluk bir anda dağıldı ve Akabe cemresini yani büyük şeytanı izdiham olmadan, rahat bir şekilde taşladık.

Cemerat önceleri tek kattı ve bütün insanlar aynı anda aynı yerden taş atmak zorunda kaldıkları için büyük bir izdiham oluşuyordu. Bu izdihamı önlemek için cemeratı 4 kat olarak yeniden inşa ettiler. Yüzbinlerin oluşturduğu o büyük insan topluluğu tünelden geçtikten sonra, 4 kata dağılıyor ve her biri farklı katlardan şeytan taşlıyorlar. Onun için burada eski izdihamlar şimdi yok.

Şeytan taşlama tamamlandıktan sonra gerek 2 günü uykusuz geçirmenin gerekse 10 km. yol yürümenin etkisi ile yorgun düşen vücutları dinlendirmek için bir an önce otele gitmek istiyorduk. Otelimizin cemerata1,5 km. uzaklıkta yani yakın olması hasebiyle 20 dakika gibi kısa bir sürede otele ulaştık ve namazlarımızı burada kıldık.

İhramdan çıkmak için kurbanımızın kesilmesi gerekiyordu. Saat 10.00 sularında kurbanların kesildiği haberi gelince traş olarak ihramdan çıktık.

7.bolum-yazi-resmi3.jpg

Sami hocam; “şimdi dinlenin, hac tavafına akşam gideceğiz” dedi ama benim öksürükler bütün hızıyla devam ettiğinden bırakın uyumayı yatağa uzanmak bile mümkün olmadı. Başımı yastığa koyduğum anda, zaten var olan öksürük nöbetleri daha da hızlanarak bir dakika bile yatmaya izin vermiyordu.

Yaklaşık 1 hafta boyunca, gece gündüz yatmadan yatakta oturur vaziyette uyuklayarak ve öksürerek saatleri geçiriyordum. Buna rağmen Allah’ın verdiği kolaylıkla hac görevimi eksiksiz bir şekilde tamamladım hamdolsun. Bunun için Rabbime ne kadar şükretsem azdır.

7.-bolum-yazi-resmi4.jpg

Ancak hastalık, uykusuzluk ve yorgunluk nedeniyle Bayramdan önceki 2 günde olduğu gibi Bayram günü de Cuma namazı için maalesef Kâbe’ye gidemedik. Zaten bizim grupta hiç kimse o Cuma namazını Kâbe’de kılamadı.

Zira saat 10.00 gibi ihramdan çıkıldı. Saat 9.00 da Kâbe’nin kapılarını kapatmışlar. Bayram da olduğu için o Cuma namazında çok daha büyük bir yoğunluk varmış. Bir de daha önce açıkladığım şartlar sebebiyle yürüyerek gitme söz konusu olunca, bayram günü Cuma namazını Kâbe’de kılmak mümkün olmadı. 

Cuma namazını otelin bulunduğu mahalledeki bir camide kılıp geldikten sonra, içinde bulunduğum şartlar çerçevesinde ne kadar dinlenebilmiş isemakşama kadar dinlenmeye çalıştım.

Akşam saat 23.00 gibi otelden topluca ayrılarak, Sami hocamızın kiraladığı bir otobüsle Kâbe’ye gittik. Peşpeşe Hac tavafı, veda tavafı ve sa’y yapılacaktı. Yani en az bir 10 km. daha yürünmesi gerekiyor.

Hac tavafı yaparken bu defa birkaç yıldır uyuyan bel fıtığı hastalığım uyandı. Hac tavafı ile veda tavafını zar zor tamamladım ama sa’y bölgesine geçince bel tamamen iflas etti. Artık adım atamaz durumdaydım.

Grubumuzda bulunan İstanbul’dan Bilal Demiroğlu kardeşim de benim gibi belinden rahatsızdı ve çok zor şartlarda yürüyordu. Hatta onun rahatsızlığı -Rabbim acil şifalar versin- daha da ileri boyutta idi. Gerek ikimizin adım atmakta zorlanması gerekse kafilede bulunan diğer kardeşlerimizin isteği ile Sami hocam yarım saat dinlenmemize müsaade etti.

7.-bolum-yazi-resmi5.jpg

Dinlenmemiz ve bu esnada içtiğimiz zemzemlerin Allah’ın izniyle şifa vermesi sayesinde biraz kendimizi toparlamış ve yavaş yavaş da olsa yürüyecek duruma gelmiştik. Aheste bir yürüyüşle ve aralarda dinlenerek, oturarak sa’y’ı da tamamladık çok şükür. Bu esnada sabah namazı vakti gelmişti. Sabah namazını da Kâbe’de kıldık ve namazdan sonra otele döndük.

Öksürükler bir yandan, bel diğer yandan sıkıştırıyor ve tam manasıyla dinlenmeme müsaade etmiyorlardı. Buna rağmen oturarak da olsa, akşama kadar dinlenme iyi geldi. Daha vazife bitmemiş, bayramın ikinci ve üçüncü günleri de şeytan taşlamaya gitmemiz gerekiyordu.

Akşam saatlerinde iki gün daha giderek şeytanları taşladık, lanetledik. Allahuekber diyerek attığımız her taşla, Rabbimizin ululuğunu, büyüklüğünü haykırıyor, şeytandan gelen her düşünceyi, her fikri, her kötülüğü ayaklarımızın altına atacağımızı sembolik olarak gösteriyorduk.

Aynı zamanda tarafımızı, safımızı da ilan etmiş oluyorduk. Yani şeytanın tarafında değil Allah’ın tarafında, şeytanın dostu değil Allah’ın dostu, şeytanın safında değil Allah’ın safında, şeytanın adamı değil Allah’ın adamı olduğumuzun bir nişanesiydi bu şeytan taşlamalar…

Bayramın üçüncü günü akşamı şeytan taşlama vazifesi de tamamlanıp Sami hocamızın duasına da eşlik edince, artık bütün görevleri eksiksiz yapmış olmanın sevinci, huzuru ve rahatlığı içinde idik.

Dördüncü gün öğleden sonra son olarak Kâbe’ye gidecek ve son bir defa daha tavaf yapacaktık. Zira beşinci günün sabahında Medine’ye hareket edecektik. Öyle de yaptık.

Yürüyerek gittiğimiz can Kâbe’mizi bir daha göremeyecek olmanın mahzunluğu gönüllerimizi ve baştan ayağa bütün vücudumuzu sarmıştı. Yoğunluktan, normal tavaf alanına ve ikinci, üçüncü katlara girebilmek mümkün olmadı. En üst kata çıktık. Burada diğer yerlere nazaran az da olsa yer yer boşluklar göze çarpıyordu. Yine de büyük bir insan seli vardı.

Çevresi 1km. olan bu yerde, 90 dakikada tavafımızı tamamladık. Tam çıkmak üzere iken gözle kaş arasında o insan yoğunluğu içinde bir anda ablamı kaybettim. Oraya koş, buraya koş ablam yok. Allah’tan telefon var. Telefon ettim ama ablam nerede olduğunu tarif edemiyor sadece “benim başım döndü nerede olduğumu bilmiyorum” diyordu.  20 dakikalık oldukça sıkıntılı geçen telefon görüşmesi sonucu Hacer-ülEsved’in hizasındaki yeşil ışığın altında buluştuk. O sıcakta 1,5 saatlik tavaf esnasında, o 20 dakikada akıttığım ter kadar ter akıtmamıştım.

Ablamı aradığım o sıkıntılı anımda bir de olay yaşadım. Telaşla sağa sola koştururken, gayriihtiyari siyahi bir adama çarptım. İri yarı olan adam beni bütün gücüyle öyle bir iteledi ki birkaç metre savruldum. “Sen ne yapıyorsun?” şeklindeki tepkime yanıma gelerek kolumdan tutup sıkıştırmak ve beni sarsmak suretiyle cevap verdi. Ben “burası Beytullah, Beytullah”diye bağırırken çevreden gelenlerin de etkisi ile kolumu bıraktı. Ben tekrar ablamı arama telaşına devam ettim. Aradan 10 dakika geçti. Ablamla buluştuk ve tavaf alanından çıkmak için yürümeye başladık.

O insan yoğunluğunda beni tekrarnasıl buldu bilmiyorum. Yürürken alnımdan şap diye bir öpen oldu. Baktım o adam. İki elini göğsüne koymuş eğilerek “afven, afven” diyerek durmadan özür diliyordu. İlk tepkim, “sana af yok. Allah’a hesap vereceksin” şeklinde oldu. Adam vazgeçmiyor, yanımda bulunan eşim, ablam ve diğer arkadaşlarımıza, beni göstererek “söyleyin affetsin” diye ısrar ediyordu. Tamam diyerek oradan ayrıldık. (Devam edecek)

 

Önceki ve Sonraki Yazılar