8. Boğaziçi Zirvesi

8. Boğaziçi Zirvesi

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın: (1)- "Türkiye ile Rusya ve Çin arasında yaşanan yakınlaşma zaman zaman eleştiri konusu yapılmakta. 'Neden Türkiye, Rusya ile bu kadar yakın ilişki içine giriyor? S400'leri neden Rusya'dan alıyor? Bir NATO müttefikinin, itti

İSTANBUL (AA) - Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü ve Genel Sekreter Yardımcısı İbrahim Kalın, "Türkiye ile Rusya ve Çin arasında yaşanan yakınlaşma zaman zaman eleştiri konusu yapılmakta. 'Neden Türkiye, Rusya ile bu kadar yakın ilişki içine giriyor? S400'leri neden Rusya'dan alıyor? Bir NATO müttefikinin, ittifak dışındaki bir ülkenin savunma sistemini alması nasıl izah edilebilir?' gibi eleştirilerin zaman zaman dile getirildiğini görüyoruz. Bu küresel ve çok boyutlu dış politika bağlamında, bu zaviyeden baktığımız zaman aslında bizim için bu sorunun cevabı çok açık ve net. Nasıl diğer bütün büyük ülkeler, büyük aktörler, dünyanın farklı coğrafyalarında rol almak için bir mücadele içerisindeler ise Türkiye'nin de kendi ihtiyaçları çerçevesinde bu politikayı geliştirmesinden daha doğal bir şey olamaz." dedi.

Kalın, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı himayesinde, Uluslararası İş Birliği Platformu'nun (UİP) düzenlediği ve bu yıl, "Geleceğin Tasarımı: Küreselleşmenin Yeni Sınavı" temasıyla düzenlenen, 8. Boğaziçi Zirvesi'nde yaptığı konuşmada, Türkiye'nin bu tür etkinliklere ev sahipliği yapmasının, dünya açısından da önem arz ettiğini dile getirdi.

Avrupa merkezcilik sonrası bir dünya tasavvuruna doğru hızla ilerlendiğini ifade eden Kalın, bunun kazanımlarının ne olduğunun, ilerleyen dönemde görüleceğine dikkati çekti. Dünyanın 19 ya da 20. yüzyılda olduğu gibi tek bir merkezden yönetildiği, tasavvur edildiği, dizayn edildiği bir dönemde olmadığının altını çizen Kalın, şöyle konuştu:

"Avrupa coğrafyası dışında, Avrupa merkezci perspektifin dışında görüşlerin, yaklaşımların, ülkelerin, bölgelerin dünya siyasetinde giderek etkin olmaya başladığı bir dönemden geçiyoruz. Örnek vermek gerekirse Asya'da çok ciddi bir ekonomik hareketlilik var. Uzun bir süredir dünya ekonomisinin merkezinin ağırlık sıkletinin batıdan doğuya, Asya'ya, Çin merkezli ekonomiye, Rusya'ya, Asya ekonomilerine doğru kaydığına dair bildiğiniz gibi ciddi analizler var. Bu sadece ekonomik alanda yaşanan bir gelişme değil. Bugün Afrika'da, Latin Amerika'da çok önemli gelimeler var. Bu güç dengelerinin ötesinde eğer dünya gerçekten büyük bir köyse ve dünya sistemi adalet üretecekse, eşitlik üretecekse bunu sadece dünyanın bir noktasındaki, bir bölgesindeki görüşlerle topluluklarla yaklaşımlarla inşa etmek elbette mümkün değildir. Dünyanın diğer bölgelerindeki insanların görüşlerinin, dünyanın gidişatında söz sahibi olması da aynı zamanda büyük önem arz ediyor. Bunu yapabilmek için de bunun altını doldurmak için de şüphesiz Asyalıların, Afrikalıların, Latin Amerikalıların, Orta Doğuluların, Kuzey Afrika'nın ve dünyanın diğer coğrafyalarının dünyanın geleceğine dair yeni vizyonlar ortaya koyması, yeni perspektifler ortaya koyması gerekiyor."

- "Dünya siyasetini birçok aktör şekillendiriyor"

İbrahim Kalın, küreselleşme çağının, aynı zamanda karşılıklı bağımlılık ilişkilerinin giderek güçlendiği bir çağ olduğuna işaret etti. Aynı anda birçok etkinin, birçok etkenin, aktörün dünya siyasetini şekillendirmeye başladığı bir dönemden geçildiğini belirten Kalın, "17. yüzyılda ortaya atılan Vestfalya'nın, ulus devlet sisteminin artık sorgulanmaya başladığı, ulus devlet dışı aktörlerin dünya siyasetinde etkin olmaya başladığı bir dönemden geçiyoruz. Küreselleşme bunun en somut kavramsallaştırmalarından bir tanesiydi." dedi.

Bugün sadece ulus devletlerin değil, aynı zamanda uluslararası şirketler, medya, insan hakları kuruluşları, sosyal medya, sivil toplum girişimleri ve kuruluşlarının da artık dünya siyasetini şekillendirmeye başladığını ve dünya kamuoyunu belirlemeye başlayan güçlü aktörler haline geldiğini kaydeden Kalın, bunun ister istemez tüm ülkelerin çok boyutlu ve katmanlı bir dış politika izlemesini de gerekli kıldığını vurguladı.

Sadece tek bir "unsurlar paketi" üzerine yoğunlaşarak dünyayı anlamanın mümkün olmadığını ifade eden Kalın, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Aynı anda birden fazla unsurun birbirini nasıl etkilediğini, tahlil süreçlerimize dahil etmemiz gerekiyor. Bunun için de kartopu etkisi döneminden, aslında biz kelebek etkisi dönemine geçiyoruz. Kartopu etkisi döneminde dağın bir yerinde başlayan kartopu yavaş yavaş aşağı inerken ivme kazanır, büyür ve bunun az çok yönünü, ivmesini, ağırlığını ve muhtemel sonuçlarını tahmin edebilirsiniz. Yüzde 100 kesinlikle olmamakla beraber, bu kartopunun şuraya gideceğini, şöyle bir kütleye ulaşacağını, şöyle bir etki yapabileceğini takriben tahmin edebilirsiniz. Ama bugün kelebek etkisi denen çağda, artık hangi unsurun dünyanın neresinde ne tür gelişmeleri tetikleyeceğini kestirmek o kadar kolay değil. Çok mekanik bir ilişki ağından, son derece dinamik, çok boyutlu, karmaşık bir ilişkiler ağına geçmiş bulunuyoruz. Bu kelebek etkisi çağında, Endonezya'da yaşanan bir hadise, Afrika'daki gelişmeleri tetikleyebilir, New York'ta yaşanan bir hadise Tokyo'daki gelişmeleri etkileyebilir, İstanbul'da yaşanan bir hadise, bir gelişme Washington'da, Berlin'de, Paris'teki gelişmeleri doğrudan etkileyebilir. Bu kadar iç içe geçmiş bir dünyada ilişkilerin bu kadar karmaşık hale geldiği bir noktada da bizim yeni analiz enstrümanlarına, yeni bakış açılarına ihtiyacımız var."

- "Çok boyutlu dış politika kaçınılmaz"

Türkiye'nin izlediği dış politikayla ilgili zaman zaman, "Batı ekseninden uzaklaşıyor, Batı ittifakının dışına çıkıyor, yeni arayışlar içine giriyor." gibi eleştiriler yapıldığını hatırlatan Kalın, "Bu eleştiriler yapıldığı zaman, bu noktayı tekrar hatırlamakta fayda vardır diye düşünüyorum. Çünkü soğuk savaş döneminin empoze ettiği çift kutuplu dünyadan bugün çok kutuplu, tam istikametini, mahiyetini, dinamizmini kavrayamadığımız, anlamaya çalıştığımız bir dünyada, ülkelerin çok boyutlu, çok yönlü dış politika izlemesi doğal olarak kaçınılmazdır." ifadelerini kullandı.

Türkiye açısından bu konunun daha da büyük önem taşıdığını vurgulayan Kalın, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Çünkü Türkiye'nin coğrafi konumu, jeopolitik konumu, onun tek bir bölgeye yoğunlaşmasına hiçbir zaman imkan vermemiştir. Türkiye gerek büyük hinterlandıyla gerek bugünkü ulusal güvenlik kaygıları ve mülahazalarıyla değerlendirildiğinde, ister istemez bir taraftan Balkanlar ve Avrupa'ya, Batı ittifakı içine uzanan bir ilişkiler ağı içinde olmak durumunda, ama aynı zamanda Orta Doğu'ya, Kuzey Afrika'ya, Asya'ya, Uzak Doğu Asya'ya, Afrika'ya, Latin Amerika'ya da bir açılım içinde olması gerekir. Bunun somut sonuçlarını son 10-15 yıl içinde pek çok örnekte gördük. Örneğin Türkiye'nin izlediği Afrika açılımı, yaklaşık 10 yıldır devam ediyor, hatta 12 yıl oldu. Bunun neticesinde bizim 2002'de, 2003'te 12 olan Afrika'daki büyükelçi sayımızı bugün itibarıyla 41'e çıkardık. Neden Afrika önemli? Çünkü aslında dünyanın bütün büyük ekonomileri, bütün büyük güçleri Afrika'ya ilgi duymaktadır. Çünkü Afrika, önümüzdeki 40-50 yıl içinde çok ciddi bir potansiyelle tekrar dünya sahnesinde görünmeye başlayacak, önemli roller oynamaya başlayacaktır. Bunu sadece bir ekonomik ilişki olarak algılamayalım, anlamayalım. Bunu siyasi, sosyolojik, kültürel, jeopolitik boyutlarıyla değerlendirdiğimizde Afrika'ya bizim ilgisiz kalmamız elbette sözkonusu olamaz."

- "Asya ile hep derinlikli ve kapsamlı ilişkilerimiz oldu"

Afrika gibi, Asya ülkeleri ve siyasetine de ilgisiz kalamayacaklarının altını çizen İbrahim Kalın, Türkiye'nin burada bir adım daha ileri gittiğini dile getirdi. Türkiye ile Asya'nın tarihi bağları olduğuna dikkati çeken Kalın, Hindistan, Pakistan, Endonezya, Malezya, Japonya ile çok iyi ilişkilerin bulunduğunu vurguladı.

Asya ile Türkiye'nin hep derinlikli ve kapsamlı ilişkileri olduğunun altını çizen Kalın, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Coğrafi uzaklık bu ilişkilerin güçlendirilmesine hiçbir zaman bir engel teşkil etmedi. Aynı şekilde son dönemde Türkiye ile Rusya ve Çin arasında yaşanan yakınlaşma, zaman zaman eleştiri konusu yapılmakta. 'Neden Türkiye, Rusya ile bu kadar yakın ilişki içine giriyor? S400'leri neden Rusya'dan alıyor? Bir NATO müttefikinin, ittifak dışındaki bir ülkenin savunma sistemini alması nasıl izah edilebilir?' gibi eleştirilerin zaman zaman dile getirildiğini görüyoruz. Bu küresel ve çok boyutlu dış politika bağlamında, bu zaviyeden baktığımız zaman, aslında bizim için bu sorunun cevabı çok açık ve net. Nasıl diğer bütün büyük ülkeler, büyük aktörler dünyanın farklı coğrafyalarında rol almak için bir mücadele içerisindeler ise Türkiye'nin de kendi ihtiyaçları çerçevesinde bu politikayı geliştirmesinden daha doğal bir şey olamaz. Çok açık bir şekilde ifade edeyim. Avrupa ülkeleri, Orta Doğu siyasetine ağırlık koydukları zaman, kimse bunu Batı ittifakından uzaklaşma olarak değerlendirmiyor."

Fransa Cumhurbaşkanı Emanuel Macron'un da son günlerde Afrika'da olduğunu ve bazı ziyaretlerde bulunduğunu hatırlatan Kalın, şöyle konuştu:

"Sayın Macron bugünlerde Afrika'da, bir dizi konuşmalar yapıyor Fransa Cumhurbaşkanı olarak. Fransa'nın Afrika ile sorunlu geçmişe yönelik, emperyalist ilişkilerine rağmen, kolonyal dönemdeki sıkıntılı ilişkilerine rağmen bugün yeni bir Fransa-Afrika ilişkileri modelitesi geliştirilmeye çalışılıyor. Ya da Amerika Birleşik Devletleri'ni ele alalım. Orta Doğu siyasetinde, Asya siyasetinde, Uzak Doğu Asya siyasetinde aktif bir rol oynamak için yeni politikalar geliştirdiklerinde, kimse bunu batı ittifakının ana parametrelerine aykırı bir politika olarak değerlendirmiyor. Ama nedense Türkiye, bu açılımları yaptığında ve bunu hem kendi ulusal çıkarları açısından hem de bölgesinin içinde bulunduğu jeopolitik konumun kendine dayattığı şartların bir sonucu olarak yaptığında, derhal eleştiri konusu yapılabiliyor. Ben bunları büyük oranda Avrupa merkezci, Batı merkezci bakış açısının birer kalıntısı olarak görüyorum. Ama önümüzdeki 10-20 yıl içinde bu bakış açısının da büyük oranda geride bırakılacağına inanıyorum."

- "Dünya sistemi adalet üretemiyor"

Dünya siyasetinde gündem olan 10 konudan en az 6-7'sinin Türkiye'nin de içinde bulunduğu bu coğrafyada yaşandığına işaret eden Kalın, Suriye, Irak, Filistin, Filistin-İsrail meselesi, Lübnan, Körfez bölgesinde yaşanan hadiseler, Arakan krizi, enerji güvenliği, terörle mücadele ve mülteci krizini örnek gösterdi.

Dünyanın en önemli küresel gündem meselelerinin önemli bir kısmının bu coğrafyada yaşandığına değinen Kalın, "Türkiye gibi bir ülkenin tabii ki bu yaşananlara ilgisiz kalması, düşünülemez." dedi.

Dünya sisteminin bir kaos ortamı içinde olduğunu ve adalet üretemediğini vurgulayan Kalın, şöyle konuştu:

"Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi yapısında, uluslararası kurum ve kuruluşların işleyişine kadar hemen her alanda çok ciddi krizler, uzayan dondurulmuş krizler ve bunların ürettiği bir umutsuzluk, belirsizlik ortamıyla karşı karşıyayız. İnsanlığın çok önemli bir kısmı, 'Dünya bu kadar zenginleşirken, ekonomik olarak bu kadar zenginleşirken, ilişkiler bu kadar karmaşık hale gelirken, neden biz bu zenginlikten pay alamıyoruz?' sorusunu haklı olarak soruyorlar. Bunu Afrikalılar soruyor, Asyalılar soruyor, Latin Amerikalılar soruyor. Bunu Balkan ülkeleri de soruyor. Bu gayet meşru bir sorudur ve önemli olan, yapılması gereken bu soruyu duymazlıktan gelmek değil, tam tersine bu sorunun cevabını samimi bir şekilde, şeffaf bir şekilde, adil bir şekilde cevaplamaya çalışmaktır."

Kalın, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın her platformda, "Dünya beşten büyüktür" sloganıyla bu küresel adaletsizliği anlatmaya çalıştığını kaydetti.

Formüle edildiği şekliyle "Dünya beşten büyüktür" demenin, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin reforme edilmesi demek olduğuna işaret eden Kalın, sözlerini şöyle südürdü:

"Çok daha fazlasını da ifade ediyor. Eğer dünyada bir adaletten bahsedeceksek, dünya sistemi adalet üreten bir sistem haline gelecekse bunun için yeni parametrelere, yeni dengelere, yeni ilişki biçimlerine ihtiyacımız var. Arapça'da adalet kelimesi, her şeyi yerli yerine koymak demektir, etimolojik manası. Bir şeyi hak ettiği yere koymak demektir. Eğer siz bir şeyin hakkını vermezseniz, o kişinin, o konunun hak ettiği yere ulaşmasına imkan sağlamazsanız, oradan ancak zulüm çıkar, haksızlık çıkar, adaletsizlik çıkar. Dünya sistemine baktığınız zaman da bu kadar insanın yaşadığı bir dünyada, giderek zenginleşen bir dünyada, zengin ile fakir arasındaki, güçlü ile güçsüz arasındaki uçurumun bu kadar büyüdüğü bir dünyada insanların bu sistemi sorgulaması da kaçınılmaz hale gelmektedir."

(Sürecek)






AA

Kaynak:Haber Kaynağı