Hüner ve Marifet

 Nereden çıktı şimdi bu iki kelime?

Yüz küsur yıl önce Kaside-i Bürde Şerhi/Hediye adlı bir eser kaleme almış olan Rusçuklu Mehmed Hayri adlı bir zat-ı muhteremin "mukaddime"sinden. "Mukaddime" eserin başında yer alır ve bugünkü "önsöz" veya "sunuş"a karşılık gelirdi.

 

İşte yazarımız, mukaddimesine şöyle başlamış: "Alemde hüner ve marifet kadar tatlı bir lezzet tasavvur olunamayacağı gibi..." Heyecanım, bir anda cümlenin gerisini okumaktan beni alıkoydu.

 

Alemde nice lezzetler vardır; zenginlik, şöhret, şehvet, iktidar, vb. Yazarımız bütün bunlar yokmuş veya önemsizmiş gibi, dünyanın en tatlı lezzeti diye bize hüneri ve marifeti gösteriyor. Bilindiği gibi hüner de, marifet de, zihni olduğu kadar tatbiki de olan, olması gereken işlere işaret eder.  

 

Hüner ve marifet denince bazılarının aklına el çabukluğu, hokkabazlık, göz bağcılığı göz boyayıcılık, alavere dalavere, hile, dolap, madrabazlık, ayak oyunları, Bizans entrikaları, vb. gelebilir ve elbette bazıları bunları hüner ve marifet zannedip bunlardan lezzet alabilir. Ama Rusçuklu Mehmet Hayri'nin kasdettiği elbette bunlar değil. Onun kasdettiği hüner ve marifet, insana var olmaktan, işe yaramaktan, hizmet etmekten, yeni ve güzel bir eser ortaya koymaktan zevk aldıracak, mutluluk duyuracak, öncelikle kendi kalbini ve vicdanını tatmin edecek iş veya işler yapabilir olmak ve yapmaktır.

 

Yaşasın hüner ve marifet!

Yaşasın hem kendileri hünerli ve marifetli olan, hem de çevrelerinde bulunan insanlara hünerler ve marifetler kazandırmak isteyenler! 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.