Salih Sedat Ersöz

Salih Sedat Ersöz

Ahilik ve 10 Muharrem denince…

                                                     

Ahilik, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde Anadolu’da yaşayan halkın sanat, ticaret, ekonomi gibi çeşitli meslek alanlarında yetişmelerini sağlayan, onları ahlâki yönden yetiştiren ve çalışma hayatını iyi insan meziyetlerini esas alarak düzenleyen bir teşkilattır.

Ahilik, günümüzün esnaf odaları gibi bir sivil toplum kuruluşudur ama kendine özgü kural ve kaideleri vardır. Ahilik iyi ahlakın, doğruluğun, kardeşliğin, yardımseverliğin kısacası bütün güzel meziyetlerin birleştiği bir esnaf örgütlenmesidir.

Ahi teşkilatı; Göçebe Türkmenlerin İslamlaşma sürecini hızlandırmak, Anadolu'yu Türk yurdu haline getirmek, şehirlerde yaşayan Rum ve Ermeni tacirleriyle ekonomik olarak rekabet edebilmek amacıyla, Hacı Bektaş-ı Veli'nin tavsiyesiyle Ahi Evran tarafından 1205 yılında Anadolu'da kuruldu.

Ahi Evran; Kelam, tefsir, tasavvuf, fıkıh ve de tıp âlimi olan büyük velilerden bir zattır.  “Alış veriş ilmini bilmeyen, haram lokmadan kurtulamaz. Haram lokma yiyen ise ibadetlerinin sevabını bulamaz. Zahmetleri hep boşa gider. Sonunda büyük azaba yakalanır ve pişman olur" buyururdu. Bu görüşleri ahi teşkilatının kuruluşunun temel taşı olmuştur.

Ahilik teşkilatı 3 dereceli bir düzene dayanır: 1. Derecede ; Yiğit, Yamak, Çırak  2. Derecede; Kalfa, Usta, Ahi  3. Derecede;  Halife, Şeyh, Şeyh-ül Meşayıh.

Ahilerin yönetmeliğine göre, ahinin üç şeyi açık, üç şeyi de kapalı olmalıydı:

Eli açık yani cömert olmalı, kapısı açık yani misafirperver olmalı, sofrası açık yani aç geleni tok göndermeli.

Gözü bağlı olmalı yani kimseye kötü nazarla bakmamalı, dili bağlı olmalı yani kimseye kötü söz söylememeli; beli bağlı olmalı yani kimsenin namusuna ve şerefine göz dikmemeli.

Ahiliğe üye olmak isteyenlerden yedi fena hareketi bağlaması ve yedi güzel hareketi açması beklenir:

Cimrilik kapısını bağlamak, lütuf kapısını açmak.

Kahır ve zulüm kapısını bağlamak, hilim ve mülâyemet kapısını açmak.

Hırs kapısını bağlamak, kanaat ve rıza kapısını açmak.

Tokluk ve lezzet kapısını bağlamak, riyazet kapısını açmak.

Halktan yana kapısını bağlamak, Hak'tan yana kapısını açmak.

Herze ve hezeyan kapısını bağlamak, Marifet Kapısını açmak.

Yalan kapısını bağlamak, doğruluk kapısını açmak.

Kâfirler, çevresinde iyi tanınmayanlar, kötü söz getirebileceği düşünülenler, zina ettiği ispatlananlar, katiller, hırsızlar, vurguncular teşkilâta katılamaz. Kadınlar, Ahiliğin "kadınlar kolu" olan Bacıyan-ı Rum (Anadolu Bacıları) teşkilatına üye olmuşlardır.

Gündüzleri mesleki yönden geliştirilen ahiler, akşamları da mecburi olarak dini ve ahlâki eğitimden geçirilirler ve böylece tam anlamıyla İslâm’ın emrettiği şekilde iyi, dürüst ve yardımsever bir insan olarak yetiştirilirlerdi. 

Ahiliğin kurallarına bugün ne kadar çok ihtiyacımız var.

***   ***   ***

Hicret’in yıldönümü olan Muharrem Ay’ı içinde çok önemli olaylar zuhur etmiştir. Özellikle Muharrem Ay’ının 10. günü olan Aşure gününün ayrı bir önemi ve kudsiyeti vardır. Muharrem Ay’ı kutsal sayılan aylar arasında, Aşure günü de kutsal sayılan günler arasındadır. İnsanlık tarihi 10 Muharrem’de meydana gelen çok önemli olaylara şahit olmuştur.

10 Muharrem halk arasında aşure günü olarak bilinir ve o gün pişirilen aşure yakınlara, komşulara ikram edilir. Aşure dağıtımı dini bir olay olmamasına rağmen, halkımız arasında gelenek olarak yıllardır uygulanmakta ve yardımlaşmanın güzel bir örneği ortaya konmaktadır.

10 Muharrem’de çok önemli bazı olaylar zuhur etmişse de, benim zihnimde 10 Muharrem denince, sürekli Kerbelâ vak’ası canlanır. Bilindiği gibi Kerbelâ’da, Efendimizin sevgili torunu Hz. Hüseyin ve yakınlarından 72 kişi acımasız bir katliama maruz kalmışlardı.  Kerbelâ olayı, en acı ve binlerce yıldır yüreğimizi dilhûn eden bir olay olarak tarihe geçmiştir.

Peygamber Efendimiz; sevgili torunları Hz.Hasan ve Hz. Hüseyin hakkında,  “bunlar benim oğullarımdır, kızımın oğullarıdır. Allah’ım ben onları seviyorum, sen de onları sev ve onları sevenleri de sev” buyurmuştur. Efendimiz ayrıca, “Hasan ve Hüseyin’i seven beni sevmiş, onlara kin tutan da bana kin tutmuştur” ve Hz.Hüseyin doğduğu zaman “o cennet gençlerinin efendisi, seyyididir” buyurmuştur.

Hz. Hüseyin, yaratılış ve ahlak itibariyle Peygamber Efendimiz’e çok benziyordu. Halim, selim ve yumuşak huylu idi. Şefkat, merhamet sahibi ve çok cömert idi.  Hz.Hasan ve Hz.Hüseyin, iki cihan güneşi Efendimizin şefkat ve merhamet pınarından doyasıya içerek büyüdüler. Dedelerinin yanından hiç ayrılmadılar. Onun mübarek dizlerinde oturarak, onun sevgi dolu gönlünden feyizler alarak yetiştiler. Onun nübüvvet nuruyla geliştiler. Ondan aldıkları nurla, gözlerini ve gönüllerini nurlandırdılar.

Peygamber torunu Hz. Hüseyin, Muaviye’nin ölümünden sonra halifeliğini ilan eden Yezid’in zulüm ve adaletsiz yönetimini kabul etmemiş ve ona biat etmemişti. Bunun üzerine Kûfeliler, Hz. Hüseyin’i ısrarla davet ederek, Yezid’in zulüm düzenine son vermesini istemişler ve kendisine biat edeceklerini bildirmişlerdi. Kûfe halkının bu sözüne güvenen Hz. Hüseyin yanına aldığı bir avuç dostu, akrabası ve ehli beytle birlikte Kûfe yolunda iken, Kerbelâ çölünde, Yezid’in ordusu tarafından ablukaya alındı. 90 kişi olduğu rivayet edilen Hz. Hüseyin ve yanındakiler, binlerce kişilik askeri bir ordu tarafından günlerce muhasara altında tutuldu ve kendilerine su bile verilmedi. 

Hicretin 61. yılı Muharrem ayının 10. günü  Kerbelâ’da, İmam Hüseyin’e saldırı başladı. Bu acımasız saldırının tek nedeni zulmün ve kötülüğün sembolü Yezid’e biat edilmemesidir. Hz. Hüseyin’in yanındaki bir avuç mücahid ve ehli beytten hanım ve çocuklar, sayıca çok fazla olan bu orduya karşı büyük bir direnç gösteriyorlar ve bir bir şahâdet şerbetini içiyorlardı. Hz. Hüseyin’de kahramanca savaştı ve almış olduğu otuzüç mızrak ve otuzdört kılıç yarasıyla bedeni toprağa yığılırken, ruhu şehitlerin ruhuna karışıyordu.

Şehit düştüğünde 57 yaşındaydı. Şehit olanların içinde Hz. Hasan’ın iki küçük oğlu, Hz.Hüseyin’in bir küçük oğlu ve daha kundakta olan bir yavrusu da vardı. Kerbelâ’da Hz. Hüseyin’in akrabalarından 72 kişi şehit edilmişti. Ehli beyt adeta tümden imha edilmek istenmişti.       

Savaş bittikten sonra Yezid’in ordusu bununla da kalmadı. Çadırları ateşe verdiler ve şehitlerin başlarını keserek, kesik başları ile birlikte geride kalan kadın, çocuk,  hasta ve yaralı olan esirleri önce Kûfe’ye sonra da Şam’a Yezid’in yanına getirdiler.

Yezid, Şam’daki sarayında İmam Hüseyin’in mübarek başını, elinde tuttuğu çubuğuyla oynuyor ve mübarek dişlerine vuruyordu. Sahabeden Ebu berze Eslemi bunu görünce dayanamadı ve “Sana yazıklar olsun Yezid. Hüseyin’in ağzına mı vuruyorsun? Vallahi iki gözlerimle Peygamberin, Hasan ve Hüseyin’in ağızlarını öptüğünü gördüm” diye haykırdı.

Hz. Hüseyin ve yakınlarının şehit edilmeleri haberi üzerine Medine halkı feryatlara boğulmuş, o günden bu güne geçen binlerce yıl, o feryadı ve yürek yangınını dindirememiştir. Kerbelâ hadisesi; vefasızlığın, verilen sözün yerine getirilmemesinin ve samimiyetsizliğin acı bir sonucu olarak tarihe geçmiştir.

Yüreklerimizi dağlayan o olayın acısını her 10 Muharrem’de olduğu gibi bugün yine gönüllerimizde hissediyoruz. Efendimizin ve O’nun sevgili torunlarının şefaatlerini ve günümüzün Yezid’lerinin şerrinden mü’minleri korumasını Rabbimizden niyaz ediyorum. Sağlıklı ve mutlu yarınlar efendim.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar