Yeter ki bir göz evin olsun…

 

Kış kendini iyiden iyiye hissettirmeye başladı.

 Yazdan kalma günler geride kaldı.

Kış deyince aklıma her nedense hep yoksulluk ve yoksunluklar gelir…

Belki de kendi çocukluğumuza döndüğümdendir…

Kışlar bu günkü gibi yumuşak  geçmezdi…

Sert mi sert ,  yoksulluğu iliklerine kadar hissedersin…

Özellikle de  şehrin kıyısındaki dağ mahallesindeysen…

Kömür kokuları daha da bir kesifleşir…

Soba islerinden duvarlardan akan zift kışın evlerin vazgeçilmezidir…

Kar  sanki hiç durmayacakmışçasına yağar…

Lapa lapa yağsa yine romantizme falan vurursun güzelliğini yaşarsın…

Bir de tipiye çevirdi mi sanki kış hiç bitmeyecekmiş bir havaya bürünür…

Göz gözü görmediği bir tipiden bahsediyorum...

Bir metre önündeki arkadaşını göremezsin mesela…

Aracı unutacaksın, mahalleye çıkmaz.  Öyle bir kar yağmıştır ki, ağaçlar kırılır üzerindeki kar yoğunluğundan…

Kar denilince tabii ki bugünkü gibi öyle zırt pırt tatil de yok okul çocukları için…

Sabahın köründe titreye titreye yanan sokak lambalarıyla birlikte okulun yolunu tutarsın…

Esnafsan besmeleyle ekmek kapının önündeki karları körüye körüye  dükkanını açarsın.

Kar körümek deyince bir de kar körüyücüler olurdu…

Evlerin damlarını göçertecek şiddette kar yağdığı için ellerinde küreklerle sokaktan bağırarak geçerlerdi… “Kar körünür!” diye..

Damlarda yuvaklar olurdu, önce kar körünür sonra da damlardaki yuvaklarla evin damı  yuvalanırdı, evin damı akmasın diye…

Tabii ki bugünkü gibi her ev çatılı değil… Çatılı evler de kış gelmeden  çatı ustası dülgerlerin elinden geçerdi…

Evet çok sert geçerdi o kışlar, yoksullar için daha da sert ve acımasızdı…Ancak o sobaların sıcaklığı her günlü ısıtırdı… Yeter ki bir  göz evin olsundu…

Önceki ve Sonraki Yazılar