Yeteneklerini kaybetmiş devlet

Sosyal ve Duygusal Yeteneklerini Kaybetmiş Devlet 

Özürlülüğü; doğuştan,  kaza veya uzun süren bir hastalık sonucunda oluşan bedensel, zihinsel, duygusal ve sosyal yeteneklerin kaybı olarak tanımlıyor Türk Tabibler Birliği. Tanımdaki “Sosyal ve duygusal yeteneklerin kaybı” ibaresi çok önemli. Özürlüye bakışımızı tamamen değiştirecek bir cümle. Tabii bunun ne kadar önemli olduğunu az sonra göreceksiniz. Ama az sonra!

 

Hepimizin bildiği gibi 3 Aralık günü Dünya Özürlüleri’ne ayrılmış.

Pek çok özel gün gibi bu gün de paneller, konferanslar, iyi niyet dilekleriyle geçti. Ancak yine aynı eksiklik, yine aynı duyarlıymış gibi yapılan, ama sadece ve sadece günü kurtarmaya, şekli tamamlamaya yönelik tavırlar bu toplantılarda da hakimdi. Özürlülüğün tek bir boyutuna takılıp kalınıyor ve buradan yola çıkarak çözüme gidilmeye çalışılıyordu. Özürlülüğü etraflıca, bütün boyutlarıyla ele almak ya kimsenin aklına gelmiyor ya da işine gelmiyor. Ancak bu 3 Aralık’ta ilginç sansasyonel şeyler de olmadı değil, kimi sanatçılar katılımlarıyla bu panelleri renklendirdiler. Mesela Müjde Ar bir panelde, Özürlü Yasası’nı ezberleyen bir özürlü Başbakan’la yemek yeme şansına erişecekmiş şeklindeki söylentiyi dile getirerek, “Yasayı ben ezberleyeyim, Başbakanla ben yemek yiyeyim” diyerek bu yılki 3 Aralık’ın unutulmazları arasına girdi.

Bu arada özürlüye bakışta en hassas olması gereken iki kurum, özürlüye en uzak tavırlarını yine bu 3 Aralık’ta da sergiliyordu. Evet tahmininiz doğru, bu iki kurum her nedense bize hep uzak olan, bir türlü barışamadığımız, devlet, devleti temsil edenler ve iş çevreleri.

 

Devlet ve iş çevreleri deyince aklıma hemen güç ve iktidar gibi iki dayanılmaz kavram geliyor. Onların temsil ettiği en önemli şey bu. Sanırım güç ve iktidarı elinde bulundurmak zayıfları hatırlamaktan alıkoyuyor onları. Hatta korkutuyor iktidar ve güç sahiplerini. Belki diyor, belki ben de böyle zayıf olabilirim bir gün. Aman ha görmeyeyim, benden ırak olsun güçsüzlüğü temsil eden her şey, diyorlar iktidar sahipleri.

Hiç akıllarını bile gelmiyor bir gün takatsiz  kalabilecekleri.

 

Devlet ve özürlüler deyince akla bir de negatif ayrımcılık geliyor. Yapılırken özürlülerin ihmal edildiği apaçık ortada olan yapılar, alanlar, evler, iş yerleri, ulaşım araçları, asansörler geliyor. Mesela Ankara’da Atatürk Bulvarı’ndaki üst geçit geliyor akla. Onuncu merdivene kadar özürlü yolu, ondan sonraki elli merdivende bu yol unutulmuş. Özürlü demek ki üst geçidin onuncu merdivenine kadar özürlü sayılıyor, ondan sonra ayağa kalkıp bir bir atacak adımlarını, koşarak çıkacak merdivenleri! Ve böyle pek çok gariplikler ve trajikomik durumlar yani.

Ama sahi özürlülük tanımını unutmamak gerek:  “Sosyal ve duygusal yeteneklerin kaybı!” O yüzden pek de kızamıyorsun devlete. Çünkü gerçekten bu tip gariplikleri ancak sosyal ve duygusal yeteneklerini kaybetmiş bir devlet yapar.

 

Hele bir de işadamları çevresiyle sıkı fıkıysa bu devlet, yani güç ve iktidar sarhoşluğunu tam anlamıyla yaşıyorsa işadamlarının kollarında, işte o zaman yandı gülüm keten helva.

 

Biz bedensel yeteneklerimizden yoksun olalım buna bir şekilde katlanırız, ama  devletimiz “sosyal ve duygusal” yeteneklerini kaybetmesin! Çünkü bedensel yeteneklerini kaybeden pek çok özürlü dostumuzdan şu günlerde pek çok sevindirici haberler alıyoruz. Mesela “Metalika’nın ismi var, benim her yanım metal” diyen Bülent Akyürek dostumuzun “boş laflar antolojisi” kitabı elli bin satmış. Saray Rehabilitasyon merkezinde kendisi bedensel özürlü olan ancak zihinsel özürlülerle kalan şair, ressam Bülent Ecevit dostumuz bu hafta işe girmiş. Ayşe Çevik ablamız, tekerlekli sandalyede yaşıyor ve sadece iki parmağını kullanarak yazdığı romanıyla yakında karşımıza geliyor. Âmâ dostumuz Erdal Azgın binlerce müzik repertuarına bir yenisini daha eklemiş  bir Fenerbahçe şarkısıyla. Ayşen Çevik (hemen belirteyim ki kendisinde hiçbir bedensel özür yok) hocamız bir bedensel engelliye daha yüzme öğretmiş. 

 

Saygılar efendim!

Önceki ve Sonraki Yazılar