Uluslararası İşçi Filmleri Festivali

1.Uluslar arası İşçi Filmleri Festivali’nin Düşündürdükleri..

 

“Her Mülkiyeli biraz komünisttir”  diyen Abdüllatif Şener’in sözleri kulağımda, “1.Uluslar arası İşçi Filmleri Festivali”nin yolunu tutmuşum.

Festivalin Ankara ayağının açılışı SBF Aziz Köklü Konferans salonunda gerçekleşiyor. Festivalin konsepti de “ Neo-liberalizme karşı direniş öyküleri, 20 ülke, 40 Film”  olarak belirlenmiş. İlk film “Venezüella’nın Yükselişi” adını taşıyor. Aslında  neo liberalizme kafa tutan Latin Amerika’nın damgasını vurduğu  bir festival de diyebiliriz buna. Çünkü festivalde daha çok Latin Amerika merkezli belgesel ve uzun metrajlı filmler göze çarpıyor. Yine Güney Kore’den,”Adım Adım”, İsrail’den “Duvarları Yıkmak”, İngiltere’den “Ekmek ve Güller” festivalin diğer filmleri. “Maden”,”Güneşli Bataklık” ise Türk filmleri olarak İşçi filmleri Festivali gösteriminde yer alıyor.

Festivalin açılış konuşmasını festivale destek veren ve solcu olarak bilinen üç kuruluşun başkanları yapıyor. Bunlar Halkevleri, Mülkiyeliler Birliği ve DİSK yöneticileri. Uzun zamandır unuttuğumuz pek çok kelimeyi burada yeniden duyuyorum.

“Emek, işçi, ezilen, kapitalist, aktivist…” gibi kavramlar adeta havada uçuşuyor.

Ama Türk solunun bariz hastalığı burada da beliriyor. Örnekler hep dışarıdan ve etrafıma baktığımda İşçi Filmleri Festivali’ne katılan seyircilerin içinde işçi sayısı bir elin parmağını geçmiyor.

***

Ne olacak ‘Türk Solu’nun bu hali!

Bize yine düşünmek düştü. Ne olacak bu Türk solunun hali..

Türk solu yapılan her şeyi entelektüel tatmin aracı olarak görmekten ne zaman vazgeçecek. Pipoyla, Marxvari uzatılan sakalla solculuk yapmanın ne kadar yapay olduğunu ne zaman anlayacak.

Oysaki şu dönemde gerçek bir sola ne kadar ihtiyacı var Türkiye’nin.

Gerçek emek savunucuları sahiden ne zaman halkın dilinden anlayan, ona yabancılaşmamış birer halk kahramanı olarak karşımıza  çıkacak.

Sahi Türkiye’de sağcı politikalar mı bütün  bunların müsebbibi.

Yoksa Türkiye’deki solun böyle bir derdi olmadığından mı emeğin sesi yeterince çıkmıyor artık.

Bu ikinci şık belki doğruya daha yakın olan.

Türkiye’de sol “laiklik”, “türban”, “Taksime Cami” gibi meselelerin asli meseleler olmadığını sağcılar kadar bile göremeyecek derecede gerçeklerden uzak ve  gözü kapalı bir şekilde kendi dünyasında evcilik oynuyor.

Türkiye’de sol güçsüz, mecalsiz!

Çünkü….

Sosyal adaletsizliklere, emeğin sömürülmesine, çalışan çocuklar meselesine “türban” a ayırdığı zaman kadar zaman ayırmıyor.

Ya da etnik  meselelerin peşinde koştuğu kadar sömürülen asgari ücretlinin peşinden koşmuyor.

Evet Türkiye’de sol maalesef  asli mecrasında değildir.

Türkiye’de sol yerli değildir.

Türk solu yoktur bu ülkede.

Bu nedenle de her seçimde gittikçe yenilmekte, kendini yenilemedikçe de bu yenilgiden kurtulması imkansız görünmekte.

Karl Marx bir dönemin vicdanıydı. Vahşi kapitalizmin dişlileri arasında ezilen emeğin, alın terinin sözcüsüydü.

Sahi Türkiye’de sol neyin sözcüsü?

Türk solu niye her Mülkiyeli kadar bile “biraz komünist” olamıyor?

Önceki ve Sonraki Yazılar