M. Faik Özdengül

M. Faik Özdengül

Testiyi Kır

Uzaktan bir hayal göründü önce.
Birbirimize yaklaştıkça daha iyi seçildi yüzü. Yorulmuştu. Ancak duracağı yoktu. Selamlaştık. O da biz de hikayelerimizi sorduk birbirimize. Anlattı. Duymuşsunuzdur dedi. Ben de duydum. Falan ilde cömert bir padişah varmış ona gidiyorum. Ondan yardım isteyeceğim. Sırtındaki ne diye biz sormadan o söyledi. Bu bizim hazinemiz. Eşimin ve benim. En değerli şeyimiz. Besbelli ki testi dedim. İçinde ne ola ki. Anlattı. Biz çölde yaşarız. Çölü bilirsiniz. Su yoksa siz de yok olursunuz. O yüzden çukurlarda yağmur suyunu biriktiririz. Düşündük taşındık hanımla. Padişaha gidiyorum. Hediye götürmek gerek. Boş gidilmez. En değerli neyimiz var. Bu yağmur suyu. Doldurduk testiye. Hanım da üzerini süsledi testinin. Düştüm yola. Çok değerli. O yüzden sarılırım sıkı sıkı. Eşkıya eline geçmesin. Düşüp kırılmasın. Eli boş gidilmez padişaha. Daha fazla durmadı. Kalkıp devam etti. Biz biraz daha oturduk. Gülümsedi Kılavuzum. O da yolcu dedi. Kim ne için çıkarsa yola onu elde eder. Niyeti neyse onu alır. O da istediğini alacak. Bildiği kadar bilgisi ölçüsünde alacak. Testisini altınla dolduracak padişah. Götürdüğünün yerine götürdüğü kadar. Bilgisinin ona engel olduğunu bilmediğinden o kadar alacak. Halbuki Padişah, padişah olduğu için verir. Götürdüklerin için değil bunu da bilmiyor. İstemenin önündeki engeldir bilgi. O yüzden yolun başında bildiklerini unut bir kenara bırak demiştik. Gittiği yerde koca Dicle nehri var. Suyu şeker gibi. Biliyormuş. O yüzden gülümsemiş. Bilginin engel olması deyince bu kez aklı Külliden yol açıldı aklı cüzime. Hikayeyi hatırladım. Hırsızın birisi palto çalmış. Pazara götürüp 5 paraya satmış. Birisi demiş ki: ne yapıyorsun? O en az yüz para eder. Yüz mü demiş hırsız. Beşten başka bilmezmiş meğerse parayı. Bildikleri daha fazlasına engel. Bilmek engel bazen. Özellikle de aşıklık yolunda. Aşıklık dedik. Aklı külli dedik. Biraz anlatmak gerek. Ruhun sezdiği akıl. Belki de bilinçdışı denen akıl. Varın siz karar verin. Şöyle anlatmıştı bir gün. Bir odaya girdiniz. Size orada ne var diye sordular tarif edeceksiniz. Öyle bir kelime söyleyeceksiniz ki o odadakilerin hepsini kapsayacak ve dinleyenler, ama dinleyenler dedimse sezen aklı, aklı külliyi ihata edenler, o odadaki her şeyi bilecek. Bu işte aklı külli. Bilinç dediğimiz ya da cüzi akıl ise ayrıntıcıdır. Onlara tek tek kaç parça varsa nasıl duruyorsa hepsini sayacaksınız. Sonra birleştirecek ve bir oda resmi oluşturacak. Aklı külli seziyor. Bütün alıyor. Bütüncü. Ruh öz bilgiyi alır. Sezerek alır. Birleştirir. Diğeri ayırır. Bu yüzden eski doğu edebiyatı remizlerle anlatır anlatacaklarını. Gülle, bülbülle, sünbülle, saç teliyle, şarapla,testiyle anlatır özü. Aralarında şifreli dilleriyle. Daha önce kuş dili demiştik o dile. Mantıku’t-Tayr.

Kılavuzum da söyleyeceklerini söylemek için testiyi ve suyu Külli akla remiz yaptı.
O su testisi bizim bilgilerimizdi; o halife de Tanrı bilgisinin Dicle’si. 1/2848
Biz dolu testileri Dicle’ye götürüyoruz. Böyle olduğu halde eşek olduğumuzu bilmezsek hakikaten eşeğiz! 1/2849
O Arap, bari o hususta ma’zurdu. Çünkü Dicle’yi bilmiyordu, çok uzaktaydı. 1/2850
Bizim gibi Dicle’den haberi olsaydı o testiyi alıp konaktan konağa kona göçe götürmezdi. 1/2851
Hatta Dicle’yi bilseydi o testiyi kırardı, bu işten tamamıyla vazgeçerdi. 1/2852


İstemeye utanıyorum dedi. Bir gün bir danışanım. Tanrı’dan istemeye utanıyorum. O zaman ben de madem böyle düşünüyorsun. İstemeye utanmayacak hale gelmeyi iste demiştim. Yeter ki istemekten vazgeçme. Aslında bu da hile. Tembelliğin hilesi. Tembellikten vazgeçmeye zorlananların bir başka hilesi. Çalışmak zorunda kalacağı için uydurulan süslü bahaneler. Oysa Padişah getirdiklerini getirmek için gösterdiğin zahmete çabaya değer biçiyor. Götüreceğin yağmur suyuna zaten ihtiyacı yok.

Yol bir bakıma da yokluk bilgisini öğrenme yolu. Testiyi kırma yolu. Yok olup aşık olma yolu. Sona gelindiğinde işe yarayacak tek bilgi yokluk bilgisi demişti Kılavuzum. Öğrenilen bütün bilgiler testiyi kırmak için. Mevlanamız’ın Şems’le bir arada olduğu günlerdeydi. İki dost iki denizin kaynaşması gibi ne varsa döküyorlardı birbirlerine. Dedikodular alıp başını yürüse de. Kıskançlık ve haset kol gezse de. Onlar birliğe çoktan yol tutmuştu bile. Şems bir gün Mevlana Celaleddin’in ne kadar kitabı varsa attı bahçedeki havuzun içine. Bir anlamda testiyi kırdı. Aman, dedi Mevlana aman. Ne yapıyorsun. Onlar benim ömrüm. Ne varsa bende onlar. Aman dedi aman. Böyle söyleyince hepsini aldı havuzdan. Verdi Mevlana’ya geri. Hiç birinde ıslaklık yoktu. Bunlara güvenmeyi bırakıncaya kadar yine senin olsun. Zamanı var hala dedi ve Dicle’yi anlatmaya koyuldu ona. Sonra Celaleddin kendisi vazgeçti varlıktan ve o zaman var oldu.
Akıl aklı zorluyordu. Kafam allak bullak olmuştu. Dinledikçe, düşündükçe sezgimde artıyordu. Bütünleyen yanımda. Hikayeler hikmet oluyordu. Kelimeler azalıyor mana çoğalıyordu. Kayıkçı hikayesi geldi aklıma. Külli akıl bir yerlerden bir şeyler alıp alıp getiriyordu. Nahiv bilgini bir adam. Dilbilgisine deniyordu eskiden. Sarf ve nahiv diye. Denizde köprünün olmadığı zamanlarda,karşıya geçmek için bir kayık kiralar. Açılırlar denize. Derken sohbet olsun diye. Bir de testisine güvendiğinden ona sıkıca sarıldığından bilgin. Sorar kayıkçıya. Hey kayıkçı sarf bilir misin? Bilmem der kayıkçı. O zaman gitti ömrünün dörttebiri. Yol denizin ortasına doğru yaklaştırır. Yine sorar bilgin. Hey kayıkçı, nahiv bilir misin? Bilmem der yine kayıkçı. O zaman gitti ömrünün yarısı. Boşa geçmiş. Derken deniz dalgalanmaya başlar. Rüzgar çıkmış kayık sallanmaya başlamıştır. Korkar bizim bilgin. Daha da artar rüzgar. Uğultudan seslerini zor duyar olurlar birbirlerinin. Kayık battı batacak. Bağırır kayıkçı bu kez. Ey efendi,yüzme bilir misin? Bilmem der bilgin. O zaman gitti ömrünün hepsi. Nahiv değil mahiv bilgisi lazım. Yokluk bilgisi. Mahiv bilgisi lazım ki. Korkmadan denize dalasın. Deniz diriyi batırır. Ölüyü ise üstünde taşır. Beşeriyet sıfatlarından ölürsen. Hakikat sırları denizi seni başı üzerinde taşır. O zaman sarfı da nahvi de fenni de yok olmada bulursun.

Sonra anlattılar. O adamın akıbetini yolda daha sonra karşılaştıklarımızdan öğrendik. Padişah gerçekten de hem testisini kabul etmiş. Hem de testisi kadar altınla doldurmuş kesesini. Adamlarına da giderken bunu Dicle yoluyla götürün daha yakındır çöl yoluna göre demiş. Adam Dicle’yi görünce utancından iki büklüm olmuş. Hem Dicle’ye sahip olup hem de kendi yağmur suyunu kabul etmesine şaşıp kalmış. Kılavuzumuz burada yine söze girdi.

Ey oğul! Bütün dünyayı, ağzına kadar ilimle, güzellikle dolu bir testi bil. 1/2860
Fakat bu ilim ve güzellik, fevkalâde dolu olduğundan derisine sığamayan kişinin (zuhuru, zatının muktazası olan ve zuhur etmemesine imkân bulunmayan Tanrı’nın) Dicle’sinden bir katredir. 1/2861
O, gizli bir defineydi. Pek dolu olduğundan yarıldı, kendisini izhar etti. Toprağı göklerden daha parlak bir hale getirdi. 1/2862
Gizli bir hazineyken coştu; toprağı atlas giyen bir sultan haline soktu. 1/2863
O bedevi, Tanrı’nın Dicle’sinden bir katreyi görseydi hakikatte bir deniz olan o katrenin önünde testisini atardı. 1/2864
Onu görenler, daima kendilerinden geçmiş bir haldedirler. Bu yokluk halinde testilerini taşlayıp kırmışlardır. 1/2865

Yolda olduğun için şükret dedi. Mana kapısını döversen açarlar dedi. Dikkat ettin mi? o yoksulu Padişahın kapısına ne götürdü? Cevabı kendisi verdi. Yoksulluk. Yokluk. Yoksulluğun sayesinde o devleti, o kapıyı gördü. Aslolan o devlete o kapıya bir yol açmaktır. Yol bunun içindir. Oraya neyin götürdüğünü gördün ya. Görünüşte o yoksulluk hakikatte o kapının anahtarı oldu ona. Gönlünü boşalt ta O’na yer açılsın orada. Gönlünü Ondan başkasına yar etme.

Külli akıl, söylüyordu. Ben de dinliyordum. Külli akıl işin görünüşüyle ilgilenmiyordu. Mutlak her suretin her resmin asıl hakikatine yol alıyordu. Surette kalırsan putperestsin. Her şeyin suretini bırak manasına bak dedi. Aşıklık yolunun yolcusu dikkatini görünenin ötesine odaklamalıydı. Örneği yine kendisi verdi. Yola çıkarsan bir arkadaş bul. Hintli olmuş, Türk olmuş, Arap olmuş ne fark eder. Değil mi ki: maksadınız yol. Onun şekline rengine bakma. Şekil ve renk surettir. Azmine ve maksadına bak ki: o manadır.

Onun dediği gibi bu yazı da parça buçuk oldu. Aşıkların işi gibi başsız ayaksız nakledildi. Allak bullak olmuş halimi gördü Biraz dinlenelim dedi. Kafamdaki karışıklığı gidermek için, belki de rahatlatmak için, Mana dedi. hakikat dedi:

Hattâ su gibi gibidir; her katresi hem baştır, hem ayak... Hem de başsız, ayaksız koşup gider. 1/2899
Eğer sen, burada müşkül vaziyete düştüysen sabret. Sabır, gamdan kurtulmak için anahtardır. 1/2908

Sakın, endişelerden sakın! Fikir aslan ve yaban eşeğidir, gönüller de ormanlıktır. 1/2909
Perhizler, ilâçların başıdır. Çünkü kaşınma, uyuzluğu arttırır. 1/2910
Perhiz, şüphe yok ki ilâcın aslıdır. Düşüncelerden perhiz et de can kuvvetini gör! 1/2911
Sen, kulak gibi bu sözlere kabiliyet kazan da sana altından küpe takayım. 1/2912
Küpe de ne? Altın madeni olursun, Aya, Süreyya’ya kadar yükselirsin. 1/2913

www.pozitifdegisim.com

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.