Sultan Sülüman

Muhteşem “Sultan Sülüman” ve Osmanlı kimliği


Tarih popüler bir şekilde sunulduğu zaman halkın ilgisini çekiyor. Yoksa kimse oturup Osmanlı’da binbeşyüzlü yıllarda ne oldu, Osmanlı nasıl yaşardı diye araştırmıyor.

Çok az okuyoruz.

Okuyanlarımız da çoğu da halktan kopuyor…

Okuduklarını halkla paylaşan çok az aydına rastlıyoruz…

Paylaşsalar da üst perdeden konuştukları için kimse bir şey anlamıyor.

İşte bu yüzden popüler araçlarla tarihe yapılan yolculuklar çok önemli…

Televizyon bunların başında geliyor.

Geçtiğimiz hafta başlayan “Muhteşem Süleyman” dizisi ve onun üzerinden yapılan tartışmalar bu nedenle çok önemli.

Dizi şu ya da bu şekilde ülkenin gündemine oturdu.

İşleniş biçimiyle, dizide kullanılan kıyafetlerle, kullanılan dille daha da çok konuşulacağa benziyor.

Bu tartışmalar olurken aslında biz yaşanmış gerçeklerle kurguyu bir arada izliyoruz.

Dizi, diğer diziler gibi reyting için pek çok şeyi “gerçeğin dışında” anlatıyor.

Ama tamamen de gerçeklerden kopuk değil.

Bunu biz yapılan tartışmalarda daha iyi görebiliyoruz.

Dizi şimdilik sadece “harem”e odaklanmış bir bölümle başladı.

Yani klasik oryantalist bakış açısını yansıtan, doğunun egzotikliğine atıfta bulunan bir bakış açısıyla çekilmiş ilk bölüm…

Bu kadar eğlence ve zevke sefaya düşkün bir devletin beş kıtada at koşturması, Kafkaslar’dan Viyana kapılarına, Kuzey Afrika’dan Sibirya’ya kadar uzanan bir coğrafyaya hakimiyet kurması ise bu mantıkla gidilirse pek mümkün görünmüyor.

İnsan diziyi izlerken Osmanlı sadece “Harem”den ibaret bir devlet miydi demekten kendinizi alamıyorsunuz…

Oysa ki, çok güçlü kurumları vardı ve bu kurumlar sayesinde altıyüz yılı aşkın bir hükümranlık sürdü Osmanlı.

Dizinin diğer bölümlerinde muhtemelen bunları da izleyeceğiz… En azından biz öyle umuyoruz.

Dizi üzerinden yapılan bu tartışmalar da gerçeğe daha çok yakınlaştıracaktır bizi diye düşünüyorum…

Mesela benim diziden aklımda kalan Padişah’ın daha sonra Hürrem adını alacak olan, Leh asıllı Aleksandra’yla karşılaştığı an…

Diziyi izleyenler o sahneyi hatırlıyordur: Ne diye bağırıyor Aleksandra:

“ Sultan Sülüman!”

Çok güzel, duru bir Türkçeydi…

Biliyorsunuz Anadolu’da Türk halkı pek çok yabancı kelimeyi söyleyemez, söyleyemediği için kendi dilince söyler…

Mesela lahanaya “İlana” der…

Ramazan’a “Iramazan” der…

Süleyman’a da Sülüman der genelde Anadolu Türk’ü…

Ben bir anda bu iki kelimeyi duyunca kızı Avrupalı değil de, bir Türkmen kızı olarak düşündüm…

Bu iki kelime aslında güncel bir tartışmayı aklıma getirdi, nedense…

Osmanlı sürekli olarak özellikle de son yılların yeni politik argümanları çerçevesinde, çok dilli, çok kimlikli olarak anlatılıyor.

Bunun üzerine basa basa duruluyor…

Yine son zamanlarda dış politikadaki, Osmanlı Milletler Topluluğu söylemini de bu politik çerçevede değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum…

Gerçekten bunlar iyi niyetle söylenmişse, o eski ve muhteşem yüzyıllara dönüş özlemiyle söylenmişse bunda diyecek bir şey yok…

En azından bir Türk evladı olarak ben bundan büyük mutluluk ve gurur duyarım…

Ancak, Osmanlıyı her zaman kozmopolit bir imparatorluk olarak lanse edenlere, özellikle şimdilerde tartışılan “iki dil” meselesinde Osmanlı’da yazışmalarda Arapça ve Farsça kullanılıyordu, niye şimdi “Kürtçe”nin kullanılmasına karşı çıkıyoruz diyenlere bakınca bunun pek samimi ve iyi niyetli bir şey olmadığını zannediyorum…

Bu tartışmaları bu nedenle “iyi niyetli” ve “samimi” bulmuyorum…

Tabii ki bu tartışmalar kendi meşreplerine göre insanlar tarafından yapılacak.

Ancak “doğru” ve “ahlaklı” cevaplar da çoğu zaman hiç gecikmeden verilmeli…

Tıpkı ünlü tarihçinin cevapları gibi…

Evet, bu tartışmalara en güzel cevabı hiç şüphesiz Osmanlı tarihini en iyi bilen İlber Ortaylı Hoca veriyor…

Şimdi onun söylediklerine bir göz atalım ne dersiniz?

“Türkler zaten yabancı bir dile o kadar meyilli değillerdir, açıkçası öyle ikinci üçüncü dili falan da pek bilmezler, bu nedenle Osmanlının dilinin Arapça, Farsça falan olduğunu söylemek tarihi pek bilmemektir, devlet yazışmaları, bürokrasi, eğitim dili Türkçe’dir.” diyor.

Osmanlı’da öyle diller karmaşası, diller mozaiği falan yokmuş devlet katında…

Neymiş efendim Osmanlı’da resmi dil ve ekseriyetle kullanılan dil “Türkçeymiş”…

Yine İlber Hoca, Osmanlı’da Türk olmak ayıptı diyenlere de her zamanki gibi “Değildi, ama şimdi ayıp” şeklinde esprili bir cevap veriyor. Ve devam ediyor: “Türk soyundan gelenler Osmanlı'da yönetim ve üst düzey bürokraside ezici çoğunluktaydı. Yöneticilerin Türk soyundan gelmesinin yanında, devletin karar verici kademesinde Türk olanların çokluğu oluşturuyordu:”.

Neymiş efendim, Osmanlı aslında bir “Türk” imparatorluğuymuş

Önceki ve Sonraki Yazılar