Prof. Dr. Ali Akpınar

Prof. Dr. Ali Akpınar

Şu iki ayet olmasaydı!

İlim, söz ve amelden öncedir. Bu cümle İmam Buhârî’nin, Sahih’indeki İlim ünitesinin bir alt (bâb) başlığıdır. Büyük imam, bu balığın gerekçesini de şu şekilde açıklar: Yüce Allah bir ayetinde şöyle buyurmuştur: Bil ki, Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur. (47 Muhammed 19) Rabbimiz, tevhidi anlattığı bu ayete bil ki emri ile başlamıştır. Zira ilim adamları, peygamberlerin vârisleridir. Onlar ilme vâris olmuşlardır. Kim ilimden bir pay sahibi olursa, o kimse çok büyük bir paya sahip olmuş demektir. İlim yoluna giren kimseye Yüce Allah, cennetin yolunu kolaylaştırır.

Büyük imam, bundan sonra ilim ve ilim adamlarıyla ilgili ayet ve hadisleri sıralar.

Ebu Hüreyre şöyle der: (Buharî, İlim 42; Hars 21)

İnsanlar, Ebu Hüreyre’nin çok hadis rivayet ettiğini dillerine dolayıp duruyorlar. Allah’ın kitabındaki şu iki ayet olmasaydı, bir tek hadis bile rivayet etmezdim:

İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayet yolunu -kitapta onu insanlara apaçık göstermemizden sonra- gizleyenler yok mu, işte onlara hem Allah hem de bütün lânet ediciler lânet eder.

Ancak tevbe edenler, hatalarını düzültenler ve gizlediklerini açıklayanlar müstesnadır. İşte onları Ben bağışlarım. Ben tevbeleri çokça kabul eden ve çokça merhamet edenim. (2/159-160)

Bu ayetten yola çıkan ilim adamlarımız, gerçeğin bilgisini tebliğ etmenin vücubuna kâil olmuşlardır.

Evet, Kur’ân, hakikatları dile getiren Cenab-ı Hak’ın kitabıdır. Kur’ân’ın, bize gelişi de haktır, muhtevası da haktır. Kur’ân’ı merkeze alarak düşünen ve konuşan kimse hakkı söylemiş olur. Kur’ân’dan uzak kalan kimse haktan/hakikatten uzak kalmış olur.

Bu sebeple unvan ve meslekleri ne olursa olsun, hakikati anlatmak için yola çıkanlar, Kur’ân’ı merkeze alarak konuşmak zorundadırlar. Yine bu kimselerin Kur’ânî hakikatleri, insanların anlayabileceği şekilde anlatmaları gerekir. Sözü eğip bükmeden, tahrif etmeden, anlaşılmaz kalıplara sokmadan, kesip kırmadan, gizlemeden insanlara sunmalıdırlar. Aksi takdirde uhdelerine emanet aldıkları ilim emanetine hıyanet etmiş olurlar.

Bu kimseler, hakikat sözünü gizlemişler yahut tahrif etmişler yahut da yanlış anlatmışlarsa, bu günahlarından dolayı tevbe etmeleri gerekir. Elbette tek başına tevbe yeterli değildir. Zira bu kimselerin işledikleri günahlar, başka insanlarla da ilgilidir. Bu yüzden bu kimseler samimi bir şekilde tevbe ettikten sonra, kendi gidişatlarını ve yapıkları yanlışları düzeltmeleri, gizledikleri hakikatleri açıklamaları gerekir.

Sözgelimi böyle bir yanlış bir televizyon programında yapılmışsa, aynı programda tashih edilmelidir. Bir vaaz yahut konferans kürsüsünde yapılmışsa, orada düzeltilmelidir. Birkaç ikşinin huzurunda yapılmışsa, o kimselerin huzurunda düzeltilmeleri gerekir. Yoksa kamunun önünde açıkça yanlış yapıp sonra bir başına tevbe etmek yeterli değildir.

Bu konuda Peygamberimiz şu uyarılarda bulunur:

Hikmeti ehlinden men ederseniz zulmetmiş olursunuz. Ehli olmayana hikmeti verirseniz, yine zulmetmiş olursunuz… Domuzların boyunlarına incileri asmayınız!

Kime ilimden bir şey sorulur da onu gizlerse, kıyamet günü ağzına ateşten bir gem vurulacaktır. (Ebu Davud, İlim 9, Tirmizî, İlim 3)

Hz. Ali de şöyle der: İnsanlara anlayacakları şeyleri anlatın. Onların Allah ve Rasülünü yalanlamalarını ister misiniz? (Buharî, İlim 49)

Demek ki ilim sahibi olmak kadar ilim emanetinin hakkına riayet etmek de son derece önemlidir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.