Sosyal Hizmetler ve Çocuk Meselemiz

SHÇEK (Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu) 0-6 Yaş Grubu Malatya Çocuk Yuvası’nda yaşananlar bir haftadır Türkiye’nin gündemindeydi. Buradaki çocuklara yönelik şiddet, neredeyse bütün televizyon kanallarının ve yazılı basının manşetinde yer aldı. Olay sonrasında üç bakıcı anne kovuşturmaya uğrayarak görevden alındı, yine SHÇEK Malatya İl Müdürü de açığa alındı. Mesele bitti mi? Her şey bundan ibaret midir? Yine pek çok şeyi gözden kaçırdık. Çünkü bu durum sadece sorunun geçici çözümlerle daha ileriye ertelenmesinden başka bir şeyi ifade etmiyor. Bu nedenledir ki, söz konusu yuvada yaşananları bu sağlıksız yayın bombardımanı içinde yeterince analiz edemediğimizi düşünüyorum. Daha doğrusu çocuk yuvaları ve SHÇEK gerçeğini yeterince bilmediğimizi bu yayınlar sonrasında daha net bir şekilde görmüş olduk.

Bakıcı annelerin medya tarafından adeta linç edilmesi beni çok düşündürdü. Çocuklara üzülmenin yanı sıra orada bir hedef sapmasının da olduğunu gördüm. Sanırım yine çok yanlış ve de çok da araştırılmadan yapılmış bir araştırmacı-gazetecilik örneğiyle karşı karşıyayız. Sahi bir bakıcı anne ne iş yapar yurt ve yuvalarda. Bunu sanırım orada o yayınları yapan hiçbir yayıncı bilmiyordur, haberi bile yoktur. Sadece ŞOOK! eden görüntüler onların gündemindedir. Bir an önce bu şok görüntüleri yetiştirmek ve hassasiyetlerimizi harekete geçirmek, gayesi yalnızca budur. Orada çalışan bakıcı annenin bir psikopat şeklinde algılanması ve bu çocukları biz kimlere emanet ediyoruz şeklinde manşetlere çıkması onun için yeterlidir. Peki bu bakıcı anneler psikopat mı sahiden? Bu suale yanıtlar ararken çok ilginç gerçeklerle karşılaşıyoruz.

Bir bakıcı anne ne iş yapar?

Bir yuvada her vardiyada 100 çocuğa ortalama iki bakıcı anne düşüyor. Bu demektir ki 50 çocukla bir bakıcı anne ilgilenmek zorundadır. İlgilenmek deyince tabii ki içinde pek çok şeyi barındıran bir durumdur “ilgilenmek.” Bir ev düşünün. Ve bu evde 50 tane çocuk. Bu çocukların bir kısmının alt bezi alınacaktır. Çünkü çok küçüklerdir. Bir kısmı okula gidiyordur ve beslenmeleri hazırlanacaktır. Çamaşırları yıkanacaktır, ütüleri yapılacaktır. Yine küçük olanlar banyo yaptırılacaktır. Bu çocuklar akşamları yatırılacaktır, sabahları ise kahvaltıları için masa hazırlanacaktır. Çocuklar hastalandığında da başlarında refakatçi olarak kalan yine onlardır. Ayrıca bütün kurumun(yurt, yuva, kreş) temizliği, düzeni de bakıcı annelerin görevi dahilindedir. Görüldüğü üzere bakıcı anneler yalnızca çocuklara bakmakla yükümlü değillerdir, aynı zamanda çocukların kaldığı bu mekanların temizlikçiliğini de yapmaktadırlar.

Peki çocuk psikolojisinde eğitim almış Sosyal Hizmet Uzmanları ne yapar bu kurumlarda? Onlar sadece çocuğa uzaktan bakarak dosya hazırlar ve çocuğun psikolojisiyle ilgili not düşerler. Oysaki çocukla geçirdikleri vakit bakıcı annenin onda biri bile değildir. Sosyal Hizmet Uzmanları’nın fonksiyonlarının burada irdelenmesi gerektiğini düşünüyorum. Onların çocuklarla daha çok birlikte olmaları, çocuklara daha çok zaman ayırmaları olması gereken ideal durumdur. Gerçi sosyal hizmet uzmanların sayısının çok az olduğu ve aynı durumla onlarında karşı karşıya kaldığı şeklinde itirazlar yükselecektir. Ancak hemen şunu belirtmekte yarar var. Pek çok yere pek çok üniversite ve bölüm açanların neden buralara bir de Sosyal Hizmet Uzmanı yetiştiren bölümler ilave etmedikleri de düşündürücüdür. Neden Türkiye’de sadece iki üniversite sosyal hizmet uzmanı yetiştiriyor? Bu kadar önemli ve ihtiyaç duyulan bir mesleki eğitimin diğer eğitim dallarından daha mı az önemi vardır. Bu durum yetkililerin dikkatinden kaçmışa benziyor. Sahi neden sadece iki üniversite bunu tekellerinde bulunduruyor, yada sadece bu iki üniversiteye böyle bir yük biniyor?
Eğitimcilerse daha çok oradaki etüd düzeniyle ilgilidirler. Ve okula giden çocukların takibini yaparlar.

Görüldüğü üzere gün boyu çocuklarla ilgilenen genelde bakıcı annelerdir. Tabii ki bakıcı annelerin bütün bu işleri yaparken, çocuk psikolojisi üzerine master yapmasını beklemekte insafsız olur değil mi? Hem de aldıkları 250-500 milyon arası maaşla. Hem de onların da ev hayatı, aile hayatı gibi özel yaşamlarının olduğunu varsayarsak.

Evet bakıcı annelerin çoğu eğitimsizdir, çocuk psikolojisinden yoksundur ve bir çoğu da çalıştıkları ortam ve şartlar gereği bu tip görüntülere sebebiyet verecek kadar da psikolojik bozukluklar içindedirler. Ancak gözden kaçırmamamız gereken bu ortamın iyileştirilmesi için bizlerin neler yaptığıdır? O çocuklar hepimizin çocukları. Hatta orada bizim çocuğumuz da olabilirdi. Ancak hamasetle, kuru sevgi gösterileriyle bu sorunun çözümüne katkıda bulunamayız.

Sahi bir hafta boyunca yayınlarda, bu kurum çalışanlarına ve özellikle de bakıcı annelere saldıranlara soruyorum. Bütün bu zikrettiğim işleri yaparken çocuğa ne şekilde doğru bir davranış sergileyebilirisiniz? Ya da gerçekten siz o işi yapsaydınız kendi psikolojiniz ne durumda olurdu? Kendinizi böyle bir ortamda düşünerek cevap verin. Cevapları duyar gibi oluyorum.

Sorun yalnızca çalışanlarda değil

Sorunun bir boyutunda hem de çok önemli bir boyutunda sistem vardır. Bu kısmen Sosyal Hizmetlerin yeniden yapılandırılması ve çalışanların iş tanımının yeniden yapılması sorundur. Çalışanların hangi işi ne ne şekilde yapacağını iyi belirlemek iyi tayin etmek şarttır. Temizlik, çocuk bakımı, çocuk psikolojisi, çocuk eğitimi ayrı ayrı kişiler tarafından yapılmak durumundadır. Bu nedenle de bir an önce Kalifiye personel için yeni kadroların ihdas edilmesi ve personel sayısının arttırılması zaruridir. Bunları merkezi idare yapamıyorsa, sosyal hizmetlerin bir şekilde yerel yönetimler eliyle yürütülmesi biran önce gündeme gelmelidir.

Burada bir örnek vermek istiyorum. Ankara Saray Rehabilitasyon Merkezi’nde 800’e yakın hasta, zihinsel özürlü çocuk ve genç barınmakta. Bunların çoğu başka illerden, başka şehirlerden gelmekte. Oysaki yerel yönetimler eliyle bu sayı çok rahat Ankara ve civarıyla sınırlanabilir ve buradakilere daha iyi hizmet sunulabilir. Her il, her bölge kendi çevresinde bir sosyal hizmet ağı kurabilir. Görüldüğü üzere sorun yalnızca SHÇEK’in sorunu değildir. Bu sorun, diğer kamu kurum ve kuruluşlarının, medya organlarının ve çeşitli sivil toplum örgütlerinin hassasiyetlerinin hamasetin ötesinde bir anlam ifade edip etmediği sorunudur da. Çünkü bu hamaset asıl meselenin gözden kaçmasına ve giderek, katlanarak büyümesine kangren olmasına yol açmaktadır.

Ayrıca şunu belirtmekte de fayda var. Bu kurumda yaşananlar belirli bir döneme has değildir. Dün de aynı görüntüler, aynı ortam söz konusuydu bugün de. Demek ki değişen bir şey yok. Bir bakanın, bir genel müdürün ya da bir il müdürünün görevden alınmasıyla sorunu çözemeyiz. Bu nedenledir ki, sistemin özüne neşter atamadığınız sürece sosyal hizmetler ve çocuk meselesini halledemezsiniz ve bu görüntülerle daha çok karşılaşırsınız. Palyatif çözümler, bir iki sevgi gösterisi o çocukların yalnızca ve yalnızca bir süreliğine mutlu olmasına vesile olur. Peki ondan sonra ne olacaktır? Ellerinde oyuncaklarla, hediyelerle Malatya çocuk yuvasına akın edenler, medyanın ilgisi bitince muhtemelen çekip gideceklerdir. Çocuklar yine sorunlarıyla baş başa kalacaktır.

Meselenin başka boyutu da toplumsal yapımızla ilgilidir. Bizim toplumsal hayatımızdaki kokuşmuşlukların gün yüzüne çıkmasıdır biraz da Malatya’da yaşananlar.
Biliyor musunuz, o yurtlarda kalan çocukların çoğunun anne ve babası var. Bazı nedenlerle ayrılan bu eşler çocuklarını yuvalara veriyorlar. Hatta kimisi yuvaları yatılı okul gibi görüyorlar. Tatillerde ve özel günlerde çocuklarını alıyorlar ve birlikte vakit geçiriyorlar. Ancak sürekli yanlarında istemiyorlar. Hatta fakir olan aileler bakım ücreti olarak verilen asgari ücreti kabul etmeyerek çocuklarını yurtlarda bu tip bir ortamda yetişmesine seyirci kalabiliyorlar.

Aslında sorunu biraz da kendi toplumsal çözülmüşlüğümüzde aramak gerekiyor. Oysa ki anne baba olmasa bile geçmiş yıllarda akrabalar çocuklara sahip çıkmakta hatta çocuğun yuvaya bırakılmasını zul kabul etmekte ve çocuğunu yuvaya veren aile üzerinde toplumsal bir baskı oluşmaktaydı. Oysa şimdi çocuklarla dolan yurt ve yuvalar var. Kendi kimliğimizdeki çözülmeleri göz ardı etmememiz gerekir bu konuyu irdelerken. Aile yapımız çözülüyor. Güzel hasletlerimiz bir bir kayboluyor. Ve bu kaybolan değerlerle birlikte “bakıma muhtaç insan” kavramı gündemimize oturuveriyor.

Velhasıl, bu sorun sadece bir takım kişileri günah keçisi ilan ederek çözülemez. “Sosyal hizmetler ve çocuk” meselesini sağlıklı bir ortamda tartışmak ve çözümü için güçlü bir irade ortaya koymak gerek. Burada iktidar, muhalefet, sağcı solcu demeden ortak bir derdi halletmek için elimizden geleni yapmak durumundayız. Hem de çok kısa bir sürede bunu gerçekleştirmeliyiz. Çünkü O çocuklar hepimizin. Gözyaşları yüreklerimize akıyor ve bu sorun çözülmezse akmaya devam edecek.

Önceki ve Sonraki Yazılar