Prof. Dr. Ramazan Altıntaş

Prof. Dr. Ramazan Altıntaş

Sınıf Atlayan Müslümanlar!

“Yüzünü ekşitti ve döndü. (Peygamber), yanına o a’ma/kör geldi diye.Ne bilirsin, belki O, arınacak.Yahut öğüt alacak ve ona o öğüt fayda verecek.Ancak, öğüde ihtiyacı olmadığını zan edene gelince.Sen ona yöneliyorsun.Arınmamasından sana ne?Sana koşarak gelince,O korkuyor (Rabbinden),Sen ise onunla ilgilenmiyorsun.Sakın (körlere, fakirlere yüzünü ekşitme), çünkü bu (Kur’an) bir öğüttür.” (Abese, 80/1-11).Mahmut Topbaş Hoca’nın özgün yorumlarıyla Abese Sûresi’nin bir kısım âyetleri böyle.Tarihselci yaklaşıma göre, bu âyetlerde söz konusu edilen hakikatler, tarihin belli bir döneminde yaşandı, bitti. Evrenselci yaklaşıma göre ise, bu âyetlerde anlatılan aktörler elbette tarihin belli bir döneminde yaşadı, ama, her ne kadar, aktörler hayatta değilseler de aktörlere konu olan mevzu her an sahnede tekrarlanmaktadır; dünya varolduğu sürece de tekrar devam edecektir. Sahne değişmemektedir, ama, kostümler ve oyuncular her zaman değişebilir. Kur’an’da Peygamber kıssaları anlatılır. Her peygamberin kavminin, Allah’a isyan şekilleri farklı farklıdır. Kimisi, ölçü ve tartıda hile yapmıştır, kimisi, milletin malını kötüye kullanmıştır, kimisi ahlâki düşüklülükler sergilemiştir vb. İçinde yaşadığımız 24 saatlik zaman diliminde öyle oluyor ki, bütün suçlu kavimlerin işledikleri suçlar topluca işleniyor. Her Müslüman yerine göre, suçlar pozisyon değiştirdikçe, bir Hz. Nûh’un, bir Hz. Salih’in, bir Hz. Lut’un ve diğer peygamberlerin tavrını sergilemelidir. Yoksa kıssalar niçin anlatılır Kur’an’da? Öğüt almak için. Her Müslüman’ın, yaşadığı yüzyılda, Allah’a başkaldırı tavırlarına karşı, Müslüman’ca bir tavır sergilemesi için.Bir zamanlar, “ekmek, zeytin, peynir” yediğiniz insanlar, bugün sınıf atladılar. Artık onlara ulaşmanız, hele hele onları tutmanız hayal oldu. Yıllar oldu, birlikte tefsir, hadis okuduğunuz, birlikte pikniklerde top koşturduğunuz, bazen dünya Müslümanlarının başına gelen olaylardan dolayı gözyaşı döktüğünüz, Ebuzer gibi olamamanın sancısını çektiğiniz dostlar gittiler, yerlerine kimliğini tanımakta güçlük çektiğiniz insanlar geldiler. Bir zamanlar, “bu düzen emekçinin/işçinin hakkını vermiyor” tarzlı söylevlerini dinlediğiniz insanlar, şimdilerde emekçileri karın doyurmak pahasına çalıştırmak bile değil, hakkını hiç vermez oldular. Artık onlar, yoksulların, yetimlerin, öksüzlerin bir ömür boyu aç kalmak pahasına da olsa, biriktirdikleri küçük sermayeleri üzerinde oturuyorlar. Yani, yine sizin üzerinizden demleniyorlar, ama sizi tanımakta, siz de onları tanımakta güçlük çekiyorsunuz. Öyle yeni tip bazı varsıllarımız türedi ki, yüzlerinde “abese” okunuyor. Artık onların siyah arabaları, siyah gözlüklü iyi beslenmiş güvenlik elemanları, kurşun geçirmez duvarlarla kaplı sarayları, sayısız sekreter kızları, yeni sınıf atlamış dostları, deniz kenarlarında yazlıkları-villaları, İsviçre bankalarında hesapları var. Bu insanlarla zoraki bir yerlerde karşılaşıyorsunuz. Eski günlerin heyecanıyla dostlukları tazelemek istiyorsunuz, ama nâfile. Seninki, araya mesafe koymaya çalışıyor. Oyunu raconuna göre oynuyor. Artık onu, zeytin, peynir, simit, AGS malı kesmiyor. O, seni erdemle, ilimle, irfanla tartmıyor. Ayağına bakıyor, arabanın markasını soruyor, hâlâ bisiklete mi biniyorsun, diyor, evin var mı, nerede, hangi semtte oturuyorsun diyor, ne kadar maaş alıyorsun diyor, tatili nerede geçireceksin bu yaz, hatta ve hatta kaç çocuğun var diyor, hâlâ çocuğun İmam-Hatip’te, İlahiyat’ta mı okuyor diyor, kendisiyle örtüşmediğin için müstekbirleşiyor, onun zihniyet dünyasına göre zayıf noktalarından seni vurmaya çalışıyor. Böylece senin konumunu, mevki ve sınıfını belirlemeye çalışıyor. Diyorsun ki, sen konut yapıyormuşsun, evet diyor, daha sen mevkisini sormadan, senin buna gücün yetmez, diyor. Geçti o, 20-30 milyar liralık apartman katları diyor ve dudak büküp gidiyor. İcabında seni bilgilendirmesi için muhasebecisine havale ediyor. O da ne iş yaptığını soruyor, memur olduğunu öğrenince, hocam boşuna zamanımızı kaybettirme, senin gücün yetmez, sen ancak Binkonut, Bosna-Hersek gibi yerlerde ara, aramak istediğini. Şu çayını iç diyor da demesine, arkasından, müstehzi bir tavırla, kapının yönünü gösterme seansları başlıyor lisân-ı halle..Biz hayatımızdan memnunuz dostlar, zamanın Ebu Zerleri! Biz yine Bin konut ve Bosna-Hersek semtlerinde oturalım, bisikletimize binelim, simidimizi yiyelim, ama, onurumuzla yaşayalım. Bir gün cadde ortasında açlıktan yıkılırsan bile, onursuzluğu yaşam felsefesi edinmiş insanların kapısına gitme. Onurunla gerekirse, öl. Kimseye minnet borcun olmasın.Varsın biz Ümmü Mektum olalım. Bu köprülerin altından ne seküler sular akıyor, dünya bir değirmendir, her çeşit ürün aynı taşın altında öğütülüyor. Olacaksak biz, Ebubekirlere, Ebûzerlere, Abdurrahman b. Avflara özenelim, onların güzellikleriyle bezenelim. Varsın birileri, seni-beni çulsuzlar diye nitelendirsin. O, sözde yoksulu olmayan, yeni zengin Müslüman mahalleleri inşa ede dursun. O, Max Weber’in, “sermaye, dindarları sekülerize eder” nazariyesine vücut versin, onu haklı çıkarsın. Herkes dünyaya çırılçıplak ve yalnız geldi, aynı şekilde Rabbin huzuruna dönecektir. O’nun huzuruna dönüşünüz Ebuzerce olsun, muhteşem olsun! Yetmez mi?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.