Sadrettin Konevi Cami ve Türbesi

Sadrettin Konevi Cami ve Türbesi

Konya’nın manevi değerleri arasında bulunan, geçmişte birçok âlim yetiştirmiş olan Sadrettin Konevi hazretlerinin camisi ve türbesinin kapılarını araladık.

Sadreddin-i Konevi, İlçemizde 13’üncü Yüzyılda Mevlana Celaleddin-i Rumi ile aynı dönemde ve mekanda yaşamış, kalplerimizi ve ruhlarımızı onaran, manevi mimarlarımızdan olan önemli bir şahsiyettir. Caminin Sadreddin Konevi'nin türbesinin camii bahçesinde olmasıyla ayrı bir önemi vardır. Sadreddin Konevi, içerisinden çıktığı Türk-İslam düşüncesini, Anadolu İslam Anlayışını, özellikle de Osmanlı toplumunun ilim ve kültür hayatını derinden etkileyen fikirler üreten, Konya’ nın oduğu kadar Anadolu topraklarının da iftihar ettiği tarihi bir şahsiyettir. O, hayatının her safhasında benzemek istediği Hz. Peygamberin hayatını yaşamış, ecdadımızın düşünce ufuklarında derin izler bırakmış birisidir. 

sadrettin-konevi-(14).jpg

sadrettin-konevi-(8).jpg

 

SADREDDÎN KONEVÎ

 

Sadreddin Konevi Malatya’da 1208 yılında doğdu. Sema kayıtlarında künyesi “Sadrüddin Ebü’l-Mealî Muhammed bin el imam Eş-Şeyhü’l İslam İshak bin Yusuf bin Ali” olarak kayıtlıdır.  Sadreddin Konevi’nin babası Şeyh Mecdüddin İshak Malatyalıdır. Mecdüddin İshak Bağdat’ta fütüvvet teşkilatında hizmet etmiş âlim bir zattır. Selçuklu Sultanı ve Abbasi Halifesi nezdinde diplomat olarak görevler yapmıştır. Selçuklu sultanlarından 1. Giyaseddin Keyhüsrev’in şehzade iken hocasıdır. Selçuklu sarayında ağırlığı olan bir zattır. Mecdüddin İshak, Bağdat ve hac ziyaretlerinde tanıştığı İbni Arabi, Evhadüddin Kirmani, Ahi Evren, Ebu Cafer Muhammed el Berzaî, Ebul Hasen Ali el İskenderanî gibi zatları Konya’ya dönerken yanında getirmiş, bu zatları sultanla görüştürüp Konya’nın ilim ve maneviyatına büyük katkılar sağlamıştır.

 

HAYATINI EĞİTİME ADAYAN ZAT

Sadreddin Konevi’nin hocaları başta Muhyiddin Arabî olmak üzere Evhadüddin Kirmanî, İbni Şebin, Muhyiddin Dımaşkî, Şeyh İzzeddin, Muhammed bin İbrahim es Silefi el İsfehanî dir. Sadreddin Konevi’nin babası Mecdüddin İshak 1221 tarihinde vefat eti. Bir rivayete göre daha sonra Sadreddin Konevi’nin annesi, İbn-i Arabi ile evlenmiştir. İbn-i Arabi, Konevi ile birlikte 1227 yılında Malatya’dan Şam’a göçmüş, Konevi burada eğitimine devam etmiştir. Konevi şeyh Evhadüddin Kirmani’ye de uzun yıllar hizmet etmiş, beraber Anadolu

seyahatleri yapmış Hacca gitmişlerdir. Sadreddin Konevi 1233 yılında İbn-i Arabi’nin izniyle Evhaddüddin Kirmani ile birlikte Mısır’a gitmiştir. Mısır dönüşü Kirmani Bağdat’a gitmiş, Konevi ise Şam’da kalarak burada dersler vermeye başlamıştır. Bu dönemde babasından kalan malları tasadduk etmiştir. Konevi’nin 1242 yılında Halep’te ders verdiğine dair sema kayıtları vardır. Bu tarihten sonra ise Konya’ya gelerek yerleşmiştir. Muhyiddîn-i Arabî hazretleri Sadreddîn-i Konevî'ye nefsini terbiye yollarını öğretti. Sadreddîn Konevî günlerini riyâzet ve mücâhede ile nefsiyle uğraşmakla geçirdi. Nefsiyle uğraşması öyle bir dereceye ulaştı ki, uyumamak için Muhyiddîn-i Arabî hazretleri onu alır, yüksek bir yere çıkarır, o da düşme korkusuyla uyumaz tefekkürle meşgûl olurdu. Sadreddîn-i Konevî hazretleri anlatır: "Hocam Muhyiddîn-i Arabî hayatta iken, benim yüksek makamlara kavuşmam için çok uğraştı. Lâkin hepsi mümkün olmadı. Vefâtından sonra bir gün, kabrini ziyâret edip dönüyordum. Birden kendimi geniş bir ovada buldum. O anda Allahü Teâlâ’nın muhabbeti beni kapladı. Birden Muhyiddîn-i Arabî'nin rûhunu çok güzel bir sûrette gördüm. Tıpkı sâf bir nûrdu. Bir anda kendimi kaybettim. Kendime geldiğimde onun yanında olduğumu gördüm. Bana selâm verdi. Hasretle boynuma sarıldı ve; "Allahü Teâlâ’ya hamd olsun ki, perde aradan kalktı ve sevgililer kavuştu, niyet ve gayret boşa gitmedi. Sağlığımda kavuşamadığın makamlara, vefâtımdan sonra kavuşmuş oldun." buyurdu. Yine kendisi anlatır: 1255 senesi Şevvâl ayının on yedisine rastlayan cumartesi gecesi, rüyâmda hocam Muhyiddîn-iArabî hazretlerini gördüm. Aramızdaki uzun konuşmalardan sonra, ona, Cenâb-ı Hakk'ın Esmâ-i Hüsnâsı ile ilgili kalbime doğan bilgileri arz ettim. O da; "Çok doğru, pek güzel!" deyince, ona; "Efendim! Hakîkatte güzel olan sizsiniz. Çünkü bu ilimleri bana siz öğrettiniz. Siz olmasaydınız, bu ilimleri bana kim öğretirdi?" dedim.

 

Mübârek ellerini öptüm ve; "Efendim! Bütün mahlûkâtı, her şeyi unutup Allahü Teâlâ’yı dâimî olarak hatırımda tutabilmem için  duâ ve himmetlerinizi istirhâm ediyorum." diye yalvardım.O da, benim bu arzuma kavuşacağımı müjdeledi ve uyandım." Sadreddîn-i Konevî hazretleri, bundan sonra çok büyük mânevî derecelere yükseldiğini, mânevî âlemlerin kendisine seyrettirildiğini, hiçbir zaman Allahü Teâlâ’yı hatırından çıkarmadığını, bir an bile unutmadığını Nefehât isimli eserinde bildirir.

sadrettin-konevi-(3).jpg

sadrettin-konevi-(6).jpg

 

KONEVÎ KONYA’DA

 

Konevi , oğlu Ali Han’ın hastalığının iyileşmesine vesile olduğu için Hace-i Cihan tarafından tahsis edilen Meram Çeşme Kapıdaki Konakta müderrisliğe başladı. Burada, âlim ve seçkin insanlara Camiul- Usul, Ahkâmu’l- Kübra, tefsir ve tasavvuf dersleri veriyordu. Sağlığında oturduğu konak, vefatından sonra cami, hanikah, imaret, mektep ve türbeden oluşan Sadreddin Konevi mamuresi haline geldi. Sultan II. İzzeddin Keykavus, Sadreddin Konevi’yi, Konya’dan Denizli’ye giden Ahi Evreni getirmesi için görevlendirmiş, Konevi’de Denizli’ye giderek Ahi Evreni tekrar Konya’ya getirmiştir.

 

sadrettin-konevi-(7).jpg

sadrettin-konevi-(8)-001.jpg

SADREDDÎN-İ KONEVÎ VE HZ. MEVLÂNÂ

 

Sadreddîn-i Konevî ve Mevlânâ Celâleddîn-i Rumî on üçüncü asır Anadolu'sundaki iki önemli şahsiyet olarak dikkati çekmektedir. Her ikisi de şöhretlerini Konya'da elde ettikleri gibi, en verimli çalışma ve eserlerini de bu şehirde vücûda getirmişlerdir. Yaşları hemen hemen aynı olup, doğum ve ölüm tarihleri birbirine oldukça yakındır. Sadreddîn-i Konevî ile Hz. Mevlânâ'nın dost olduğu, bir çok önemli davet ve toplantılarda birlikte bulundukları, aralarında cereyan eden karşılıklı ikram, incelik ve tevazu sahneleriyle dolu bir ömür yaşamışlardır. Sadreddîn-i Konevî ile Hz. Mevlânâ aynı saflarda veya biri imam öteki cemaat olarak birlikte namazlar kılmışlardır. Ömrünün son senelerinde Hz. Mevlânâ'nın da Sadreddîn-i Konevî’ye karşı samimi bir muhabbet hissiyle dolu olduğu anlaşılıyor. O ağır hastadır, artık vefâtı yaklaşmıştır. Ziyaretçiler gelip gitmektedir. Dudaklarının kuruluğu gitsin diye şerbet sunmak isterler, fakat kabul ettiremezler, kimsenin elinden almaz. Nihayet Sadreddîn-i Konevî verince reddetmez ve bir kaç yudum içer. Duygulanan Sadreddin üzüntüsünü şöyle dile getirir: “Yazık yazık, Hüdâvendigar'ın mübârek vücûdundan mahrum kaldığımız vakit hâlimiz nice olur?” demekten kendini alamaz. Ölüm anına yakın sahip olunan duygu ve düşüncelerin samimiyetinden şüphe edilmez. Mevlânâ'nın cenâze namazını kıldırmak üzere Sadreddîn-i Konevî’yi seçmesi ona olan sevgi ve alâkasının en önemli delillerinden biri olsa gerektir.

sadrettin-konevi-(9).jpg

sadrettin-konevi-(24).jpg

 

 EBEDİYETE GÖÇ

Sadreddîn-i Konevî 13. yüzyılda Konya’da yaşamış büyük ilim, fikir ve tasavvuf üstadı, insan-ı kâmildir. Zamanında Konya’nın en büyük alimi ve şeyhi idi. Ekberiye geleneğinin kurucusu ve  temsilcisi idi, Şeyhi Kebir olarak diye anılırdı. Sultanlar divanında ona ‘Arap ve Acem diyarının halifesi’ diye hitap edilirdi.  Zamanı Anadolu’nun Moğol istilasına uğradığı ve siyasetin karışık olduğu dönemlerdi.  Vasiyeti meşhurdur. 16 Muharrem 673 / 22 Temmuz 1274 tarihinde vefat etti.

sadrettin-konevi-(38).jpgsadrettin-konevi-(40).jpgsadrettin-konevi-(46).jpgsadrettin-konevi-(35).jpg

BİR GARİP TÜRBESİ

Selçuklu eserlerden olup caminin doğusunda Şeyh Sadreddin Mahallesindedir. Giriş kapısında bir kitabe bulunmaktadır. Türbenin üstü açık kafesle örtülerek vasiyeti yerine getirilmiştir. Türbenin kafesi zarif başlıklı ve köşeli on iki mermer üzerine oturmaktadır. Mermere zarif geometrik şekiller işlenmiş olup türbenin kuzeye açılan kapısının söveleri som beyaz mermerdendir. Kapının üstündeki boşluğa yerleştirilmiş olan mermer kitabede sülüs yazı ile şu cümleler bulunmaktadır. “Sabahın izzet ve devlete kapın da hacet sahiplerine açık olsun”

 

SELÇUKLUDAN GELEN CAMİİ

Sadreddin Konevi’nin türbesine bitişik olan kendi adıyla meşhur olan cami de Selçuklular devrinde topraktan yapıldığı için zamanla harabeye dönüşerek içinde namaz kılınmaz hale gelmiştir. Caminin bu durumu Konya Valisi Ferit Paşa tarafından Sultan II. Abdulhamid’e bir tutanakla bildirilmiş tamir  için emir ve müsaadeleri istenmiştir. Müsaade alındıktan sonra toprak örtü ve dikmeler kaldırılarak duvarları yeniden taştan yapılmış ve üzeri de çatıya alınmıştır. 19 ağustos 1897’de yeniden ibadete açılan caminin zamanımıza kadar ulaşan minaresi Osmanlılar zamanında tuğladan yapılmıştır. Caminin tarihi açıdan en önemli kısmı ise; Selçuklular devrinde yapılan ve günümüze kadar ulaşan mihrabıdır. Mihrap, mavi siyah çinilerle süslenmiş olup daha çok mavi renk hakimdir. Çiniler arasında dağılan siyah lüleler onları daha da güzelleştirmiştir. Cami daha önceleri kubbeli olup duvarları ve kenarları da çinilerle süslüydü. Caminin pencere kapakları Türk oymacılığının en güzel örneklerindendir. Bu kapaklar İstanbul Eski Eserler Müzesinde saklanmaktadır. Pencerelerden birinin sağ kanadında “Lâ şerefü eazzü mine’t-takvâ” (takvadan daha aziz bir şey yoktur.) yazılıdır. Sol kanadında da “ve lâ etemme min terki’l-hevâ” (hevâ ve hevesi bırakmaktan daha mükemmel kerem olmaz) yazılıdır.

 

sadrettin-konevi-(33).jpgsadrettin-konevi-(31).jpg

sadrettin-konevi-(31)-001.jpg

sadrettin-konevi-(21).jpg

 

 

 VASİYETİ

Sadrettin Konevi’nin vaziyetini olduğu gibi şu şeklidedir; “Rahman ve Rahim olan Allah Celle Celâlühü’nün adıyla;

 

Dostlarım ve mensup olan müritlerim talebelerim beni Müslümanların umumi kabristanına defnetsinler. Ölümümün ilk gecesinde Cenâb-ı Allah’ın beni her türlü azabından ve cezasından uzak tutmasına vesile olması için Cenab-ı Allah’ın kabul etmesi niyetiyle 70.000 kelime-i tevhidi okusunlar. Yine ölümümde hazır bulunanlardan her biri aynı niyet ve ağır başlılıkla ve kalp huzuru içinde 70.000 adet Lâ ilâhe illallah diyerek zikirde bulunsunlar. Onlar beni fıkıh kitaplarında yazıldığı tarzda değil hadis kitaplarında belirtilen esaslara göre yıkasınlar. Kefen olarak beyaz bir izara sarsınlar ve Şeyh Muhyiddîn ‘Arabî’nin gömleği ile beyaz bir gömlekle kefenlesinler. Cenazemi hiçbir cenaze okuyucusu (ağıt yakan) takip etmesin. Tabutumun üzerine Şeyh Evhadüddîn Kirmani’nin seccadesini örtsünler. Cenazemde cenaze okuyucuları bulunmasın. Kabrimin üzerinde ne bir imaret ne de bir çatı yapılmasın. Kabrimin yerinin belli olması ve kaybolmaması için sağlam taştan yapsınlar. Kızım Sekîneyi de Allah muvaffak kılsın. Namazı geçirmemesini diğer farzlarla birlikte istiğfara devam etmesini ve Allah Celle Celâlühü’ye itaat etmesini vasiyet ediyorum.

Servet R. Çolak – Memleket