Prof. Dr. Ali Akpınar

Prof. Dr. Ali Akpınar

Peygamberi taklit mi edeceğiz, takip mi?

Hayat Düsturumuz Kur’ân babalarının dini üzere olan ve körü körüne onları taklit eden müşrikleri eleştirir durur.

Doğrusu babalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de onların izlerini izlemekteyiz. (43/22, 23) Onlar bir fenalık yaptıkları zaman, Babalarımızı bu yolda bulduk, Allah da bize bunu emretti, derler. De ki: Allah fenalığı emretmez. Bilmediğiniz şeyi Allah'a karşı mı söylüyorsunuz? (7/28)

Evet, onlar biraz şartlandıkları için, biraz da işlerine öyle geldiği için, kurulu düzenleri bozulmasın diye böyle diyorlardı. Bu kadar insanın yanlış yapamayacağını, yanlışta birleşemeyeceğini ileri sürüyorlardı. Kur’ân, onları sürekli akıllarını kullanmaya, sorgulamaya ve taklit ettikleri yolu doğru mu yanlış mı/faydalı mı zararlı mı sorularıyla test etmeye çağırmaktadır.

Hz. Peygamberle yenilenen İslam’ın ilk emrinin yaratan Rabbinin adıyla oku şeklinde gelmesi son derece önemli ve anlamlıdır. İlk emir iman et, namaz kıl, oruç tut şeklinde değil de oku şeklinde gelmiştir. Bu İslam’ın bilinç temelli olduğunun açık göstergesidir. Buna göre insan, neye nasıl inanacağını okuyup öğrenecek ki doğru bir inanç sahibi olabilsin. Kime, niçin ve nasıl ibadet edeceğini okuyup öğrenecek ki doğru bir şekilde ibadet edebilsin.

Ne hazin ki Müslümanlar bu ölçüyü umursamadılar. Atalarından veraset yoluyla buldukları müslümanlığı taklit etmek işlerine geldi ve onu aynen sürdürmeyi tercih ettiler. Sonuçta atalar tarafından tahrif edilen, yozlaştırılan, hayattan el çektirilip pasifize edilen, katkı maddeleriyle bulandırılan buluntu din onların dini oldu. Buldukları için de kıymetini ne takdir edebildiler, ne de layığıyla ona sahip çıkabildiler. Bundan dolayıdır ki bugün, okuyup araştırarak sonradan İslam olan bir mühtedi, dinine daha iyi yaşayabiliyor ve dinine daha iyi sahip çıkabiliyor.

Nitekim sahabe, İslam’ı ayet ayet alıyor, öğreniyor, özümsüyor, yaşıyordu. Onlar on ayet kadar bir dinî hükmü alıp iyice öğrendikten ve özümseyip yaşadıktan sonra ikinci ona geçiyorlardı.

Bazı sahabîlerden gelen peygamberimizi taklide dair örnekler, aslında müslümanları bağlayan dinen yaptırımı olmayan şeylerdir. Abdullah b. Ömer’in, peygamberin bastığı yerlere basmayı, geçtiği yerlerden geçmeyi, mola verdiği yerlerde dinlenmeyi tercih etmesi bu kabildendir. Bunlar ne farz, ne vacib, hatta ne de sünnet olan şeylerdir. Kaldı ki Abdullah b. Ömer, sahabenin önde gelen ilim adamlarındandır. Medine’nin önde gelen genç ilim adamlarından abâdile denilen ilk beşin içerisindeydi. Babası Hz. Ömer, vefat edeceğinde, arkadaşları oğlu Abdullah’ı yerine halife seçmesini teklif etmişler, o da bunu yapmamış ancak, halife seçecek komisyonun içerisine onu da katmıştı. Bu da onun donanımlı bir Müslüman olduğunun kanıtıdır. Dolayısıyla onun yaptıkları bilinç temeli üzerine oturan şeylerdir ve bir kısmı da kendi özel tercihleridir.

Bir defasında peygamberimiz, namazda ayağındaki mestinin birini çıkarmış, onu gören sahabîler de aynı şeyi yapıp mestlerini çıkarmışlar. Namazdan sonra Peygamberimiz, niçin böyle yaptıklarını sorunca da, seni izledik, senin yaptığını yapmazsak helak olacağımızdan endişe ettik deyince Peygamberimiz, böyle yapmanız gerekmezdi, çünkü ben namazda iken melek, mestime bulaşmış küçük bir pisliğin olduğunu haber verdi, onun için çıkardım diyerek onları uyarmıştır.

Demek ki Müslüman, dinî hükümlerin gerektirmediği, salim aklın istemediği şeyleri kuru bir taklitle yapmamalıdır. Onun için ilim adamları, imanda taklit değil, tahkîk’in üzerinde durmuşlardır. Kur’ân da onlar hakiki anlamda müminlerdir derken gerçek müminlerden olmanın gereğine vurgu yapar.

Peygamberi, müminlere model/örnek olarak takdim ederken Kur’ân onun üsve-i hasene oluşuna dikkatlerimizi çeker. Üsve kelimesi, körü körüne taklit edilen değil, bilinçli olarak izlenen örnek/model anlamına gelmektedir. Onun için bizler, Peygamberin yaptığı şeyleri, Allah’ın emrettiği ve istediği şeyler ise, bunun için yapacağız. Ancak onun insanî olarak yaptığı şeyleri yapıp yapmamakta muhayyeriz. Bunları yapmazsak sorumlu olmayız. Sözgelimi O’nun kabak yemeği sevdiği rivayeti, bizi ille de kabak yemeğe zorlamaz. Peygamberimizin bu tercihine saygı duymak bizim görevimizdir. Ancak ille de kabak yemek zorunda değiliz. Kabak yemediğimiz zaman günahkâr olmayız. Aynı şekilde Peygamberimiz, özel durumu sebebiyle, soğan sarımsak gibi şeyleri yemeyi sevmemiştir. Bu bizim de bunları yemememizi gerektirmez. Peygamberin bunları yemeyişine saygı duyarız, bunları yemeyişinin hikmetini kavrayarak, çevremizdekileri rahatsız edecek şeylerden uzak dururuz.

Bir kere daha tekrar edelim ki gerçek müminlerden olabilmek için, taklitçi değil tahkikçi müminler olmalıyız. Bunun için de neyi, niçin ve kimin için yaptığımızı bilmeliyiz. Bunun için de dini temel kaynaklarından okuyup doğru bir şekilde öğrenmeli, ardından da gereği gibi yaşamalıyız. Beynimizi, gönlümüzü başkalarına kiraya vermemeliyiz. Aksi takdirde taklitçi zihniyet, nice savrulmaları beraberinde getirecek, bu da Müslümanlığımıza zarar verecektir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum