Prof. Dr. Ali Akpınar

Prof. Dr. Ali Akpınar

Peygambere, ona verilenlere/onun getirdiklerine iman ve ona itaatın gere

Ümmet kan ağlarken, Gönül Coğrafyamızda kan gövdeyi götürürken, Müslümanlar tekbirlerle birbirlerinin kanına girerken, coğrafyanın sakinleri Gayr-i Müslim unsurları İslam topraklarını bombalamaya davet ederken, onların işgal ve müdahalelerine çanak tutarken… Evet, tüm bunlar olurken bir kısım Müslümanlar, suni gündemler oluşturma adına geçmişte tartışılmış kimi meseleleri ısıtıp ısıtıp müminlerin gündemine sürmekte ve onları meşgul etmektedirler.

Peygambere iman ve itaatin ölçüsü nedir, Peygamberin söz ve uygulamalarının bağlayıcılığı yok mudur, peygamber yalnızca Allah’tan aldığını insanlığa aktaran aracı mıdır, peygamber olduktan sonra bu seçkin dâhi insanlar kendilerinden hiç bir şey söylememişler midir, bugün din adına konuşan/ahkam kesen bunca insan dinlenirken, peygamberlerin dini hayat adına Kur’ân ayetleri haricinde söylediklerinin hiç mi bağlayıcılığı yoktur, peygamberden bize gelen sözlere uydurma, zayıf rivayetler karışmışsa bu ondan gelen tüm her şeyi kaldırıp atmayı gerektirir mi? Bu bağlamda daha nice sorular. Bu çerçevede birbirlerini şirk koşmakla itham eden, tahkir eden ve kendilerinin mümin olduğunu söyleyen insanlar. Bunca İlahiyat Hocası, Medrese Hocası, diplomalı-icazetli din âlimine rağmen durmadan konuşan yazan insanlar. Peygamberi susturup hiç durmadan kendileri konuşan insanlar!

Bu meyanda bize yöneltilen sorulara, muhatapların hadis edebiyatı konusundaki septik ve önyargılı tutumlarını dikkate alarak, en azından zihinleri karışan kardeşlerimize bir ışık tutma adına Kur’ân ayetleri ve aklî izahlar çerçevesinde cevap vermeye çalışacağız. Önce şu ayetleri hatırlayalım:

Allah'ı seviyorsanız bana uyun. Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah affeder ve merhamet eder. (3/31)

De ki: «Allah'a ve peygambere itaat edin». Yüz çevirirlerse bilsinler ki, Allah inkar edenleri sevmez. (3/32)

Size merhamet edilmesi için, Allah'a ve Peygamber'e itaat edin. (3/132)

Ey İnananlar! Allah'a itaat edin, Peygambere itaat edin ve sizden buyruk sahibi olanlara da. (4/59)

Biz her peygamberi ancak, Allah'ın izniyle, itaat olunması için gönderdik. (4/64)

Peygamber'e itaat eden, Allah'a itaat etmiş olur. Kim yüz çevirirse bilsin ki, Biz seni onlara bekçi göndermedik. (4/80)

Allah'a itaat edin, Peygambere itaat edin, karşı gelmekten çekinin; eğer yüz çevirirseniz bilin ki, peygamberimize düşen sadece açıkça tebliğ etmektir. (5/92)

Ayetlerde niçin Allah’a itaatin hemen akabinde, ayrıca ve özellikle Peygambere itaat edin emri tekrarlanmıştır? Dikkat edilirse Allah ve Rasülüne itaat, Allah ve Rasülüne imandan ayrı şeylerdir. Zira başka ayetlerde Allah ve Rasülüne imandan ayrıca bahsedilir. Benzer şekilde ayetlerde Allah’a isyandan bahsedildiği gibi, Peygambere isyandan da bahsedilmektedir ki bu da Allah ve Rasülünü inkardan ayrı şeylerdir. Örneğin, Rabbinin peygamberine bas kaldırmışlardı. Bunun üzerine Rableri onları şiddeti arttıkça artan bir şekilde yakaladı. (69/10) Demek ki Peygamberi inkârdan, peygambere isyan ayrı şeylerdir. Zaten dil bilimsel otoriteler, teradüf konusunu işlerken, dilde eş anlamlı gibi gözüken farklı kelimelerle ifade edilen hususların ayrı anlamlara işaret ettiğini özellikle vurgulamışlardır.

Değişik vesilelerle sıkça gündeme getirilen bir ayet şöyledir: And olsun ki, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok anan kimseler için Resulullah en güzel örnektir. (33/21) Yüce Allah, Peygamberinde bizim için en güzel örneklik/Üsve-iHasene olduğunu söyleyecek. Ancak, onun güzel örnekliği sahih bir şekilde bize kadar ulaşmayacak. O zaman bu ayet bizim için ne ifade edecek? Biri çıkıp şöyle diyebilir, Ya Rab, bizlere Rasülünü en güzel örnek olarak sundun bize, lakin onun örnekliği bize sağlam bir şekilde ulaşmadı!

Namaz, zekat, hac, oruç konusunda Peygamberin örnekliği aşikardır. Bu konuda Kur’ân’da ayrıntılı bilgi olmaması Kur’ân’ın eksikliği değildir. Kitab-ı Mübin Kur’ân, dinî konuda her şeyi açıklamıştır, biz onlarla yetiniriz şeklindeki anlayış, Kur’ân’ın iniş esprisini anlamamaktır. Zira Kur’ân, bir namaz hocası, bir hac rehberi, ilmihal bilgilerini içeren bir kitap olarak inmemiş, o bir hidayet rehberi olarak inmiştir. Önceki kültürlerden de bunları sağlıklı bir şekilde öğrenmemiz mümkün değildir. Zira Kur’ân müşrik salatını, bize ıslık çalma ve el çırpma olarak tanımlar. Müşrikler dönemindeki hac, kurban gibi ritüeller de tahrif edilmiş bir haldedir. Bunları salt tevhid göstergesi haline getiren Sünnettir. Hz. Peygamberin söz ve uygulamalarıdır.

Müşriklerin Kabe'deki salatları sadece ıslık çalmak ve el çırpmaktan başka bir şey değildir. İnkarınıza karşılık artık azabı tadın. (8/35)  Peygamberimizin, bu görevi aldığı ilk günlerden itibaren abdest de vardır, namaz da. Maide suresinde yer alan abdest ayeti, Medine döneminin sonlarına doğru inmiştir. Hiç kimse bu ayet ininceye kadar Peygamberimiz ve müminler, abdestsiz namaz kıldılar diyemez. Şayet kültürde abdestin nasıl alınacağı belli olsaydı, o zaman da bu ayetin Kur’ân’da yer almasına gerek kalmazdı!

Peygamberimiz kendisine vahyedilen bir insandır. Konuştukları vahye dayanır, dini alanda söyledikleri vahiyle irtibatlıdır. Ona, çeşitli konularda Kur’ân dışında vahyedildiğine dair pek çok örnekler vardır. Bu konuda yapılmış müstakil çalışmalar vardır.

Hem sayılarının 124 bin olduğu söylenen Peygamberlere baktığımızda, bunlardan dördüne büyük kitap, beşine sahifeler indirilmiştir. Kur’ân’da adı geçen 25 peygamberden, 16’sına kitap inmemiştir. Diğer binlerle ifade edilen peygamberlere de. Onlar kavimlerine, önceki peygamberlerin kitap/sahifeleri yanında vahiy mahsulü sünnetleriyle hitap etmişlerdir. Nitekim Kur’ân, onlara verilenlere imanın gereğini anlatırken şöyle buyurur:

Allah'a, bize gönderilene, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakup'a ve torunlarına gönderilene, Musa ve İsa'ya verilene, Rableri tarafından peygamberlere verilene, onları birbirinden ayırt etmeyerek inandık, biz O'na teslim olanlarız deyin. (2/136)

Allah'a, bize indirilene, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakup'a ve torunlarına indirilene, Rableri tarafından Musa, İsa ve peygamberlere verilene inandık, onları birbirinden ayırt etmeyiz biz O'na teslim olanlarız de. (3/84)

Peki, bu peygamberlere ne verilmiştir, ne indirilmiştir? Özellikle kendilerine kitap verilmeyen Hz. İsmail, İshak, Yakub peygamberlere ne verilmişti, ne indirilmişti? Onlar neye göre kavimlerini tevhid dinine davet etmiş ve onlar için hayat düsturunu belirlemişti?

Peygamberlerin haram helal kılma yetkisi, Yüce Allah’ın yetkisini paylaşım değil; O’nun izin ve onayı ile bir yetki kullanımıdır. Nitekim bu konudaki şu ayetler dikkat çekicidir:

Tevrat'ın indirilmesinden önce İsrail'in kendilerine haram ettiğinden başka bütün yiyecekler İsrailoğullarına helal idi; «Doğru sözlü iseniz Tevrat'ı getirip okuyun». (3/93)

Ayete göre İsrail/Yakub peygamberin kendine haram kıldığı şey İsrailoğullarına da haram kılınmıştı. Demek ki Allah’ın peygamberinin haram kılma yetkisi var. Elbette onlar bu konuda keyfî davranamazlar, firaset ve engin dehalarıyla toplumun maslahatına uygun gördüklerini Yüce Allah’ın onayı ile belirleyebilirler.

Bu dünyada ve ahirette bizim için güzel olanı yaz; biz Sana yöneldik dedi. Allah : «Azabıma dilediğim kimseyi uğratırım, rahmetim herşeyi kaplamıştır; bunu Allah'a karşı gelmekten sakınanlara, zekat verenlere, ayetlerimize inanıp, yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları, okuyup yazması olmayan peygambere uyanlara yazacağım. O peygamber, onlara, uygun olanı emreder ve fenalıktan meneder, temiz şeyleri helal, mundar şeyleri haram kılar, onların ağır yüklerini indirir, zor tekliflerini hafifletir. Bu peygambere inanan, hürmet eden, yardım eden, onunla gönderilen nura uyanlar yok mu? İşte onlar saadete erenlerdir» dedi. (7/156-157) Ayette niçin Allah onlara uygun olanı emreder, haram kılar, helal kılar denilmemiş de bu fiiller peygambere nispet edilmiştir?

Kitap verilenlerden, Allah'a, ahiret gününe inanmayan, Allah'ın ve peygamberinin haram kıldığını haram saymayan, hak dinini din edinmeyenlerle, boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savaşın. (9/29)

Son ayette Rasülün haram kıldığını ifadesi dikkat çekmektedir. Bunun Allah’ın haram kıldığı şeylerden sonra zikredilmesi manidardır. Bunu şirk olarak telakki etmek, Kur’ân’ın şirk tanımını tam olarak anlayamamak demektir. Peygamberimizden bize gelen rivayetlerin sahih, zayıf ve uydurma olup olmadıkları, bunların değerlendirilip ayıklanması ayrı konudur, bunları bahane ederek topyekün peygamberi susturmaya kalkmak ayrı şeylerdir. Bu konudaki sahih olup olmadığı tartışmalı yahut farklı yorumlanabilir rivayet örneklerini öne sürerek süpürücü olmak insaf ölçüleriyle bağdaşmaz. Parçacı bir yaklaşımla, bağlamından koparılan bazı ayetlerle bu konuları savunmak da ilmi anlayıştan uzaktır. Allah ve Rasülüne iman ve itaati aklı başında hiçbir Müslüman hadis kitaplarına ve onların müelliflerine iman ve itaat olarak anlamamıştır.  Bu kitapları okuyan, onlardan istifade edenlerin niyetlerini okumaya kalkıp, siz bunlara itibar etmekle şirk koşuyorsunuz demek de ucuzculuktur. Hadis mecmualarının dokunulmazlığını ve musumiyetini de akıl ve insaf sahibi hiç kimse savunmaz. Bu kitaplara yapılan şerhlerde hemen her konu, usulüne uygun bir şekilde tartışılmıştır. Birkaç katı tutumlu kimse bahane edilerek aykırı iddialarda bulunmak, bu konuda kapsamlı bilgi sahibi olunmadığının, bu şerhlerin hiç okunmadığının kanıtıdır. Zira tek masumiyeti olan Allah’ın Kelamıdır ve onun yorumu konusu da ilim sahiblerine açıktır ve farklı yorumlar olabilecektir. Böyle bir iddiada bulunanlar, Rasül kavramına, Kur’ân’ın ve onun ilk muhataplarının nasıl anladıklarını göz ardı ederek kendileri bir tanımlama ve yükleme getirmekte, Rasülün yetki sınırlarını kendi görüşleri doğrultusunda sınırlamakta sonra bu tanımlamalarına göre yargılar ortaya koymaktadırlar. Elbette Rasül, Allah’a rağmen dinde her hangi bir hüküm ortaya koyamaz. Ama O, vahiyle Yüce Rabbimizle iletişim kuran birisi ise ki öyledir, O’nun izin ve onayı ile niçin bir kısım düzenlemeler yapmasın. Bugün asıl mesele dinin asıl kaynağı Kur’ân, pek çok müslümanın hayatında birincil bir düstur olmaktan çıkmış, çoğu kimse lafta onu kutsarken, uygulamada Kur’ân ve din dışı bir hayat yaşamaktadır. Biz enerjimizi asıl bu konulara hasretmeliyiz.

Kafası karışık olan bu kardeşlerimiz, akıllarını kiraya vermeden, yalnızca kendi hocalarının dayattıkları tezleri yegane doğru olarak görmeden, onların da yanılabileceklerini, karşı tarafın isabet edebileceğini de varsayarak mesele üzerinde düşünmeleri gerekmektedir. Zihinleri bulandırmak kolay, yıkmak basittir. Şimdi insafla düşünelim, ya bulandırdığımız zihinleri durultamazsak, ya yıktığımızın yerine doğru ve sağlam tezler bina edemezsek! Ya kendi yaklaşımlarımızla yanlış yargılara varmışsak! Unutmayalım ki, ilim adamlarımız arasında tarih boyunca çok sert tartışmaların yaşandığı Ruyetullah konusunda, birbirine ters iki farklı tez ileri süren tarafların delilleri hemen hemen aynı ayetlerdir.

TEKLİF: Konuyla ilgili daha pek çok şey söylenebilir. Ancak uzatmamak için burada bitirirken, kardeşlerimize şöyle bir teklifte bulunmak istiyorum. Bugün hemen her ilimizde İlahiyat Fakültelerimiz mevcut. Şayet bu konularda hakikat arayışında samimi isek, konuyla ilgili daha çok okumuş, çalışmış, yoğunlaşmış özellikle Tefsir-Hadis-Fıkıh hocalarıyla bir ziyaret gerçekleştirip soru, endişe ve sorunlarımızı karşılıklı onlarla paylaşsak. Diyanetin ihtisas sahibi disiplinleri için de olabilir. Ama ne olur, bir kişiyle yetinmeyelim. Soralım, soruşturalım. Unutmayalım ki her bilenin üstünde, bir çok daha iyi bilen vardır. Böyle bir tutum, ümmet kan ağlarken, niyet okuyarak birbirimizi smslerle itham etmekten, tekfir etmekten, camileri boykot etmekten, camilerde Cuma saatinde protesto eylemleri yapmaktan çok daha hayırlı olur diye düşünüyoruz. Ehl-i insafın dikkatlerine sunulur.

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.