Müzeyyen Senar... Benzemez kimse sana

Müzeyyen Senar... Benzemez kimse sana

İzmir'de tedavi gördüğü Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nde hayatını kaybeden Müzeyyen Senar'ın ilginç hikayesi...

Türk Sanat Müziği sanatçısı Müzeyyen Senar, İzmir'de tedavi gördüğü Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nde hayatını kaybetti. Sanatçı, 2 Şubat tarihinden itibaren hastanenin Dahiliye servisinde tedavi görüyordu. Mezeyyen Senar'la ilgli 15.05.2005'te Hürriyet Pazar'da Sibel ARNA, "Benzemez kimse sana Müzeyyen Senar"  başlıklı bir yazı kaleme almıştı. İşte o yazı... 

Benzemez kimse sana Müzeyyen Senar

İtiraf edeyim hiç kimseyle röportaj yapmak için Tanrı’ya bu kadar çok dua etmedim. Bu yüzden dört yıl uğraşıp Müzeyyen Senar’ın biyografisini yazan Radi Dikici’ye ne kadar teşekkür etsem azdır. Remzi Kitabevi’den çıkan ‘Cumhuriyet’in Divası Müzeyyen Senar’ kitabı vesilesiyle buluştuk. 86 yıllık hayat hikayesini bir kez de ondan dinledim.

1978’de 7 Gün Gazetesi’ne verdiği bir röportajda şöyle diyor Senar: ‘Size bir şey söyleyeyim mi, bana nasip olanlar, kimseye olmamıştır. Ben on bin kadının yaşamını kendi yaşamıma sığdırmış bir kadınım.’  

Yunan ordusu Bursa’yı işgal etmeden önceki yazın ortalarında doğar. Ortalama bir hesapla tarih 16 Temmuz 1918’e denk geldiği için yaşamı boyunca yaş gününü hep o gün kutlar. Babası cerrah lakaplı Mehmet Bey, Çekirge’deki kıraathanesinde kahvecilik yaparken, aynı zamanda da lakabına uygun olarak diş çeker, sünnet eder, bitkilerden ilaç yapıp, hastalıklara çare bulur. 

Bursa Pınarbaşı’nda yaşayan annesi Zehra ise olağanüstü güzel sesiyle Kuran okur, keyifli olduğu zamanlarda gazel atar, tef çalar. Cerrah Mehmet ile billur sesli Zehra 1909’da evlenirler. 1910’da İsmet, 1915’te Hilmi doğar. Çocuklar büyüdükçe masrafları artar. İsmet sekiz, Hilmi dört yaşını doldurduğunda aile hayati bir karar vermek zorunda kalır. Zehra Hanım’ın kız kardeşi Hadiye İstanbul’a gelin gideli iki yıl olmuş ama bir türlü çocuk sahibi olamamıştır. Kocası Ziya Bey’le birlikte Bursa’ya gelip Zehra Hanım ve Mehmet Bey’den çocuklarını isterler. Anne baba hiç olmazsa onlar iyi şartlarda yaşasın diye kabul eder. İsmet ve Hilmi, İstanbul’a taşınır.

>Müzeyyen Senar yaşamını böyle anlatmıştı >TIKLAİZLE

Müzeyyen, Zehra Hanım çocuklarından ayrıldığı sıralarda ana rahmine düşer. Annesi hamileliği boyunca çalışır. Çünkü bu çocuğunu da İstanbul’a göndermeye hiç niyeti yoktur. Doğum sancısı onu böceklikte yakalar. Cumhuriyet’in Divası’nı Pınarbaşı böcekliğinde yalnız başına doğurur. 

Annesi onu uyuturken ninni değil, hep şarkı söyler. Üç yaşına geldiğinde Zehra Hanım kızının şarkı dinlemeden uyumadığını, üstelik yarım yamalak da olsa eşlik ettiğini fark eder. 

10 YIL KONUŞAMADI 

Altı yaşında dönemin türkülerini hiç hatasız söyler, düğün ve aile toplantılarında şarkı söylemesi herkesi şaşırtır. Annesi ile birlikte her davetin baş konuğudur. Ancak bu yerel şöhret pek uzun sürmez. Bir sabah kekeme olarak uyanır. Düpedüz nazar değmiştir. Onlarca doktora, hocaya giderler ama çözüm bulamazlar. Konuşmadığını ama şarkı söyleyebildiğini sonra fark ederler. Hatta zaman ilerledikçe sesi daha bir gürleşir. Yaşamı boyunca kekemeliğin ona verilen bir şans olduğuna inanacak ve ‘Kekeme olmasaydım, belki Müzeyyen Senar olamazdım’ diyecektir. 

Başının üzerinde kara bulutlar dolaşmaktadır. Bir gece tuvaletini yaparken, idare lambasının alevleri saçlarını tutuşturur. Saçlarının tamamı ve alnı yanmıştır. Karşı komşuları Celal Bey (Bayar) ve Reşide Hanım’ın evinde hamam vardır. İlaçların yenileneceği günlerde Reşide Teyzesinin evine gidilir, sargılar hamam buharında kolayca sökülür. Bugün bile ne zaman bir şeyden korksa elini o günlerden miras kalan alnındaki yanık izine götürür. 

12 YAŞINDA EVDEN KAÇAR

Bursa’nın Yunan işgaline uğramasıyla ailenin kaderi değişir. Cerrah Mehmet Bey, Yunan askerlerinin cinsel hastalıklarını tedavi eder ve çok para kazanır. Para gelir ama huzur gider. Mehmet Bey hovardalığa başlar. Yunanlılar gider, para biter, Mehmet Bey huyundan vazgeçmez. Müzeyyen dokuz yaşındayken Zehra Hanım’ın canına tak eder, bavulunu alır, kızını ardında bırakır ve İstanbul’a kız kardeşinin yanına taşınır. Annesinin gidişi babasını deliye çevirir. Bir hafta sonra Çekirge’ye babaannesinin evine taşınırlar. İki yıl boyunca babaannesi ile birlikte günlüğü bir kuruşa tütün dizer. Tek tesellisi oturdukları dağ eteğinin altındaki konaktır. Yöre halkının Hanımefendinin Konağı dediği bu konakta Şair Faik Ali Ozansoy’un annesi oturmaktadır. ‘Hanımefendi’ yaz akşamlarında zamanın en meşhur saz üstatlarını bahçeye toplar. Musiki başlayınca çayırlara uzanıp şarkıları nefessiz dinler. 

12 yaşına geldiğinde bir gece babasının cebinden iki lira alıp, evden kaçar. Bildiği tek isim Üsküdar’dır. Sirkeci’de indiğinde yaşlı bir kadın onu Üsküdar’a götürür. Annesine kavuşur. 

Okul zamanı geldiğinde 19. Mekteb-i Fakir’e yazdırılır. Müzik hocası sesini keşfeder. Yıl sonu müsameresinde şarkı söylemesini ister. Müsamereyi izlemeye annesi, teyzesi, eniştesi Ziya Bey ve Ziya Bey’in bir arkadaşı da gelir. Ve eniştesinin o arkadaşı geleceğini belirleyecek lafı eder: ‘Bu çocukta Allah vergisi bir ses var. Onu İmrahor Anadolu’ya (Üsküdar Musiki Cemiyeti) gönderin.’

1931’de kaydı yapılır. Emin Ongan ve Necati Tokyay’dan usul, nota, makam öğrenir. Bir yıl sonra Şark Musiki Cemiyeti’nde Hayriye Örs ve Kemal Niyazi Bey’den ders alır. Hayriye Hanım’ın evinde Selahattin Pınar, Yesari Asım Arsoy, Osman Nihat Akın, Lem’i Atlı gibi bestekarlarla ilk kez tanışır. 

SOLİST OLUR ASSOLİST OLAMAZ

1932’de Radyoevi’ne başlar. İlk iş teklifini Belvü Gazinosu’nun sahibi Dervişzade İbrahim Bey yapar: 15 olan yaşı 18’e büyütülecektir. Yevmiyesi on liradır. O günlerde oturdukları evin kirası 20 liradır. Kabul eder, ancak bir şartı vardır: ‘Fasıl yapmam, tek başıma solo yaparım’. Böylece Türk gazino tarihinde solistlik müessesesini başlatır. Sahnelerin ilk solistidir ama hayatı boyunca hiç assolistlik yapmaz. Herkesten sonra çıkmayı hiç önemsemez. Büyüklüğün çok daha derin bir yerlerde saklı olduğunu çok iyi bilir. İlk gazino programını ilk taş plak izler. İlk okuduğu şarkı Yesari Asım Arsoy’un ‘Ümitlerim hep kırıldı, yarim artık gelmeyecek’tir. 

1934’te nişanlanır. Ona türküler öğreten hocası Dr. Mahir Kürklü bir gün radyoda kolundan yakalayıp ‘Bana bak kara kız, ben seni istiyorum’ der. O istemese de, aile uygun görür. Nişanın hemen akabinde Mahir Bey, Sarıkamış’a askere gider. Onu hemen unutur. Aklı Talimhane’deki delikanlılardadır. Sonradan yaptığı kötü evliliklerden sonra Mahir Kürklü ile evlenmediğine pişman olur. 

17 yaşına geldiğinde annesiyle birlikte ayrı bir eve taşınma kararı alır. Kazandığı parayı eniştesinin eline vermekten bıkmıştır. Eniştesi ve teyzesi onları nankörlükle suçlar. Araları bir daha hiç düzelmez. 

Üç kere evlenir. 1935’te ona Senar soyadını veren Ali Senar’la, 1943’te Ercüment Işıl’la ve 1953’te Tevfik Hamza ile... İlk çocuğu Ergun’u 1936’da doğurur. İkinci evliliğinden iki çocuğu olur: Ömer (1944), Feraye (1947). 

ATATÜRK’E ŞARKILAR

1936’nın sonlarında kocası Ali ve bebeğiyle evde otururken kapı çalınır. Gelen yaver Dolmabahçe Sarayı’na çağrıldıklarını haber vermektedir. Apar topar giyinip, çıkarlar. Atatürk ve devrin önemli adamları (Salih Bozok, Kılıç Ali...) büyük salonda onları beklemektedir. Atatürk, yüzüne bakar bakmaz ‘Aaa! Bu saçlarının hali ne?’ der. Hemen onu sarayın berberine gönderir. Saçları alagarson kesilir. Huzura döndüklerinde Mustafa Kemal koltuğunun altındaki şarkı defterini ister. Söylemesini istediği şarkılara işaret koyar. ‘Beyaz leblebisi, rakısı, keyifle tüttürdüğü sigarasıyla bana refakat ediyordu. O coşuyor, biz coşuyorduk.’ Gece sabahın ilk ışıklarına kadar sürer. Eve geldiklerinde Ali Senar tam anlamıyla bir kıskançlık krizi geçirir ve karısının üzerine yürür. 

İlerleyen yıllarda dört kere daha Atatürk’e şarkı söyler. Bursa Çelik Palas Oteli’nde, Merinos Kumaş Fabrikası’nın açılış balosunda, Ege Vapuru’nda ve Savarona’da. Savarona’ya 1938’de gider. Atatürk hastadır. Ne rakı içer, ne sigara. 13.00’te başlayan program doktorların müdahalesi ile 15.00’te son bulur. Bu onun Ata’yı son görüşüdür. 

SEFİRE MÜZO

İlk iki evliliği mutsuz geçer ama üçüncü kocası Suudi Arabistan Sefiri Tevfik Hamza Bey başkadır. Onun hakkında ‘Çok bahtiyar, çok mesuttum ama Allah reva görmedi. Ben yanlış yaptım’ der. Onunla Semiha Şakir’in şahitliğinde Beyrut St. George Oteli’nde imam nikahıyla evlenirler (1951). Döner dönmez resmi evlilik işlemlerine başlarlar. Ama basın haberi almıştır. Gazeteler imam nikahını manşetlerden duyurur. Nikah 8 Mart 1953’te kıyılır. 1955’te Tevfik Hamza Bey’in sefirlik süresi biter. Arabistan’a dönmesi gerekmektedir. Ona Türkiye’den asla ayrılamayacağını söyler. Ertesi sabah uyandığında sefirden kısa bir not vardır: ‘Müzom, sana veda ederek gitmem mümkün değildi. Böyle ayrıldığım için affet. Seni ne çok sevdiğimi biliyorsun.’ 

Yaşantısı boyunca çalışmadığı gazino kalmaz. Bir günde beş yerde sahneye çıktığını bile olur. Alçakgönüllülüğü dillere destandır. Matinede şarkı söyler, öğle yemeğini balıkçılarla kayıkta yer, çay bardağıyla rakı içer, güneş batınca payetli elbiselerini giyip, tekrar sahneye çıkar. 

Tevfik Hamza Bey’den sonra bir daha evlenmez ama flört etmeye devam eder. Yaşadığı ilişkilerin en önemlisi, dönemin İstanbul Valisi Ethem Yetkiner’dir. 1958’den 61’e kadar birlikte olurlar. Evlenme kararı verdikleri sırada, ordu yönetime el koyar ve Ethem Yetkiner yargılanarak, Kayseri’ye gönderilir. Bir süre ‘nişanlın’ imzalı mektuplar yazar ama Ethem Bey’den hiç haber alamaz. Araya hatırlı tanıdıklar sokup, mektupların ulaşıp ulaşmadığını kontrol ettirir. Ordudaki lakabı ‘Ayı Vahit’ olan Vahit Tank ile o günlerde tanışır. ‘Mektupları ben göndermiyorum kadın. Çünkü seni seviyorum’ der. Vahit Tank uzun süre peşini bırakmaz. Çok kereler onunla mecburiyetten görüşür. 

LEĞEN KEMİĞİ KIRIK

1990’dan sonra tek-tük sahneye çıkar. Eş dost rica ederse düğünlerinde şarkı söyler. Temmuz 2000’de Urla İçmeler’deki Kardeşler Gazinosu’nda bir düğünde sahneye çıktığında yer yerinden oynar. Damat herkese sürpriz yapmıştır. Başından aşağıya güller dökerler. Bir-iki şarkı sonra gül yapraklarına basarak güm diye düşer. Ambulans çağrılır. Leğen kemiği ve beş kaburgası kırılmıştır. O günden sonra bir daha sahneye çıkmaz. Ta ki 10 Haziran 2004’e kadar. Sezen Aksu, ablası için Harbiye Açıkhava Tiyatrosu’nda ‘Müzeyyen Senar 70. yıl’ konseri düzenler. 5 bin kişi tiyatroyu doldurur. Göksel, Sibel Can, Ajda Pekkan, Mustafa Sağyaşar gibi sanatçılar sahneye çıkıp, Müzeyyen Senar şarkıları okurlar. En son kendisi çıkar. Seyirciler ‘Müzeyyen Çınar’ diye bağırır. Bu onun sahneye son çıkışıdır.