Muzaffer Tuna ile söyleşi

Muzaffer Tuna ile söyleşi

Madem OKUNACAK EN BÜYÜK KİTAP, İNSAN…Sevinciyle, üzüntüsüyle; umutları ve heyecanlarıyla;Genciyle, yaşlısıyla, çocuğuyla… İşte senin hayatın, işte senin insanın…

 

Dünyanın öbür ucundan biriyle röportaj yapmak isteseydim bizim Muzaffer Bey’le yapmaktan daha kolay olurdu herhalde.

Ona bunu teklif ettiğimde önce ailesinden izin alması gerektiğini ve haber vereceğini bildirdi. Aradan 2 gün geçti, 3 gün geçti, 5 gün geçti haber yok. 1 hafta sonra, tekrar sorduğumda” O meseleyi bi konuşalım yenge. Başıma bir iş açılmaz, değil mi? Korkarım ben.” diyerek beni hayretten hayrete düşürdü. “Yok, en ufak bir tereddüdün olmasın”diye benden teminat alınca, tekrar ailesi ile görüşmesi gerektiğini söyledi. Bu şekilde -aradan bir hafta daha geçtikten sonra-  yine bir gün kapıda sorunca “ Peki, tamam ama ben bi de yöneticiye danışacağım” dedi. Ben de gayet ciddi bir tavırla“Sen nasıl istersen Muzaffer Bey” dedim, ayrıldık. 2 gün sonra yönetici ile görüştüğünü, benim yazılarımı okuduklarını ve sıkıntılı bir durum olmayacağını artık anladığını belirtti. Ve nihayet röportaj yapabileceğimize karar verdiğini söyledi.“Kameralara söyleyebilirsin yenge, gelsinler”dedi. Hani günümüz gençlerinin kullandığı pek basit ve sığ bir deyim var şimdilerde “Ben şok.” Tam da öylece kalakaldım, gülsem mi ağlasam mı bilemedim. “Televizyona çıkmayacak mıyım” dedi. “ Yok, sadece ses kaydı alacağım ve de birkaç fotoğraf” deyince, ne oldu biliyor musunuz? Fotoğraf konusunu hiç düşünmediğini,bunun kararını vermesi gerektiğini söyledi. Karar vermesi için de biz birkaç gün daha beklemek zorunda kaldık. En nihayetinde, buraya ne derseniz deyin artık. “Tamam olur” dediği günün hemen ertesi güne randevulaştık, neme lazım aklına yeni birşeyler takılır da yine düşünmesi gerekir belki diye. Ve ertesi  gün söyleşimizi gerçekleştirebildik Elhamdülillah.

İşin latifesi bir tarafa işte böyle birisidir, Muzaffer Bey. Hani saf, temiz Anadolu çocuğu dediklerinden. Kalbinde hiç kötülük yoktur, her daim yardımsever, güler yüzlü, her işe koşturan yapısıyla tüm site halkının sevgi ve takdirini toplamıştır.Her ne kadar çok hızlı konuşuyor olsa da kayıt cihazım sayesinde umarım hoşunuza gidecek, hoş bir röportaj yapmayı başarabilmişimdir kendisiyle. Buyrunuz efendim;

 

image001-066.jpg

“01.20.1977 Karapınar Küçükaşlama Köyü’nde doğdum. İlkokulu köyde okudum. Toplamda 5 yıllık öğrenim hayatım var. Sonra babamın yanında çiftçilik yaptım. Pancar, fasulye ekimi yaptım. 5 sene koyun-guzu güttüm.

27 Ağustos 1997’de askerliğe başladım. Acemi birliğini Konya ve Erzincan’da tamamladıktan sonra Balıkesir Burhaniye’de askerliğimi bitirdim.

25 Ocak 1999’da memleketime döndüm. Çiftçi durdum, koyun güttüm. 2001 yılında evlendim.2 kızım oldu. 2004’te eşimin psikolojik rahatsızlıkları yüzünden ayrılmak zorunda kaldım. Büyük kızım bende, küçük kızım annesinde kaldı. Bu şekilde 5 sene annem, babam ve kızımla köyde yaşadık.

Babam vefat ettikten bir süre sonra 27 Ağustos 2009’da Konya’ya geldim. Emmimoğlu çalıştığı inşaat işine beni de aldı. 1 yıl böyle çalıştıktan sonra kapıcılık yapmaya başladım.

2016 yılında tekrar evlendim. Bu eşimin de 1 kızı var. Adı Damla. Kızların yaşı yakın. Şefika Nur 2001, Damla 2002 doğumlu. İkisi de birbirini çok seviyorlar. Sanki öz kardeşten öteler. Aynı lisede okuyorlar.

Konya’ya alışma sürecim biraz zor oldu. Buraya ilk taşındığımda sadece Eskigaraj’ı ve bir de Çimenlik Mahallesi’ni tanıdım. Başka bir yer bilmiyordum. Bu sitede oturumlar başladığında ben de burada başladım ve hâlâ devam ediyorum.

Paspas çekmeyi, kalorifer yakmayı, yandaki sitedeki kapıcı arkadaşım Sedat öğretti bana. Şu anda hem kömürlü hem de doğalgazlı kalorifer yakma belgelerim var.”

“Dur Muzaffer Bey bir nefes al. Ne bu hız, yetişemiyorum. Çok iyisin hoşsun da bi motora bağlamasan, anlamakta zorlanıyorum seni.” “Tamam yenge, sen sor ben söyleyim o zaman.”dediyse de- kurulmuş saat gibi- hiç aralıksız,kaldığı yerden aynı hızda devam etti.

İyiyim demek ki. Sitedeki komşular, yönetici memnun ki burada devam ediyorum. Komşularla ilişkilerim iyi. Herkes evi ve çocukları için bana güvenir, anahtarlarını bana teslim ederler.

image002-066.jpg

 

“Evet. Ben de katılıyorum buna. Günlük çalışma düzenini anlatabilir misin, sana zahmet?”

Ne zahmeti yenge. Sabahları erken kalkarım. Saat 8’de asansörlerin içini paspaslar, iç duvarlarını ve aynalarını silerim. Sonra bahçeye iner, çevre temizliğini bitiririm. 3 binaya baktığım için, her birine haftada 2’şer gün ayırırım. Bu iki günde her kata paspas çekerim. Çimleri sularım, ağaçların bakımlarını yapar sularım. İşim bittikten sonra (kimi zaman saat 11.00 gibi, kimi zaman 1-2 gibi biter.) güvenlikte otururum.

Akşam saat 10’da çöpleri almaya başlarım. 3 bloğu 40 dakikada bitiririm. Çöp toplama işine bazen hanım ve kızlar da yardım ederler.

image003-040.jpg

 

Apartman sakinleri ekmek, su ya da marketten bir şey aldırmaya göndermek isterler bazen. Bir de çalışan ailelerin çocuklarının servise indirilip bindirilmesinde yardımcı olurum. Sitede 100 daire ve 107 araba var hepsini plaka numaraları ve sahipleriyle bilirim, hiç yanılmam.

Taşınacak olanların elektrik, sularının açılmasında, temizliklerinin yapılmasında, boya badana işlerinde ve eşyalarının taşınmasında yardımcı olurum. Ama tüm bu işlerden önce yöneticiden izin alırım.

“Tamam, harika. Müsaadenle bir soru sorabilir miyim? Kapıcı denilmesi ağırına gidiyor mu, kat görevlisi demek daha uygun sanki?”

Ha kapıcı ha kat görevlisi denilmiş. Benim için fark etmez. Bu iş bizim işimiz, sonuçta ekmek kapısı. Çok hızlı konuşurum, çok hızlı koşarım, yürürüm. Çok hareketliyim işte. Hiç kimse sinirlendiremez beni. Halimden her zaman memnunum, çok mutluyumdur. Sinirim hiç yok. Yaratan Allah’a bin şükür.

“İşinde seni yoran, sevmediğin bir durum da mı yok?”

Kömür kazanı çalıştırırken beni en çok yoran şey, bir kışta 70 ton kömürü içeri istifleyip hem de külünü atmak zorunda kalmamdı. Doğalgaza geçince rahatladım.

“Peki önceki hayatın mı, bu yeni şehir düzeni mi?”

Benim için 31 yaş köyde koyun, guzu içinde büyüdüğüm için onları çok seviyorum. Konya’yı verseler köyüme değişmem.

image004.png 

“Niye Konya o zaman?”

Önceki eşimden ayrıldığım için, köyde eş bulamadım. Çünkü herkes şehre evlenmek istiyor. 5 sene eş aradım, bulamayınca buraya taşınmak zorunda kaldım.(Eşi Hacer Hanım, “İyiki de öyle olmuş” diyor. “Ben eşimden ayrıldığımda, Damla 8 aylıktı ve 14 yıl kimseyi kabul edemedim, kızımı kendim büyütmek zorunda kaldım. Muzaffer iyi ki buraya taşınmış, iyiki de beni bulmuş. Hem kızım hem ben, Muzaffer sayesinde rahat nefes almaya başladık.” diyerek eşine dua ediyor.)Muzaffer Bey devam ediyor;

Köyün kızları rahatlık için şehirde yaşamak istiyorlar. Sabah kahvaltı yap, televizyonun karşısında akşama kadar otur. Bu kadar. Süslenip gezmeye gidiyorlar, köyde olsa koyuna guzuya bak, tarlan varsa çalışan işçiye bak, yemeğini yap. Tarlan yoksa da evde oturup kocanı bekle, çardakla ilgilen. Bunu da istemiyorlar.

9 senedir buradayım ama köyüm bir gün bile aklımdan çıkmıyor. O göçü yükleyip de Konya’ya yola çıktık ya yenge, dünyam o zaman karardıydı benim. Hayatımda o günkü kadar hiç ağlamamışımdır ben. Köyde ekin de suluyorduk.(Kopuk olsa da bazı konuşmalar –araya girmek pek de uygun olmadığından- aynen aktarıyorum buraya değerli okuyucu. )

“Düşünüyor musun hiç geri dönmeyi?”

image005-021.jpg

 

Hanım da “Giderim” diyor, “Ama ben şehirde büyüdüm hiçbir iş bilmem de yapmam da” diyor. “Ekmeğini hazırlar koyarım o kadar…”Kızlarıma bunu hiç sormadım bile, çünkü onlar da buradaki rahatı bildikleri için zaten gitmek istemezler.

“İzin günleriniz yok mu hiç sizin, nasıl geçiriyorsunuz o günlerinizi?”

Pazar günleri izin kullanıyorum. Ama Pazar günü de olsa yöneticiden izin almadan bir yere çıkmam. Çıktığımda da direk köye giderim. Gitmezsem evde otururum.

Benim kafam şehir hayatını, gürültüyü götürmez. Çarşıya da ancak apartmanın bir işi olursa öyle giderim. Hemen halledip dönerim. Sevmem hiç kalabalığı. 40 haneli bizim köy.

“Peki evin ihtiyaçları, alışveriş?”

Maaşımı alır, hanıma veririm. Evle ilgili tüm alışverişi o yapar. Benim kıyafetim de dahil o alır her şeyi. Ama light kocalardan da değilim, evde benim sözüm geçer.(Gülüşmeler.)Hacer hanım devreye giriyor, “İlla ki onu da söylüycen yani” diyor.

Çocuklar ve hanım parka gitmek, gezmek isterler. Çok az, bazen ben götürürüm ama genelde onlar kendileri giderler. Şehirde gezmek beni sevindirmez. Köyümdeki oturduğum ev ve koyunların çardağı her şeye bedel. Keşke imkanım olsa, burada 1 dakika bile durmam hemen geri dönerim.

Üzerine gitmeye karar veriyorum Muzaffer Bey’in;

“Gören de seni köyde oldukça refah bir hayat sürüyordun sanır, ne ki bu kadar istek, özlem?”

Buraya kadar  -düzgün konuşmak için- kendisini sebepsiz yere yoran Muzaffer Bey, biraz daha rahatlayarak, tekrar hızla konuşmaya başlıyor, değerli okuyucu.

Çocukluğumda çok fakirdik biz. Kalender denirdi bizim gibilere. Ellerin kıyafetlerine, yemeklerine, ayakkabılarına özenirdik biz. Mesela başka çocukların ayağında ayakkabı, sipor ayakkabısı var, bizikilerde lastik, gara lastik vardı.

  Babam küçük biladere söz verdi bir gün, “İmamhatipi bitirebilirsen sana bisiklet alacağım” diye. Yıl kaçıdı lennn.( -Az önce taktığı beresinin altındaki- başını kaşıyarak sesli düşünüyor.) Bilader bitirince imamhatipi, aldı babam. Çocuk gibi sevindik, küçük biladere alındı ama yenge, biz de çocuk gibi sevindiydik. Ellere imreniyorduk.(Sürekli kayıt cihazına bakıyor; arada bir, çekiyor mu yenge diye de kısık sesle soruyor.)

Parasız kaldığımız gün öyle çok oldu ki… Köyde iş bulursan çalışıyorsun. 10 lira, 5 lira o günün şartınla. O zamanlarda da ne ihtiyaç varsa harcıyon, para bitiyor. Kışın biz zengin ağanın evinde saman çekerdik koyunlarına, guzularına. Domatez, biberi de orda görüyorduk o zamanda. Hayatımda mutlu muyduk, tabi mutluyduk, huzurluyduk.

 “Yaa eskiden şartlar ne zormuş değil mi, Muzaffer Bey”

 Bazen oturrum yenge, anamın bubamın fotoğraflarına bakarım, zabahın köründe kalkardı anam rahmatlık, yazık köy yerinde, guzuları, koyunları sağıyoruz ya, yağı, peyniri yapardı. Gölgelik biyer bulurdu. Üstünü örter, iyicene basdırırdı bunların, sonra etrafını sulardı. Ağşama kadar bekler, akşamına çulları, üstünü açar, peynir-yağ serinler dururdu. Ağşam açar-sabah kapatırdı. Güneşten zarar görmesin diye. O, 3-4 helke yağı, tuluk peynirimiz olurdu. Davukları yemlerdi, koyunumuzu-guzumuzu, samanlarını dökerdi. Ekmek yoğusa hemen hamuru yoğurudu, ekmek yapmaya oturudu.

Bizim en fazla 20-30 koyun-guzumuz olurdu, onu da anam güderdi. Ağa dediğininse tarlası olur, dabanı olur, koyunu guzusu çok olur, ekimi çok olur öylesine ağa deller. Bizde azıcık vardı. 10-20 dönüm. Fasille ekerdik, çoban dururduk,geçimimizi böyle sağlardık.

10. ayda 2 çuval patates, 1 çuval soğan alırdı babam. Yaza kadar onunla idare ederdik. Para çok idareli kullanılırdı bizde.

Söz gelimi ilkokul 2’ye gidiyordum mesela. Zabah giderdik 8’de. 3’te de çıkardık. Bu sırada rahmatlık anam guzuyu götürürdü yayardı. Biz eve gelirdik, önlüğü çıkardırdık, elimize bir dürüm alırdık-anamın yanına giderdik, anam eve gelirdi. Sözgelimi peynir ekmek, çemen-ekmek ya da yoğurdu-bekmezle karıştırıp ekmek banar yerdik. Hemen giderdik anamın yanına. Akşama kadar guzunun başında kalır sonra toplar gelirdik.

Şimdiki çocuklar 15 yaşına gelmiş taha hala oyun oynuyor, hayatın şartını bilmiyor. Baba ölüyor ondan sonra ne var, babanın taksisi var, onu sat ye. Ne var, babanın evi var, onu sat ye. Ben 10 milyon lirayla 2 ay, 3 ay durduğumu bilirim. Sene 99’ da 130 milyon liraya koyun güttüm ben, kış koyunu. Hem evin bütün ihtiyaçlarını gördüm, hem de harçlık yaptım ben. Bahara kadar o parayla idare ettim ben. Şimdikiler hemen ananın, babanın malını satıp yemenin yolunu arıyor. Çünkü zor görmemiş, burnu sürülmemiş(sürtülmemiş demek istiyor.) Biz onun, bunun guzusunu güder de ev geçindirirdik, 8-9 yaşındayken.

image006-031.jpg

 

Buraya geldik ya, her şey değişti yenge.

Köydekiler hala şalvar, maksi giyerler. Biz yenge hanımları görünce utanır başımızı eğer kaçardık. Babadan kalma bir şey. Buraya Konya’ ya geldim ya yenge, bi baktım kadınlar araba sürüyor. Bizim oranın kadınlarıyla buranın kadınları bi denişik, tuhafıma gitti. Buradakiler arabaya biniyor, gidiyor. Ben hiç görmemiştim, ömrü hayatımda, araba süren kadın. Ama 9 sene oldu alıştık artık. (Öyle diyor ama- arada durup durup, kendi kendine konuşurmuş gibi- “valla, gerçekten bak çok tuhafıma gidiyor yenge” diyor) Köyde ben hiç araba süren kadın görmedim. Bizimkiler aynı şalvarını, maksisini giyer gider.

“Bugüne dönersek. Oldukça kültürlü, ağırbaşlı bir eşin var, evde nasıl durumlar?”

Bana her gün sorar, yiyecek yemeğin varsa pişireyim.(Ne yemek istersin demek istiyor.) Çok ağırbaşlı. O ne hazırlarsa yerim zaten. Allah için hanım hiç kızdırmıyor beni. Evleneceğimde, Şefika Nur ilk önce çok endişe etmişti, Hacer’ in de kızı olunca.  “Nasıl yapacağız, nasıl geçineceğiz”  diye, ama bak şimdi çok iyi araları.

Hacer Hanım da “3 kızımız var bizim” diyor. “3’ü de benim öz kızım. Hepsi aynı.” Ve devam ediyor; “Keşke Muzaffer de biraz daha yavaş konuşsa…Hepimiz gülüyoruz. Siz de mi anlamıyorsunuz  Muzaffer Bey’i?

“2 yıl bitti, daha tam anlamıyorum. Düzelecektir inşallah…” Ne kadar da kendileriyle barışık ve doğallar Yarabbi diyerek gıpta etmek de bize düşüyor.

image007-010.jpg

image008-027.jpg

 

İyice sıkıştırıyorum, “Ya Muzaffer Bey bugüne kadar insan hiç mi bir şeye kızmaz, sinirlenmez.”

“Yok valla yenge” diyor. “Benim için en en son çaredir kızmak bağırmak. Herkesle iyi geçinirim. Bu güne kadar kimseyle bir tartışmam olmamıştır.”

(Cebinden ilk Nokia modellerden olan telefonunu çıkarıyor ve göstererek) Şunu ben 5 yıldır kullanıyorum yenge. Bunu kullanan da insan. A4 olacağına A2 olsun(telefon modelinden bahsediyor sanırım. Alo diyecen, başkasını napcan Allah aşkına. Eline 3 millarlık telefonu alıncak, “Ooo Muzafer’in elinende de 3 millarlık telefonu var” deyince ne geçecek elime.  Yazzık, günah derim kendi kendime.

Burda 9 senedir kapıcılık yapıyorum da; bi eşyalar çıkar yenge çöpe atallar, ütülü ütülü, ben ömrü hayatımda görmedim böyle renk renk takım elbiseler, pantollar, ben ömrü hayatımda görmedim yenge.“Bi fakir bul da ver” diyollar. Biz var ya, bi pantolu 3 sene, 5 sene, 6 sene giyerdik yenge ya. Koltuk, geçen… blokta yeni koltuk almışlar yenge, kocası dedi ki “Muzafer koltuk var, ilazımsa sen al” dedi. Ben de abime sordum, o istiyor dedim. Yanlarına vardım(koltuklardan bahsediyor.) Ha bi çızık olsa, ha bi kırık olsa, yazzık günah yavvv. Ondan sonra noluyo ,biliyon mu insanlar yenge; yok kredi kartımın borcunu ödeyemedim, yok bilmem ne… Yok da derdin ne… He derdin ne… Bayramdan bayrama bi missafir gelecek de… Koltuğa oturulacakmış; başka da bişey yok. Aradan 5-10 sene geçmiş bunun modası kaçmış yenisini alacamışız. N’olcakmış. Biz bi odada; anamla babam bi odada yatırdık. N’olacağımış da. Olmadık mı. Adam 3. çocuğum oldu diyor. Eve sığamazmışlar da, 4+1 alacakmış. Ya da yok evin modası azalmış, eskimeye başlamış da satacakmış, üstüne kredi çekecekmiş yenisinden alacakmış… Diyecem ki yenge, Eee senin de modan geçiyo, napacan ya… 2 sene sonra onun da modası geçince napacan. Bi de yenge evi alıyorlar ya, yok yetmiyor, koltuğunu da, perdesini de değiştirecekmişler. 50 millar daha harcıyor. Hayat şartları mı deişiyor ne, şu insanlar var ya daha pahalı daha lüks yaşamayı niye bu kadar çok istiyolar anlamıyorum vallah yenge.

Şu bloğa adamlar geldi. Beni çağırdılar, “Şu halıyı birine vercez, bul birini ver” dediler. Ben de aldım şu yan tarafa kaydım yenge. Orda 1-1,5 ay durdu. Hem de 9 metrekare. Sonra dedim ki kayın oğlana, siz bunu köye bacıma götürün, dedim. Bizim Hacer de “Bi bakalım da kötü değilse bize serelim” dedi. İyi olsa bize niye versinler, dedim. Oraya vardık bi açtık . Halıda bişeycik yok yenge. Eve taşıdık, ortaya bi serdik, iş bitti. Evdeki bizim halılar var ya ondan bin kat …..(bu kısmı 3 kez tekrarlatsam da kelimeyi anlayamadım) Bizimkileri topladık biladere verdik, onu bize serdik.

image009-008.jpg

Sonra da bazıları televizyona çıkar , “Ee kredi kartı borcum var, biz ödeyemedik devlet bize baksın, bi çare bulsun. “Yazzık günah yaa. 9 senedir burdayız, neler atıldığını gördüm ben, yenge.” Hızla devam ediyor;

Geçen bizim köyde bi kadın vardı yaşlı, “Muzafer sizin ordan çok elbise çıkardır, sen onları topla gelsen de biz bayramda giysek” diyor. Ama buraya bakıyorum “Eee bey filan araba almış eşine, bana da al; onun kocası 150 liraya araba almış, bizimkisini de satalım da biz de öyle alalım.” Ondan sonra adam ömür boyu borç ödesin dursun, beli bükülsün…Niye yenge lüküs evde oturacamış, lüküs arabaya binecekmiş.

Ömür nere gitti yenge. Yaw ben valla anlamıyorum ben. Allah bize hesap sorunca ne diycez yenge. Mesela benim arabam var, evim var. Çağıracaklar beni “Gel bakalım Muzaffer Tuna sana yaşam verdim, bu vücutunu nerde harcadın. Ee söyle bakalım evim var, arabam var diyosun, hayır yaptın mı, bişiy yok Selamün aleyküm mü” diycez yenge. Benim yaşım 41, hadi öldüm. Öbür tarafa ben ne çıkıladım. Bişiy yok.

(Başına taktığı bereyi, çıkı şekline getiriyor, hop oturuyor, hop kalkıyor anlattıkça heyecanlanıyor, heyecanlandıkça daha da hızlı anlatıyor. Ne gözüm ne de ellerim hızına yetişemiyor. )

“Allah beni niye yarattı” diye sormadıydım hiç bu güne kadar. Ama yaş gittikçe diyorum ki Muzafer, hadi gençliğinde yapmadın, yaş gittiiii. Çocuklar büyüdüü. Diyom ki kendi kendimee. Hadi ne işe yarıyon sen. Bilemiyom. Ondan sonra namaz kılmaya başladım, korkuyorum. Çok korkuyorum, ama…

Ölmekden korkmuyorum. Nasolsa herkes ölecek ama şu çıkkıyı çıkardık( sıkı sıkı elinde tuttuğu beresini göstererek) “Selamün Aleyküm.” Ve Aleykümselam. “45 yaşıan gelmişsin, sonra yanımıza gelmişsin çıkkınında ne var, aç bakalım da göster” diycekler.” Evin var, araban var, traktörün var, koyunun, guzun da var, çıkkının niye boş. Bize niye bişeycik getirmedin” demiycekler mi yenge. Hadi ben de sana soruyorum yenge, ben napacam şimdik. İşte o yüzden korkuyorum. İşte bunları düşüne düşüne artık hayır-hasenat yapmaya başladım ben de . Ev almakmış, taksi almakmış hiiiiçç gözümde yok yemin olsun, hiççç gözümde yok. Bak şimdi 2 millarım olsun, nerde bihayır var, câmimi mesela ya da köyün kabrine bi yer yapsınlar, kürek, bel, sal konsun. Adam küreğini alsın kazsın, salına koysun cenazesini, gömsün, iş bitince geri yerine koysun. Ölümden korkum yok, oraya varıncak ne götürcem ondan korkuyorum vallah.

Hiç durmadan, soluksuz devam ediyor;

Geçen gün oturduk konuştuk bi arkadaşımla yenge, ağladık ağladık, şu boş dünyanın haline…

Bi insanın ömrü 60 yıl desek yenge. Büyüyüp, iş kurup, evlenene kadar 30 yıl geçti, uykuda da 15 sene gece uykusuyla geçer. Eee yenge, geriye ne kaldı, 15 sene. Bu 15 senede de bi namazı gılmıyorsan, 10 dakkanı alacak bişeyi yapmıyosan yenge, bi alacağın için 1 sahat bekleyip de bi namaza 10 dakkanı ayırmıyorsan yenge ne olacak o çıkkının hali öyle bomboş. Milletin ne işi biter, ne gücü biter yoksa yenge…Al abdesini, kıl namazını çıkkınını doldur diyorum artık kendime yenge…

Beni de ağlattın ya Muzaffer Bey, hep gülsün yüzünüz inşallah. Keşke ilk dediğin gibi kameralar olsaydı da çekselerdi bu heyecanını, duygularını…

image010-010.jpg